Kitleler korkuyor mu? Elbette korkuyorlar. Neden korkmasınlar ki? Karşılarında sadece topu, tüfeğiyle değil bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki tahakküm aracı olan devletin her birimini düşmanını ezmek için kullanan bir iktidar var. Değil bir talep uğruna sokağa çıkmak, yolda yürürken GBT’sini kontrol etmek için durdurduğu insanlara vahşice saldıran ve saldırdıktan sonra da devlet tarafından korunan, sırtı sıvazlanan bir kadroya ve iktidar ilişkilerine sahip devletten kim korkmaz?!
Komünistlerin, insanlara ters gelen ya da heyecanlandıran bazı tutumları vardır. Birincisi, -ters gelen kısmı-, gerçeklik olmazsa olmazları olduğu için insanların baş aşağı bilinçlerine bağlı hülyalarını tuzla buz ederler. Değil pek çok insan, komünistler için olmazsa olmaz olan işçi sınıfı bile kendisi için bilinç yerine kendinde bilinç içinde olma olma eğilimindedir. “Ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya kadar ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar: İşte hendek, işte deve !” *
Komünistlerin -heyecanlandıran kısmı- en korkunç karanlık anında bile umudun kılcal damarlarını bulmakta inat etmek, bulunca da o damarı milim milim de olsa büyütmek ve güçlendirmek için ortaya koydukları iradedir. Zaten iktidarların komünistlerden nefret etmelerinin tek nedeni onların iktidarlarını alaşağı etme istekleri değildir. Bunu yapabilmek için hayatın her bir damlasını, zerresini kullanma arzularından da özel olarak nefret ederler.
Karanlık bir dönemden geçiyoruz. 12 Eylül karanlığını yaşayanlar bile “12 Eylül’de bunlar yoktu” diyebiliyor. Öyle bir noktadayız ki, daha birkaç gün önce kutlanan yeni yılda, sosyal medyada insanların yazdıklarına, paylaştıklarına bakıldığında yeni bir yıla giriyor olmanın heyecanı bile çoğu kimsede kalmamış. Pek çok kişinin beklentisi 2023’ün en fazla 2022 gibi olması noktasında.
Türkiye’deki derin ideolojik farklarına rağmen devrimci siyasetler mevcut durumu sadece ekonomik değil derin bir toplumsal kriz biçiminde tarif ediyor. Öte yandan, bu krizi çözmek, bu krizi aşmak için de sadece devrim için değil parlamento için bile hemen herkes sokağı işaret ediyor.
Peki niye sokaklar boş? Hadi sokaklar boş diyerek sokakta mücadele edenlerin hakkını yememek lazım. O zaman soruyu şöyle düzelterek formüle edelim: Özellikle son iki yıldır ezilen kalabalıklar neden sokaklarda değil?
İğneyi değil, çuvaldızı önce kendimize batırmakla başlamak lazım. Dikkatli okur fark edecektir, Alınteri neredeyse son 1-1,5 yıldır can alıcı sorunları içeren kısa, net program eksikliğini vurguluyor.
Elbette öncülük iddiasına sahip her siyasetin dönemi merkeze alan talepleri, sloganları var. Ama kitlelere dokunan, onları harekete geçiren bir ortaklaşma neden sağlanamıyor? Evet, kriz öyle bir noktaya geldi, sınıfsal çelişkiler her yönüyle o kadar keskinleşti ki, hangi talebin öncelikli olacağı üzerine bile saatlerce, günlerce tartışılabilir. Ama hayat bu tartışmaları beklemeden hükmünü yürütüyor.
O zaman soruyu tekrarlamak lazım: Öncülük iddiasına sahip olanlar bu dönem kitlelerin önüne konulabilecek çok değil 3-4 temel/hayati talep, slogan bulamıyor ya da var olanlar üzerinde neden ortaklaşamıyorlar?
Yine dikkatli okura seslenelim. Alınteri son dönemde devrim meselesini şöyle formüle ediyor: Kitlelerin ölümüne sahip çıkacağı bir sosyalizm ütopyasına ihtiyacımız var. Ama değil şu an, değil sosyalizm için… polisin karşısına dikilmek için insanları cesaretlendirecek, harekete geçirecek bir talepler dizgemiz bile yok.
Kitleler korkuyor mu? Elbette korkuyorlar. Neden korkmasınlar ki? Karşılarında sadece topu, tüfeğiyle değil bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki tahakküm aracı olan devletin her birimini düşmanını ezmek için kullanan bir iktidar var. Değil bir talep uğruna sokağa çıkmak, yolda yürürken GBT’sini kontrol etmek için durdurduğu insanlara vahşice saldıran ve saldırdıktan sonra da devlet tarafından korunan, sırtı sıvazlanan bir kadroya ve iktidar ilişkilerine sahip devletten kim korkmaz?!
Korkanların neden korktuklarına dair ciltlerce yazılabilir. Korkularının gerçekliği, haklılığı da gözler önünde. Ama korkmanın koşullarına bakarak mı karar vereceğiz?
Korkmayanlara bakalım mı bir de? Hemen yanı başımızdalar: Kürt halkı. Kürt halkı 40 yılı aşan muazzam bir savaş içinden geçerek bugüne geldi. Hele son birkaç yıldır yaşadıkları tüm baskılara rağmen -zaman zaman dalgalanmalar olsa da- Kürt halkı tarihsel olarak bir milim gerilemedi. Hâlâ ölümüne mücadele ediyorlar. Peki neden?
Tüm tarihsel saptamaları, eğrisini-doğrusunu şimdilik kaydıyla bir kenara bırakıp cevap arayalım Kürt halkının neden gerilemediği sorusuna.
Bir kelime oyunu sanılmasın, ancak cevabı Kaf Dağı’nın ardında değil: Kürt halkı, kültür ekseninde, kadın ekseninde, dayanışma ekseninde, hayat ekseninde bir tür ulus sosyalizmi soluyor. Bu solumanın getirdiği toplumsal güçle tüm baskıya, şiddete rağmen buldukları her alanda eşitlik, dayanışma üretmekten ve de uğruna ölecek kadar mücadele etmekten de geri durmuyor.**
Koşullar gün geçtikçe ağırlaşıyor. Ancak tüm bu ağır koşullarla ve de bu koşullara bağlı olarak tarihsel olanakların, fırsatların, umutların da kapısı açılıyor. Tarih sadece kitleler için değil özellikle öncüler için de “her türlü geri çekilmeyi olanaksız kılıyor ve bizzat koşullar bağırıyor: “İşte hendek işte deve!”
(*) Marx, 18 Brumaire
(**) Bu yazının amacı Kürt özgürlük hareketinin, Kürt siyasetinin eleştirisi değil elbette. Ama şu notu da düşmek gerekir: Komünistlerin, genel olarak Kürt siyasetine getirdiği eleştirinin temelinde Kürt halkının soluduğu, yaşadığı ve yaşatmaya çalıştığı bu eşitlik halinin gerçek bir sosyalist dünyanın kurulması anlamına gelmediğine dikkat çekme amacı yatar.
Kapitalizmi var eden koşulların canına ot tıkamayı merkeze almadıkça ne kadar gelişkin olursa olsun, ne kadar muazzam olursa olsun, ne kadar hayranlık verici olursa olsun dünya koşullarındaki boşlukların kazandırdığı geçici avantajlardan yararlanarak kendini var edebilen kazanımların dünya çapında bir sosyalist dönüşüme evrilmesi mümkün değildir. Her türlü teorik tartışmayı bir yana bırakalım; Sovyetler Birliği deneyimi bunun en büyük kanıtı değil midir?
Kaynak: Alınteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.