Ne tacizci akademisyenlerin ne ülkücü-faşistlerin, üniversite yeniden üniversitelilerin – Behçet Çukurova (Beyazıt Gazetesi)

Bir zamanlar örgütlerin masalar açabildiği, üniversitelilerin yemekhane zamlarına karşı yan yana gelerek dayanışma sofraları kurduğu, yandaş akademisyenler ve iktidar borazanlarının yumurta yerim korkusuyla giremediği kampüslerimiz vardı

Ne tacizci akademisyenlerin ne ülkücü-faşistlerin, üniversite yeniden üniversitelilerin – Behçet Çukurova (Beyazıt Gazetesi)

Beyazıt derler bir büyük alan…

“beklenen,

ne razı görülen bu gri yaşamın renginde

ne de hürlüğüne öykündüğümüz dağların yeşilliğinde

bu galaksiler, yıldızlar ve gezegenler

asırlardır keşfedemediği insan soyunun

erişilmez hülyalarımızdaki çözülmez bilmece”

Bir zamanlar örgütlerin masalar açabildiği, üniversitelilerin yemekhane zamlarına karşı yan yana gelerek dayanışma sofraları kurduğu, yandaş akademisyenler ve iktidar borazanlarının yumurta yerim korkusuyla giremediği kampüslerimiz vardı. Sahi ne oldu onlara arkadaşlar hatırlayan var mı?

Beyazıt’tı, Cebeci’ydi, Dil-Tarih’ti, Ege’ydi buralar. Ne oldu ki buralara? Beyazıt Yemekhanesi’nde 6 liraya yemek, Hergele Meydanı’nda 20 liraya kahve satan bir kafe… Yoksa bu üniversiteler değil miydi bize anlatılanlar?

Ne oldu da bu hale geldi kampüslerimiz? Atanan kayyumlarla mı, dinci-gerici cemaatlerle mi, ülkücü faşistlerle mi yoksa çevik kuvvet, sivil polislerle mi bu hale geldi? Bunları bilare uzun uzun tartışalım arkadaşlar. Söyleşelim, konuşalım. Benim yaşım da yetmiyor zaten pek bunlara hep birilerinden duydum.

Ama şimdiye bir bakalım kimlerin insafına terk edilmiş sıra arkadaşlarımız? Bir üniversiteli nasıl olur da tacizci akademisyeni protesto eden sıra arkadaşlarına saldırır hale geldi? Bu soruları da mutlaka imza tartışmalarından sonra sıra geldiği vakit enine boyuna tartışalım.

Çok uzun süre önce değil bahsedeceklerim. Suhte isyanları, istibdada karşı direnen Tıbbiyeli’ler, 68 kuşağı, 78’liler sonra 98 Beyazıt… Diyeceklerim bunlar değil…
Soma Katliamı sonrası İstanbul Teknik Üniversite’sinde Maden Fakültesi’ni işgal edenler, KHK ile okuldan hukuksuzca atılan hocaları için direnenler, daha iki yıl olmadı Boğaziçi’nde kayyum rektöre karşı aylarca gözaltına alınan, kaçırılan, tutuklananlar, Beyazıt’ta yemekhane zammına karşı ana kapıyı yıllar sonra yeniden sallayanlar bu üniversiteliler değil miydi?

Dünyada ve ülkemizde neoliberal kapitalizm, en başından itibaren insanların reklamlar, yalan söylemler ile manipüle edilip yönlendirilebildiği ve içi boş gelecek hayalleriyle sistemin çarkına en hızlı biçimde eklemlendiği bir süreç olarak yaşandı. Yarattığı bu tüketim toplumunun devamlılığını sağlamak için de kendi iktidarının sürekliliğin sağlayacak bir kuşak yaratmak zorundalığıyla ilk olarak saldırı dalgasını üniversitelerde başlattı. En basitinden bireyselleşme adı altında bireyciliği yücelterek, pıtrak gibi türeyen kariyer kulüpleriyle dayanışma duygusuna saldırıp rekabetçiliği körükleyerek yaptı bunları. Ve sonunda büyük oranda bir başarıyla bir gençlik kuşağının hayal gücünü dahi metalaştırdı.

O yüzden dün Beyazıt’ta “Okulumuzda tacizci akademisyen istemiyoruz” diyerek sınıfında eylem yapan sıra arkadaşlarına “dersi bölemezsiniz” diye güvenlikten daha önce saldıranlara iyi bakalım. Neoliberalizm bakalım ne kadar çökmüş, nasıl çökmüş, o enkazın altında kimler kalmış…

Neoliberalizm “çöktü, göçtü” desek de arkasından bir gençlik kuşağının zihninde böylesine derin bir tahribat yarattığı gerçeğini yadsıyamayız. Gençlik kuşağı dediğim, hayatı bir maraton ve diğer insanları rakipleri olarak zihninde kodlamış, sorgulamayı, düşünmeyi hep birilerine havale etmiş ve otoriteye itaati özgürlük sanmış, acıyı, sevinci, saygıyı kendisi için duyan, bizim düzenin insafına terk ettiğimiz, tepeden tırnağa neoliberalizmin tornasından çıkan sıra arkadaşlarımız…

Yalnızlığa karşı yalnız değilsin

İlk olarak “dünyada tek ben varım ve ben bunları yaşıyorum” diye yaşanan yalnızlık duygusuyla mücadele etmemiz gerekiyor. Çünkü bu yalnızlık ya insanda hipodromdaki at sanrısıyla rekabet hissini kamçılıyor ya da iyi ihtimal toplumdan yalıtık varoluş sancılarıyla debelenen entel magandalar yaratıyor. Duygudaşlık kuracağız ve en baştan her şeye rağmen bu toplumda yaşayan insanlar olduğumuzu hatırlayarak başlayacağız.

İkinci olaraksa omuz omuza verme, yan yana durma, yoldaşlık etme -artık adına ne dersek diyelim- bu duyguları sadece ben yaşıyorum hissine karşı yalnız olmadığımızı ve beraber mücadele ettiğimizde üstesinden gelebileceğimizi göstermemiz gerekiyor. Okulda tesbih, yüzük gezen ülkücü faşistler rahatsız mı ediyor? Yalnız değilsin. ÖGB sivil polis okulumuzun bahçesinde üniversitelileri giyim kuşamına göre yargılayıp fişlerken bir şey mi yapmak istiyorsun? Yalnız değilsin. Sen de mi bu yüzden siyah montunu giyip geldin okula, yemekhane zamlarını duydun mu ya konsey başkanı denen şerefsizin açıklamasını? Yalnız değilsin gibi gibi birçok örnek çoğaltabiliriz.

Üniversite laboratuvarı veya kobay üniversite

Üniversitelerimizi, memleketin siyasal yönelimlerinin yavaş yavaş sınandığı bir ilk uygulama laboratuvarına benzetebiliriz. O yüzden ilk olarak bir süredir kampüslerimizde meydana gelen herhangi bir fikri veya fiziki saldırıyı artık yerleşik hal almış baskıcı ve yasakçı zihniyetin olağan pratiği gibi değil de faşizmin şiddetlenerek artan şiddetinin bir sonraki aşaması için nabız yoklaması olarak görmekte yarar var.

Beyazıt’ta üniversitelilere saldıran ülkücü faşist çeteyi kollayıp cesaretlendiren ve sırtını sıvazlayanlarla, gözaltındaki işkenceleriyle malumumuz olan Hanifi Zengin’in sırtını sıvazlayan şiddet mekanizması, kadın katillerini serbest bırakan adalet anlayışıyla üniversitelilerin rektörlüğe vereceği dilekçesine dahi çevik ordusuyla mâni olmaya çalışan adalet anlayışı aynıdır. Bütün bu saldırılar faşizmin topyekûn bir şiddetle sindirilmişliği ve korkuyu toplumun kılcal damarlarına kadar yayma istencinden başka bir amaca hizmet etmemektedir. Faşizm, şiddeti kendince meşru gösterecek araçlara, ayrımcılık biçimlerine her zaman ihtiyaç duyar. Bunu da bugün ülke genelinde cezasızlık politikasıyla cürretlendirilen şiddet faili erkeklerle, devlet ve medya eliyle çeşitli spekülasyonlarla tırmandırılan mülteci düşmanlığıyla yapıyor. “Gündelik yaşama yayılmış faşist şiddet” olarak karşılaştığımız, kendini iktidarla özdeş sayanların, kadınlardan LGBTİ+’lara, Kürtlerden göçmenlere hatta üniversite öğrencilerine saldırabildiği yöntem şiddetlenerek devam ediyor. Bu söylemler üzerinden ötekileştirerek de yaptığı şiddeti kendince daha da meşrulaştırıp olağanlaştırıyor.

Tüm bu tabloya baktığımızda gördüğümüz aslında her gün ciğerlerimize kadar soluduğumuz, gözümüzle gördüğümüz ve iliklerimize kadar yaşadığımız hayatlarımızdan başka bir şey değil. Başta kendi hayatlarımızı özgürleştirerek başlayacağımız bu sancılı serüvene attığımız her adımda, bize öğretilenin haricinde bir özgürleşmenin mümkün olabildiğini gösteren örneklerle bir hayatı en ilkel sorularla en baştan sorgulayarak yeniden yaşanabilir kıldık, yine yapabiliriz.

Varsın gerisini bayrak ardına saklanıp her pisliği meşru gören bir alay ahmak ülkücü faşist güruh, onları kollayan sivil polisler, tacizci akademisyenler ve kayyum rektörler düşünsün…

Kaynak: Beyazıt Gazetesi

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur