Faşizme karşı mücadelede birlikte aşmamız gereken çok barikat olsa da o gün direniş alanındaki barikatı aştığımız gibi, önümüze kurulan barikatları ancak sınıf hareketiyle kadın hareketi arasında gerçek ve doğrudan temaslar, dayanışma kanalları ile aşabiliriz. İşçi sınıfının son bir iki yıldır parçalı halde sürdürdüğü direnişler ile kadınların iktidarın kadın düşmanı saldırıları karşısındaki direngenliğinin buluşabileceği gerçek temaslara ihtiyacımız var
Koç Üniversitesi Hastanesi direnişi başlayalı 13 gün oluyor. Hastanede taşeron şirkete bağlı olarak çalışan dört işçi, sendikalı oldukları, tacize, mobbinge karşı ses çıkardıkları, kadrolu olarak çalışmak ve insanca yaşamak istedikleri için işten atıldılar. Koç gibi büyük bir marka değeri olan bu sermaye grubunun bu dört işçiyle alıp veremediğinin ne olduğuna dair birkaç soru soracağız.
Koç Üniversitesi Hastanesi’nde taşeron işçilerin işe giriş çıkışlarda çantalarının aranması kanıksanmış bir prosedür halindeymiş. Ta ki, Dev-Sağlık İş sendikası ve sendika üyesi işçiler çanta aramayı mücadele konusu edene kadar. Direniş başlayalı henüz 13 gün oluyor ama daha şimdiden Koç Hastanesi direnişi adına göğüs kabartılacak bir kazanım söz konusu, artık hastanede taşeron işçilerin de çantası ve üstü aranmıyor. Birçok özel hastanede taşerona başlı olarak çalıştırılan işçiler bu uygulamaya maruz kalıyor. Fakat doktor, hemşire gibi kadrolu personellere çanta araması yapılmıyor. Bir gün çanta aramaları sırasında taşeron işçilerden birinin çantasında birkaç tane poşet çay bulunması üzerine, işçi hırsızlıkla suçlanarak, 46 kodu ile işten çıkarılıyor.
Koç Holding yayımladığı verilere göre 2021 yılında 346,7 milyar TL gelir elde etti. Koç Üniversitesi Hastanesi’nin bağlı olduğu Vehbi Koç Vakfı’nın 2020-2021 yılı arasında, yani sadece bir yılda mal varlığının rayiç değeri 2 milyar 166 milyon 920 bin 506 TL arttı. Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu, ekonomik, siyasi ve toplumsal alanlarda tüm dünyada belirsizliklerin hâkim olduğu ülkemizde bu “başarının” Koç Topluluğu’ndaki çalışma arkadaşlarının “özverili gayretleri” ve “çevik yönetim anlayışıyla” mümkün olduğunu, Koç Topluluğu olarak “insanı odağına alarak, dünyayı ve toplumu gözeten yaklaşımla çalışmaya ve değer yaratmaya devam edeceklerini” söyledi. Koç’un “insanı odağına alarak değer yaratmak” dediği şeyin pratikteki karşılığı, işçileri insan yerine koymayarak, daha da çok sömürerek, güvencesizleştirerek “artı değer” yaratmaktır. Koç Üniversitesi Hastanesi’nde göreceğimiz gibi bünyesindeki işçileri taşerona bağlı olarak çalıştıran, insani, ahlaki koşullarda çalıştırmayarak bu işçileri kendini, emeğini savunamaz hale getiren bir değer üretimi mevcuttur. O işçiler Koç’un gözünde insan değil, sadece ne kadar ucuza çalışsa o kadar iyi diye bakılan bir maliyet unsuru. Öyle ki adet fiyatı 1 TL’ye gelmeyen bir poşet çay bile o işçilere çok görülüyor.
İşten atılan işçilerden Suna, çalıştığı süreç boyunca taşeron müdür ve diğer personel tarafından mobbinge ve tacize uğradığını, buna ses çıkardığı için işten atıldığını belirtiyor. Bir yandan üniversiteyi de bitirmek isteyen Suna, üniversitede ikinci öğretim bir bölüm kazanıyor ve çalışma saatlerinin buna göre düzenlenmesini istediğinde bu talebi geri çevriliyor.
Peki Koç bir kadın işçinin, çalışırken sistematik tacize maruz kalmasına değil de eğitimini sürdürmesine engel olarak ne yapmaya çalışıyor?
Bloomberg Cinsiyet Eşitliği Endeksi’ne Türkiye’den girmeye hak kazanan 7 şirketin 3’ü Koç Topluluğu çatısı altında bulunuyor. Koç Holding yönetim kurulundan İpek Kıraç bir konuşmasında topluluğun içerisindeki kurumlardaki toplumsal cinsiyet eşitliğine dair çeşitli sözler söylüyor: “Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler ve önyargılar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok önemli bir sorun. Farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir topluluk olarak toplumsal cinsiyet eşitliği için hem ülkemizde hem de küresel ölçekte liderlik etme sorumluluğumuz olduğuna inanıyoruz. Bu kapsamda önyargıları ortadan kaldırmak ve cinsiyet temelli kalıp yargıları dönüştürmek için Birleşmiş Milletler Kadın Birimi ile ortak projeler yürütüyor, akademik kuruluşlar ve STK’larla işbirliği yapıyoruz.”
Bu sözler veriliyor ancak topluluk bünyesindeki hastanelerinde çalışan bir kadın işçinin, güvenli ve şiddet görmeyeceği bir işyeri talebi, eğitim hakkı talebi görünmüyor. Koç Holding her ne kadar toplumsal cinsiyet eşitliği savunucusu gibi görünmeye çalışsa da sermayenin ikiyüzlülüğü direniş ile bir kez daha ortaya dökülüyor.
Ücretli-ücretsiz kadın emeğinin sömürüsü; kadın işçilerin ucuz, esnek ve güvencesiz çalıştırılması ve aynı zamanda erkek şiddetinin çeşitli biçimlerinin uygulanması ile mümkün. Koç Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan kadın işçilerin başındaki tacizci müdürün “ben sizin babanızım, ben sizin kocanızım” gibi sözleri rahatlıkla söyleyebilmesi bu yüzden. Söz konusu müdür kadın işçileri fiziksel ve sözlü taciz ediyorken, işçilerin bu durumu bildirdiği hastane yönetiminin tacizciyi koruması bu yüzden. Kadınların işyerindeki emeğinin denetlenmesini patron/müdür yalnızca ücret ilişkisi ile sağlamıyor, aynı zamanda patriyarkal sistem patronu/müdürü şiddet uygulayıcısı haline getirerek, işyerindeki tacizin olağanlaşmasını sağlıyor. Böylelikle taşeron olarak çalışan bir kadın işçinin emeği ile birlikte bedeni de elbette ki patrona ait oluyor. Güvencesizleşme emek sömürüsünü artırırken, kadın işçinin bedeni üzerinde kurulan eril tahakkümün yaygınlaşmasına ve olağanlaşmasına sebep oluyor. Çünkü güvencesiz çalışma da cinsiyetlendirilmiş bir şey ve en temel dayanaklarından biri de patriyarka.
16 Aralık Cuma günü direnişi ziyarete giden kadınlara özel kurulan polis ablukasının varlığını da bu çerçevede anlamlandırabiliriz. Önceki 9 gün boyunca direniş alanına bu denli bir polis ordusu ile uğramayan devlet, işçiler ile feministlerin buluşacağı gün nedense tacizci polis olarak teşhir edilmiş Hanifi Zengin’i direniş alanına getiriyor, alanda kadınlara barikat örüp hastane önünü ablukaya alıyor.
Son soru: Peki devlet bu abluka ile neyi korumaya çalışıyor?
Biliyoruz ki devlet, kendini tüm bu sömürü ilişkilerinin sürdürülebilirliğini garanti altına alacak biçimde inşa eder. Son yıllarda AKP iktidarı karşısında geri adım atmamış kadınların, yani faşist rejim karşısındaki en direngen öznelerin, günlerdir işe geri alınmak için direnen taşeron işçiler ile buluşmasına engel olmak için barikat örülüyor. Ama aslında devlet barikatı emeğin sömürülmesini, güvencesizleştirilmesini garanti altına almak için ve işyerlerindeki erkek şiddetinin olağanlaşmaya devam etmesi için örüyor. Faşizme karşı mücadelede birlikte aşmamız gereken çok barikat olsa da o gün direniş alanındaki barikatı aştığımız gibi, önümüze kurulan barikatları ancak sınıf hareketiyle kadın hareketi arasında gerçek ve doğrudan temaslar, dayanışma kanalları ile aşabiliriz. İşçi sınıfının son bir iki yıldır parçalı halde sürdürdüğü direnişler ile kadınların iktidarın kadın düşmanı saldırıları karşısındaki direngenliğinin buluşabileceği gerçek temaslara ihtiyacımız var. Ancak böyle karşımızdaki örgütlü gerici-faşist yapıyı birlikte dağıtabiliriz. Hep söylediğimiz gibi işçiler de kadınlar da birlikte güçlü!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.