Siyasal ve toplumsal yaşamda hızın ve yoğunluğun artması, zaten var olan kaotik durumu daha da derinleştiriyor. Demokrat ya da devrimci hamleler açısından “ileriye sıçrayan” ya da “geri kaçan” tutumları kışkırtan bir ortam içindeyiz. Gerçekliğe yoğunlaşmış, soğukkanlı, savrulmalara kapalı ve cüretli bir siyasal pratiğe yönelmek gerekiyor
Eylül ayıyla birlikte ilk adımları atılan seçim süreci Ekim, Kasım ve Aralık aylarında ivme kazanarak sürüyor.
İçinde olduğumuz bu sürecin iki önemli özelliği var; ilki, zaten içinde yaşadığımız kaotik ortam seçim geriliminin eklenmesiyle daha da hızlı aktığı ve yoğunlaştığı bir zemine sıçradı. Hız ve yoğunlaşma artarak devam ediyor, edecek.
Bu durum, normal insanlardan politik aktörlere kadar herkesi kendi oldukları yerden etkileyip baskılıyor, daha da fazlasıyla baskılayacak. Sanırım zaten herkes de hem etrafını gözleyerek hem de bizzat kendisinde böylesi bir zorlanmayı hissediyordur.
Toplumsal ve bireysel bilincin rasyonel bir zeminde çalışması engellenerek; olup bitenleri kavrama hatta algılama düzeyinin düşmesi, “gerçeklikle” onunla herhangi bir ilgisi olmayan “kurgulanmış gerçeklik” arasındaki ayrımın silikleşmesi isteniyor. Hatta, bakışımlı giden bir faaliyetle aynı zamanda kurgunun da ötesine sıçranıyor, o tür zahmetlere hiç girmeden, birbirleriyle bağlantısız rastgele yalanlar toplumsal yaşamın her alanına sürekli yenilenerek serpiştiriliyor. İç içe geçen kurgusal gerçeklikle rastgele yalanlardan oluşan bir anaforun toplumu içine alıp yutması, boğması isteniyor. Toplumun sürüleşmesi hedefleniyor.
İkincisi, bu durum, yani seçim geriliminin çarpan etkisiyle hızın ve yoğunluğun sürekli artması, iktidar açısından “faşizmin kurumsallaşması sürecini hedefine ulaştırma” aracı olarak kullanılıyor. İktidar, seçim sürecini istediği gibi yönlendirebilirse seçimin gerçek sonucu zaten bir şey ifade etmeyecek, “uygun görülen” sonucu açıklayacaklar.
Kurgulanmış gerçeklikteki saflaşma: “Bağımsız Müslüman Türk Milleti” olan iktidar taraftarları ve iç düşmanlar! İç düşmanlar kimler mi? İktidara muhalefet eden hatta desteklemeyip tarafsız kalan herkes! Etrafımız da zaten binbir çeşit dış düşmanla çevrelenmiş! Üstelik iç düşmanlar dış düşmanlarla el ele! Vatan elden gitti gidecek!
Senaryoda, Kürtler, Aleviler, kadınlar, LGBTİ+ bireyler, göçmenler, köpekler de var, yenileri de eklenecektir, hepsine düşman kimliğinin farklı halleri yapıştırılıyor.
İşte, böyle bir kurgusal gerçek bilinçlice inşa ediliyor, sürüleştirilen iktidar taraftarları onun içine yerleştirilerek “İç savaşa hazırlanıyoruz!” tehdidi yapılıyor! Bu, faşizmin kurumsallaşması sürecinin güncel hali. Artık sonuç alınmak isteniyor; hem fazla vakitlerinin kalmadığını görüyorlar hem de şimdi tam zamanıdır diye düşündükleri anlaşılıyor.
Her yerden adeta fışkırarak kendisini gösteren yoksulluk ise, sonradan çok ağır bedelleri olan ama günü kurtaran önlemlerle yamalanıp görünmez kılınmaya çalışılıyor: Asgari ücrette artış, EYT düzenlemesi, devlette açılan ve iktidar taraftarlarının doldurulduğu onbinlerce yeni kadro…vd. Ek olarak, ne olduğu tam olarak bilinmeyen, ama memleketin zenginliklerinin peşkeş çekilmesinden mafyöz ilişkilere dek uzanan hukuk dışı bir alanda yürüyen gizli alışverişlerden akıp gelen milyarlarca dolar!
Ülkeyi kaosa sürükleyecek bütün dinamiklere ivme veriliyor!
Öte yandan, Türkiye, Ukrayna’da başlayıp Basra’ya dek inen bir hatta yoğunlaşıp etrafını da sürekli içine çeken küresel hegemonya mücadelesinin sıcak savaş alanına dönüşmüş coğrafyanın tam da merkezinde! Üstelik, yerel kapitalizmin gelişme derecesinin yüksekliği ve nispeten güçlü ordusuyla, savaşan büyük küresel güçlerin yedeklerine alarak inisiyatiflerini güçlendirmek istedikleri bir ülke!
Her ne kadar daha çok “ne kadar faydalandıkları” öne çıksa da, iktidar koalisyonu, yaşanan farklı biçimlerdeki savaşların süreklileşeceği anlaşılan, üstelik kapsadığı alan ve şiddeti artma eğiliminde olan bu olağanüstü küresel gerilim hattında aynı zamanda sarsılıp, zorlanıyor.
Kısa zaman öncesine kadar isimleri ağır hakaretlerle anılan BAE, Suudi Arabistan ve Mısır lideriyle tokalaşma ile Batı’nın gönlü alınırken, Esad’la da tokalaşılabileceği açıklanarak Rusya’ya selam veriliyor.
Bunlar, bölgedeki dengeleri zorlanan ve oyun alanı daralan iktidarın yeni denge arayışları!
Batı, bir yandan iktidarla ilişkilenirken, aynı zamanda daha “söz dinler” olacaklarını ifade eden 6’lı masa ile iktidara seçenek arayışı içinde. Putin ise, köşeye sıkışan Erdoğan’ı destekliyor, ama bedava değil, karşılığını fazlasıyla alarak: Tarihsel olarak Batı emperyalizmine bağımlı olan Türkiye’nin ekonomi ve siyasetinde Rusya’nın da etki alanı oluşuyor.
Savaşın şiddeti yükseldikçe ya da savaşa içkin olan olağanüstü durumlar yaşandıkça, her ne kadar Batı yanlısı olsa da, fırsatçı davranıp iki tarafı da idare ederek yol almaya çalışan iktidar zorlanıyor. Özellikle Batı’dan gelen “uyarıların” sıklaşmaya başladığı görülüyor.
İktidar “üç koyup beş alma” hesabı yaparken, gerginliğin esas mimarı küresel güçlerin de kendi çıkarlarını gözeten hesapları olacağı açık değil mi?
Resmi muhalefet olan 6’lı masa, iktidarın hukuk düzenini rafa kaldırıp olağanüstü hali süreklileştiren hamlelerle yol alan gerçekliğine gözlerini kapıyor ve iktidarla güncel gerilim yaşamaktan kaçınıyor. İçi boş bir kendine güvenle kazanacaklarını şimdiden ilan ettikleri seçimlerden sonrasıyla ilgili konuşarak yol almaya çalışıyorlar. O zaman da, iktidarın günbegün yürüttüğü süreç onları belirliyor. İktidarın yönettiği şimdiki durum sürerse, 6’lı masanın işi zor, sözleri havada kalıyor.
Ancak, ekonomik krizin sürekli arttırdığı yoksullaşma, devlet krizi ve bölgede yoğunlaşan savaş ortamı, iktidarın süreci istediği gibi yürütmesini baskılayıp, zorlaştırıyor. Resmi muhalefet çok yönlü zorlanmalar altında baskılanan iktidarın kontrolü zayıfladıkça kendisine alan açıp yol alabiliyor.
Resmi muhalefetin önde gelen gücü CHP’nin epey gürültü çıkararak açıkladığı iktidar programı, üstündeki süslü lafları çekip alırsak iktidarın da uyguladığı neoliberal politikaların sosyal soslu bir farklı nüansı. Sunum yapan kişilerin “Dünya çapında tanınmış!” olmaları, onların aynı zamanda neoliberal teorisyenler oldukları gerçeğini değiştirir mi?
Öyle anlaşılıyor ki, sözümona solcu CHP, İYİP ve Deva ile o malum “2002-2013 AKP dönemi” masalının güncel halinde kolayca anlaşacaktır. Elbette, Erdoğan’ın marazilikleri törpülenecek ama neoliberal soygun sürdürülecektir.
Eh, zaten başkası da beklenmezdi, sistem siyasal ve ekonomik düzeylerdeki tıkanmışlığına çözüm üretemiyor, özellikle demokratik ve sosyal alanlarda sistem içi olsun yeni açılımlar yapma kapasitesi bile inmelenmiş durumda. Var olanı kimi zaaflarından arındırarak sürdürmekten başkasına kapalılar. Daha farklı umutları olanlar sürekli hayal kırıklığı yaşamaya mahkumlar.
Neymiş, program siyaset üstüymüş; peki Merkez Bankası ne olacakmış, “bağımsız!” Bu söylemle Thatcher’ın 40 yıl önceki “There is no alternative!- Başka seçenek yok!” sloganı tekrarlanmış olmuyor mu?
O lafların arkasında yatan tek gerçeklik şudur: Sermayenin somut-tarihsel akışının en hızlı ve en kazançlı akışının taleplerini yerine getirmek siyaset (yani tartışma) dışıdır, Merkez Bankası Meclis tarafından denetlenemez.
Demek ki, her şey kutsal “piyasanın” işleyişinin rasyonelleri tarafından belirlenecek! Peki piyasanın mutlak egemeni kim, sermaye! Kısaca, küresel sermaye ve yerli ortağı TÜSİAD “şak” diye emredecek, şayet iktidar olursa CHP “tak” diye yapacak, tartışılmayacak konu bu kadarcık!
Peki, geriye ne kaldı, neyi tartışacaksınız? Hele sermayenin yayılımının ve bağlı olarak piyasa ilişkilerinin toplumun en ücra köşelerine ve ilişkilerine ulaşabildiği günümüzde, eğer onun talepleri tartışılmadan yerine getirilecekse, mecliste ne konuşulup, tartışılacak?
Kimin başkan adayı olacağı 6’lı masanın güncel gerilim ekseni: Tartışma İYİP üzerinden yürütülüyor görünümünde olsa da, aslında masanın üstüne yerleştiği zeminin inşasında yer alan diğer ortaklar olan kimi devlet fraksiyonları, TÜSİAD ve Batı’nın da bu tartışmanın içinde olduğu görülüyor.
“Hizmette sınır yok” deyip ne kadar çırpınsa da Kılıçdaroğlu’nun bu güçlere henüz pek güven veremediği anlaşılıyor. İlk gösterilen aday Yavaş’ın 6’lı masanın dengesini bozabileceği anlaşılınca, şimdilerde “Yavaş’ı gösterip İmamoğlu’na razı etmek” taktiği burun farkıyla öne çıkmış durumda! Akşener’le İmamoğlu arasında kelebekler uçuşuyor! Karadeniz gezisinden sonra bir müddet süngüsü düşen İmamoğlu burnunu yeniden havaya kaldırdı!
“Solcu” bir Özal görünümü veren kibirli ve hırslı İmamoğlu, yaşamın her alanında oluşan toplumsal gerilimin içindeki sistem dışına çıkma potansiyelini inmelendirmek, sistemin akışını bozmayacak bir zemine çekmek ve sisteme yeniden içermekle görevlendirilecek! Eh, yakışır!
Sürecin şimdiye kadarki akışında, iktidarla resmi muhalefet arasındaki güç dengelerinde henüz bir kalıcı statü oluşmadı. Ne iktidar ne de resmi muhalefet kalıcı ve tam kontrol sağlayabiliyor. Ağırlık noktası bir oraya bir buraya gidip geliyor. İktidarın ve resmi muhalefetin zaaflı ve güçlü yanlarının iç içe geçtiği melez bir ortamın içindeyiz.
İktidarın en büyük gücü aslında aynı zamanda en büyük zaafı olan devlet krizinden geliyor. Resmi muhalefet her adımını kendisini de var eden devletin kriz koşullarında attığının bilinciyle davranıyor. İktidarın çözülüşünün devlet krizini derinleştirme olasılığı, resmi muhalefeti baskılıyor. Evet, iktidarı “yenmek” istiyorlar, ama aynı zamanda öyle yenmeliler ki, devlet zeval görmesin ve halkın inisiyatifi asla güçlenmesin!
Öte yandan, iktidar, Kürt sorunu ve devletin yayılmacı politikaları konusunda 6’lı masayla nüans farkları dışında ortaklaştığının farkında ve bu ortaklaşmayı ustaca yöneterek inisiyatifini arttırmaya çalışıyor.
Tıpkı sermayenin talepleri gibi, devlet de kutsal, dokunulmaz; iktidar da muhalefet de devletin taşıyıcı kolonları konusunda, mesela Kürt sorununun “çözümsüz bırakılarak çözümü” konusunda ortak! O durumda, iktidar, Kürt sorununda yaşanan gerilimleri şayet kendi gücünü arttıracak bir tarzda yönetebilirse, seçim sürecinde muhalefeti kendisini destekleyecek bir konuma yerleştirip, inmelendirebilir. Tam da bu yüzden, Irak’tan sonra Suriye coğrafyası da Kürtlerle savaş alanına çevrilip savaşın alanı genişletiliyor ve savaş hali süreklileştirilmek isteniyor.
O arada, muhtemelen devlet krizinin bir görünümü olarak, bazı tarikatların öne çıkarılarak yıpratıldığı görülüyor. Erenköy cemaati ile başlayan süreç İsmailağa cemaatine doğru yayıldı. Acaba devlet içindeki bir iktidar alanı, AKP’nin önlerini açmasıyla arsızca devletin zenginliklerini yağmalayan ve dini artık sadece bir maske olarak kullanıp holdingleşen menfaat şebekelerine hamle yaparak güç kazanmaya mı çalışıyor?
Bu şebekelerin zaten bilinen iç yüzleri aniden ortaya saçılmaya başladı, diğer şebekelere de yayılıp yayılmayacağını izlemek, neden şimdi ve hangi güç ne yapmak istiyor konusunu değerlendirmek gerekiyor.
Acaba sol güçleri içermeyi hedefleyen 28 Şubat benzeri bir yeni durum mu yaratılmaya çalışılıyor yoksa sınırlı kalıp yayılmayacak cemaatler arası bir güç çekişmesi mi yaşanıyor, henüz netleşmiş değil.
Siyasal ve toplumsal yaşamda hızın ve yoğunluğun artması, zaten var olan kaotik durumu daha da derinleştiriyor. Demokrat ya da devrimci hamleler açısından “ileriye sıçrayan” ya da “geri kaçan” tutumları kışkırtan bir ortam içindeyiz. Gerçekliğe yoğunlaşmış, soğukkanlı, savrulmalara kapalı ve cüretli bir siyasal pratiğe yönelmek gerekiyor.
Nihayet hareketlenmeye başlayan Emek ve Özgürlük İttifakı, içinde barındırdığı güçlerin farklı alanlarda uzun yıllardır süren mücadelelerinin ürettiği deneyime ve bilince sahip. Oldukça yavaş ilerleme zaafını taşısa da atılan ilk adımlar olumlu. İttifak ülke çapında yaptığı toplantılarla ete kemiğe bürünüyor, planlanan mitinglerle sürecin sıçratmasının hedeflendiği anlaşılıyor.
Sadece coğrafi olarak değil yaşamın bütün alanlarına da yayılmak gerekiyor. İstanbul’da yapılan işçi toplantısı örnek alınarak, ama alanların öncülerine daha çok inisiyatif vererek ilerlenebilir.
İttifakın yerellere ve alanlara dönük örgütlenmesi hızla devreye sokulmalıdır. Bu örgütlenmeler halkın inisiyatifini öne çıkarmayı hedeflemeli, gevşek ve sıkı dokuları aynı anda kendisinde barındırma kapasitesine sahip olmalıdır.
Fabrikalarda, semtlerde, okullarda ittifakın programını tartışmak gerekiyor. Bu tartışmalar, sadece İttifak’ın tanıtımıyla sınırlı sonuç üretmeyecek, aynı zamanda programın yeniden ve daha derinleştirilerek yazılmasının önünü açacaktır.
İttifakın çalışmaları yayılıp süreklileştikçe, ortaklaşma da ilk “ham” halinden daha “derin ve kalıcı” bir zemine yerleşme fırsatını yakalayacaktır. Ortak faaliyetler, ortak önlükler ve ortak bayrakla yapılarak İttifakın çekim gücü arttırılmalıdır.
Programatik ve örgütsel ortaklaşmada pratik içinde yaşanacak derinleşme, ittifakın özel bir güç alanı olarak özneleşmesinin de önünü açacaktır. Bu özne, tıkanan sisteme kendi halkı-demokratik seçeneğini dayatacak bir çözüm gücü olma iddiasını yüklenmelidir.
Bileşenlerinin pratik gücü ve etki alanının genişliği, İttifakı, kendi ihtiyaçları için hareket halinde olan toplumsal güçlerle zaten fiilen ilişkilendiriyor. İttifak, hareket halindeki Kürtler, kadınlar, işçiler, gençler ve Alevilerle fiilen iç içe ve İttifakın hareketi aynı zamanda şimdi birbirinden kopuk bu toplumsal güçleri, ortak bir siyasal zemine ve ortak bir pratiğe yönlendirecektir. İttifakın siyasal zemindeki özneleşmesiyle hareket halindeki toplumsal güçlerin özneleşmesi, yaşanacak ortak pratiğin içinde ve birbirine sarmaşık gibi dolanarak yaşanacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.