“En geniş halk kesimlerinin somut gereksinimleri doğrultusunda, zamlara ve hayat pahalılığına karşı mücadele ile faşist baskı ve zulme karşı mücadeleyi birleştirmek. Bu doğrultuda geniş kitlesel eylemler, yürüyüş ve mitingler, forumlar, tartışmalı toplantılar düzenlemek. Halk kitlelerinin somut talepleri doğrultusundaki eylemlerini devrimci bir anti-faşist mücadele kampanyasının unsurları haline getirmek…”
“Halk ağır bir sömürünün altında tam anlamıyla ezilirken, yaşam tüm emekçi halk için çekilmez bir hale getirilirken…” diye başlayan satırlar Devrimci Yol’un 5 Ekim 1977 tarihli 4. özel sayısında “Bu nedenle faşist zulme ve pahalılığa karşı direniş kampanyası açıyoruz” diye devam ediyor. “Bu kampanya boyunca faşist güçlerin yalan ve demagojilerinin açığa çıkarılması, faşist terörün etkisizleştirilmesi ve halkın direniş gücünün arttırılması” amacı vurgulanıyor ve kampanyanın genel yönelimleri şöyle sıralanıyor:
“1. En geniş halk kesimlerinin somut gereksinimleri doğrultusunda, zamlara ve hayat pahalılığına karşı mücadele ile faşist baskı ve zulme karşı mücadeleyi birleştirmek. Bu doğrultuda geniş kitlesel eylemler, yürüyüş ve mitingler, forumlar, tartışmalı toplantılar düzenlemek. Halk kitlelerinin somut talepleri doğrultusundaki eylemlerini devrimci bir anti-faşist mücadele kampanyasının unsurları haline getirmek.
2. Faşist saldırı ve teröre karşı bütün halk güçlerinin direniş ve mücadele birliğini gerçekleştirmek. Faşist saldırılara karşı savunma gereklerini sağlayacak şekilde, tüm antifaşist güçlerin eylem beraberliğini oluşturmak için çalışmak.”[1]
Bu uzun alıntı, koyulan hedeflere bakarak devamında yaşanan gelişmeleri değerlendirebilmemiz için önem taşıyor. Geçtiğimiz yazıda, aslında Devrimci Yol’un halkın içinde bulunduğu somut koşulları önüne koyarak, yaşadığı sömürü ve yoksulluğa karşı geliştirdiği refleksleri, bu reflekslere karşı yaşanan faşist saldırıları değerlendirerek merkezi bir politik müdahalede bulunduğunu söylemiştik. İşte bu kampanya yukarıdaki alıntılardan da süzerek yorumlayabileceğimiz gibi sömürüye, yoksulluğa ve faşizme karşı verilen gündelik tepkileri gündelik olmaktan çıkartarak daha büyük siyasal bir hedefin parçası haline getirme hamlesi olarak yorumlanabilir.
Bunu, amacın vurgulandığı giriş yazısındaki “…halkın direniş gücünün arttırılması” vurgusundan ve genel yönelimler içinde yer alan “…zamlara ve hayat pahalılığına karşı mücadele ile faşist baskı ve zulme karşı mücadeleyi birleştirmek” vurgusundan anlayabiliriz. Bu iki vurguya özellikle önem atfetmek gerekiyor.
Nedir “halkın direniş gücü”? Nasıl arttırılır? Devrimciler, güçler dengesini önemser, planlarını ve taktiklerini stratejik bir akılla bu güçler dengesini hesaba katarak yaparlar. Ancak güçler dengesini, verili ve sabit bir durum olarak değil halk güçlerinin lehine dönüştürecek hamleleri gerçekleştirmek için ele alırlar. Tam da bu yüzden halkın sömürü ve yoksulluğa verdiği tepkiyle, o sömürü ve yoksulluk devam etsin diye var olan faşizme karşı mücadeleyi birleştirmek gerektiğinin altı çiziliyor ve “halkın direniş gücünü arttırma” hedefi konuluyor. Peki, maden faşizm sömürü ve yoksulluğun devam ettirilmesi, yönetilmesi için var, o zaman neden halkın tepkisi zaten doğal olarak ikisine karşı birleşik değil? Tam bu noktada “…faşist güçlerin yalan ve demagojilerinin açığa çıkarılması” kampanya amaçlarının arasında sıralanıyor.
Faşizmin yalan ve demagojileri yaygın bilinen bir niteliğidir. Ancak bazı durumlarda devrimciler dahi bu yalan ve demagojilerin esas amacını kaçırıp onun kendisiyle ilgilenmeye başladıklarında yaşanılan gerçeklikle, çizilen tasvirler arasındaki bağ kopar. Bir süre sonra gerçekle değil tasvirle ilgilenmeye başlarken bulabiliriz kendimizi.
Sık bilinen yalanlar “Vatan ve milletin bölünmesi, dinin elden gitmesi, (o dönem açısından) Rus (Sovyet) işgali tehdidi… aslında yoksulluk ve sömürü altında ezilen halkın ortaya çıkan direnme eğilimlerinin sisteme, devlete yönelmesinin önüne geçmek içindir. Bu basit bilgiyi vurgulamak herkesin bildiğini tekrarlamak amacıyla değil tam da bu koşullar altında Devrimcilerin, var olan bir örnek üzerinden hangi yöntemle, bu soruna karşı mücadele ettiğini tartışmaya açmak için yapıldı. Yöntem “…halkın direniş gücünün arttırılması”. Yani eski(meyen) bir tabirle halka gitmek, gerçekleri açıklamak, gerçekler doğrultusunda, direniş eğilimleri doğrultusunda örgütlü gücün arttırılması. Faşist demagoji ve yalanların sınıf mücadelesi içinde, yoksul halk gerçekliği içerisinde çürütülmesi. Zaten bahsettiğimiz özel sayının son sayfasında “Faşizm yalan-demagoji ve sahtekarlığa dayanır” başlıklı ayrıntılı bir yazıyla faşist örgütlenmelerin sınıfsal karakteri somut örneklerle ele alınıyor ve yalanlarla gerçekler arasında belirleyici olanın “…devrimcilerin halk yığınlarını bilinçlendirecek bir çalışma yapıp yapmamalarına” bağlı olduğu vurgulanıyor.
Yine aynı özel sayının manşet yazısını bitirirken faşizmi yoksulluk, yokluk, kuyruk, işsizlik-pahalılık olarak tasvir ediyor ve “Emekçilere” diye başlayan çağrılarla faşizmi teşhir ve tecrit etmek, faşistleri fabrikalardan, okullardan ve mahallelerden def etmek vurgularıyla bitiriyor. Yani faşizme karşı somut mücadele mekanlarını da ayağını basacağı zemini de tarif ediyor.
Buraya kadar faşizmin tasviri, sınıfsal olarak kavranışı ve faşizme karşı mücadelenin öznesi ve mekanına dair birçok vurgunun olması aslında faşizme karşı pratik mücadelenin, örgütlenmenin nereden gelişeceğini bize gösteriyor. Ancak bu özel sayıyı ele almayı bitirmeden, faşizme karşı siyasal mücadelenin de değerlendirilmesi için kritik bir noktayı vurgulamak gerekli.
“’Halkın Umudu CHP’ hayalleri yıkılmalıdır!” Bu çarpıcı başlıkla çıkan yazı, faşizme karşı mücadelede bağımsız devrimci politikanın önemine vurgudur. Ve aynı zamanda hareketin bağımsız devrimci bir hatta oturma çabasının ifadesidir. Bu çabanın çok somut bir yansımasını sonraki sayılarda okur mektupları olarak yayımlanan kampanya süreci değerlendirme yazılarında görebiliyoruz. Ankara Balgat’tan yazılan bir mektubu yayınlarken spota çekilen şu paragraf her şeyi anlatıyor:
“Kampanya, önceleri halk tarafından kendilerini pek ilgilendirmeyen, olsa olsa ‘köpekçilerle’ durmadan kavga eden, ara sıra evlerine bildiri bırakan, dergi satan ‘mahallenin gençleri’ olarak görülen devrimcilerin, Balgat halkıyla bağlarını sıkılaştıran, devrimcilerin mücadelelerinin haklı bir mücadele olduğunu ve bu mücadelenin bizzat kendi mücadeleleri olduğunu kavramalarına yol açan bir katalizör oldu.”[2]
Kampanyanın bir özel sayıyla ilan edilmesinden sonra başlayan çalışmalar, Devrimci Yol’un 10. sayısının orta sayfasında detaylı bir değerlendirmeye tabi tutuluyor. Değişik halk kesimlerini temsil eden kuruluşların, dernek ve sendikaların kampanyaya katıldıklarının beyanları, küçük üretici mitingleri, tartışmalı kahve toplantıları, pazar yerlerinde düzenlenen “korsan miting”ler, asılan pankartlar, duvar yazılamaları aracılığıyla faşizmin ve pahalılığın teşhir edilmesi… Tam bir seferberlik* hali.
Aynı orta sayfa bölümü üzerinden devam edersek, gecekondulu halkın kampanyaya gösterdiği yoğun ilgi ve bu ilgiyle birlikte kampanyanın halka gerçekleri açıklama kampanyasına, halka devrimcilerin mücadelesini anlatabilme imkanına nasıl dönüştüğüne de detaylı yer verilmiş.
“…4 Ekim salı günü Tuzluçayır pazar yerinde toplanan yurtseverler, faşist zulmü ve hayat pahalılığını protesto etmişlerdir. Mitingde yapılan konuşmada, ‘pahalılık ve zulmün içinde yaşadığımız düzenin zorunlu sonuçları olduğu, emperyalizm ve işbirlikçilerin iktidarına son vermeden, yani halkın demokratik iktidarını kurmadan faşizm ve pahalılıktan kurtulunamayacağı’ belirtilmiştir.”
O dönem açısından yoksul halk hareketinin ve işçi sınıfı hareketinin soyut bir kurguya dayanmadığını, gerçek bir hareket olarak geliştiğini de not etmek gerekir. Bunlar zaten Devrimci Yol dergilerinin içerisinde tam o aralıkta çıkan haberlere göz gezdirerek bile saptanabilir. “Grevci Hekimhan İşçilerine Selam!”, Niğde’de gerçekleştirilen “Taban fiyatlarını ve pahalılığı protesto” mitingi, “Öğretmen mücadelesinin önündeki engeller aşılacaktır” yazısı ve “Emperyalizme ve Faşizme karşı Devrimci Öğretmen-Kasım başında çıkıyor” ilanı, 1 Mayıs Mahallesi halkının yıkımlara karşı direnişi, Edirne Kartaltepe Mensucat işçileri haberi, MTA Afşin Sondaj Kampı işçileri, Edirne inşaat işçileri örgütlenmesi haberi ve son olarak arka kapakta bulunan Aşkale maden işçileri direnişi ve Yeraltı Maden-İş örgütlenmesi… Bunlar sadece 10. sayıda bulunan somut halk ve işçi direnişleri haberleri, yazıları.
Bu da göstermektedir ki devrimciler bir yandan, okullarda, mahallelerde, işyerlerinde halkın gelişen mücadelesinin içinde örgütçü olurken bir yandan da somut siyasal düşüncelerini kampanya aracılığıyla halka anlatıp bu iki yön arasında bir birlik kurmaya çalışıyorlar.
10. sayı sonrasında çıkan 6. özel sayı yine kampanya doğrultusunda yapılan geniş çalışmalara yer veriyor. Yurdun dört bir yanında örgütlenen mitingler, devrimcilerin sinema salonlarından kahvehanelere kadar her yeri bir ajitasyon mekanına dönüştürmesi, Ankara ve İstanbul’da kampanya doğrultusunda yapılan büyük panellerin haberleri. Bu panellerde konuşmacıların arasında CHP’li ve TİP’li isimlerin olması da ilgi çekici. Devrimci Yol ideolojik mücadeleyi en sert biçimde yürütürken, faşizme karşı mücadele anlayışı içerisinde ortak kürsüler oluşturmayı ve onların aracılığıyla tartışmayı da ihmal etmiyor.
Kampanyanın nasıl bir konjonktür içerisinde sürdürüldüğünü, yani aslında amaçlarını da açığa çıkartacak şekilde başka bir kritik değerlendirme daha 6. özel sayıda yer almakta. “Siyasi gelişmeler” başlığını taşıyan ana yazı MC (Milliyetçi Cephe) hükümetinin kendi iç krizlerini göstermekte, Adalet Partililer ve MHP’liler arasında yaşanan sürtüşmelere değinmekte, “ilerici” basın dışında burjuva gazetelerde de bu noktada değinmeler yer aldığını vurgulamaktadır. Bunun bir yanını da MC hükümetinin emperyalistlerin istekleri doğrultusunda “iç talebi” kısan, para değerini düşüren, taban fiyatlarını düşük tutan bütün sömürü politikalarına rağmen yine de emperyalistlerin ve hâkim sınıfların bütün isteklerini karşılayamaması sorunu olduğunu belirten yazıda bunun bir CHP hükümeti ya da MHP’nin olmadığı AP-CHP koalisyonu ihtimali doğurduğunun altı çiziliyor. Ve can alıcı noktaya geliyor:
“Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Bugünkü MC yerine, gene sömürücülerin, parababalarının çıkarlarına hizmet edecek olsa bile bir AP-CHP ya da MHP’nin yer almadığı başka bir CHP’li hükümet halk için ehven-i şer sayılmaz mı? Bugünkü MC çetesinden daha az kötü bir çözüm sayılmaz mı? Belki, bu soruya bir ölçüde olumlu cevap verilebilir. Ve kuşkusuz, bizim için, halk için, böyle bir gelişmeye karşılık (bunun bütün olumsuz yanlarına rağmen) MC’yi savunmak gibi bir tercihimiz söz konusu olamaz. Biz iktidardaki zalimlere karşı bütün gücümüzle mücadele ederiz. Ama bu mücadelemizi herhangi bir CHP’li hükümet oluşturma hedefi ile daraltmayız. Halka böyle bir gelişmeyi umut olarak gösterebilecek, halkın ufkunu daraltabilecek bir tutum içinde olmayız. Biz halk düşmanlarına ve zalimlere karşı emekçi halkın kurtuluşu doğrultusunda, bütün halkın demokratik iktidarı doğrultusunda mücadele ederiz.
Halk düşmanı faşist MC çetesinin yıkılması, bunun yerine bir CHP’li hükümetin oluşması, halkın devrimci mücadelesinin bir yan sonucu olarak gündeme gelebilir.”[3]
Seçim sürecinin o dönemde de tıpkı bugün olduğu gibi halkın genel beklentileriyle devrimci mücadelenin amaçları arasında kafa karıştırıcı bir etki yarattığını görüyoruz. Bu siyasal değerlendirme yazısının yer aldığı özel sayıdan sonra çıkan 11. sayı da tam olarak bunu görüyor ve “Zamcılara oy yok, zalimlere oy yok, faşistlere oy yok!” başlığını taşıyor. Bu başlık ilerleyen sayfalarda yer alan “Kampanya çalışmaları ve yerel seçimler” yazısının içeriğinde somutlaştırılıyor ve “CHP’nin desteklenmemesi demek CHP’ye kaybettirmek için ne lazımsa yapmak anlamına gelmez. Bugün esas hedefimiz başta MHP ve AP olmak üzere faşist MC çetesidir. Geniş kitleler içinde CHP’yi teşhir etme görevimizi sürdürmekle birlikte esas çabamızı bu faşist güçlerin halk içinde tecrit edilmesine yönelteceğiz” ifadeleri yer alıyor. Bu ifadeler bize gösteriyor ki, esas düşmanı belirlerken ve ona karşı mücadele ederken, karşısında yer alan “ehven-i şer”e yedeklenen değil bağımsız devrimci bir siyaseti var eden bir kitle çalışması hayata geçiriliyor.
Böyle bir kitle çalışmasının etkileri Çorum Osmancık’tan yazılan kampanya değerlendirme yazısında görülebiliyor. “Devrimcilerin faşist zulme ve pahalılığa karşı mücadele, propaganda ve teşhir kampanyası (ev ev, mahalle mahalle, köy köy yapılan çalışmalar) sonucunda eskiden MHP, AP ve gericiliğin hâkim olduğu Osmancık’ta hiçbir burjuva partisi belediye seçimiyle ilgili aday gösterememektedir” ve “Bugüne kadar devrimcilerin kararlı bir şekilde faşist zulme ve pahalılığa karşı mücadele etmeleri ve siyasi teşhir ve tecrit kampanyası yürütmeleri sonucu faşistlerden çözülmeler olmuştur. Nurcular ve Süleymancılar Ülkü Ocaklarından ayrılmış, onlara tavır almış, genişçe bir sempatizan grup da devrimci saflara katılmıştır” ifadeleri gösteriyor ki, tutarlı ve bağımsız bir devrimci siyasal propaganda çıkarı devrimde olan ama manipüle olmuş halk kesimlerinde doğru bir etki yaratabiliyor.
Kampanya süreci, o dönem bütün halk ve işçi direnişlerinin yanında bir de yerel seçimler etrafında politik tartışmalara katılan halk kesimlerine devrimcilerin politik görüşlerini aktarmada ve bu dolayımla kitleselleşmede, örgütlenmekte başarılı bir süreç olarak geçmiş gibi duruyor. Ancak bu sürecin sonunda kritik öneme sahip bir başka nokta kampanya bittikten sonra 12. sayıda bölgelerden Devrimci Yol taraftarlarının mektupları aracılığıyla kamuoyuna açık bir şekilde öz eleştirel değerlendirmeler yapılmasıdır. O dönemde ülkenin en büyük devrimci hareketlerinden biri kimseden çekinmeden, saklamadan açık bir şekilde kendi eksikliklerini tespit edebiliyor ve tartışıyor.
12. sayıda sırasıyla Dersim’den, Adana’dan, Elmadağ’dan, İzmir’den, Antalya’dan, Afşin’den, Balgat’tan değerlendirme yazılarıyla olumlu ve olumsuz birçok değerlendirmeyi görebiliyoruz. Kampanya sürecinin iyi örgütlenebildiği yerlerden Antalya ve Elmadağ’da bu süreç sonunda Direniş Komiteleri kurulabildiğini görüyoruz. Yukarıda da değindiğimiz Balgat örneği gibi halkın devrimcileri bağımsız siyasi bir güç olarak kabul ettiği örneklere rastlıyoruz.
İzmir’den yapılan ve bolca özeleştiri içeren değerlendirmede “Kampanya geniş kitlelerle bağ kurmamızın bir aracı olarak sürdürülemedi… Bu durum dar pratikçi ve ‘sekter’ bir çalışmanın devam etmesi, ‘kadromsu unsurların’ kendilerini geliştirememesi gibi olumsuzlukları ifade etmektedir” vurgusu kritik önemdedir. Geniş kitlelerle bağ kurmanın sorunlarına eğilen değerlendirme yazısının ve bütün süreçte kitle çalışmalarında yaşanan aksaklıkların da etkisiyle olacak ki, 12. sayıda Devrimci Yol dergisinin arka kapağında Georgi Dimitrof’un “Halk için konuşmalı ve yazmalıyız” yazısı yerleştirilmiş. “Yazarken ya da konuşurken daima sıradan işçiyi düşünmek gerekir; sıradan işçi seni anlamalı, çağrına inanmalı ve seni kararlılıkla izlemelidir. Kime yazdığını ve kime konuştuğunu düşünmek gerekir!..” vurgusu da öne çıkarılmış. Kolektif örgütçü olarak yayın aracının kadrolarıyla kurduğu eğitsel ilişkinin çok somut bir yansımasıdır bu durum. Eksikliklerin saptanması, özeleştirel değerlendirmelerin yapılması ve o eksiklikleri giderecek bir yayın faaliyetinin hayata geçirilmesinin basit bir örneğidir.
Devrimci Yol dergisi 9. sayıda “Zamlara karşı mücadele faşizme karşı mücadeleden ayrılamaz” vurgusunu yaparak belirginleştirmeye başladığı çizgisini bu yazının tamamında yer alan, dergi sayfalarındaki haberlere, değerlendirme yazılarına ve mektuplara yansıdığı gibi bir kampanya aracılığıyla halka taşımıştır. Devrimci Yol kadroları da bu süreç içerisinde faşizme karşı mücadelenin gerekliliklerini yerine getirirken aynı zamanda halkın gündelik sorunları içerisinde ve onun içerisinden halk örgütlenmeleri kurmanın olanaklarını yakalayarak kitle örgütçüleri haline gelen aşamayı kat etmiştir. Bu, halk hareketiyle devrimci çizginin buluşma anıdır ve bu kampanya süreci ilk yazıda da belirttiğimiz gibi gelişen halk hareketine yönelik politik bir müdahaledir. Bu deneyim bize politik müdahalenin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Halkın gündelik sorunlarından beslenen, oradan kavramsallaştırmalarla dilini oluşturan, kendi kadrolarını da bu doğrultuda eğiten bir hareket olarak Devrimci Yol’un bu hamlesi, bu topraklarda toplumsallaşmayı başarmış bir hareketin deneyiminden faydalanmak için özenle üstünde durulması gereken bir noktadır.
Bir sonraki yazıda, 15 Ocak 1978 “Halkın Devrimci Talepleri Mitingi” bağlamında bir değerlendirmeyle dönemin programatik yaklaşımının kitlesel biçimde nasıl ortaya çıktığını ve bunun bağımsız devrimci siyasetin inşası noktasında nerede durduğunu daha kısa bir şekilde değerlendireceğiz.
Dipnotlar:
* Kampanya (Campaing) sözcüğünün karşılığı seferberliktir. Çoğu zaman bir siyasal kampanya faaliyetiyle reklam faaliyetinin anlamı birbirine karışsa da esas olarak siyasal faaliyetin konusu olan kampanya süreçleri bir seferberlik sürecidir.
[1] Devrimci Yol Dergisi, Özel Sayı: 4, Faşist Zulme ve Pahalılığa Karşı Direniş Kampanyası
[2] Devrimci Yol Dergisi, Sayı 12, sf. 15
[3] Devrimci Yol Dergisi, Özel Sayı: 6, Siyasal Gelişmeler yazısı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.