İşyerlerindeki tezgahlar, araçlar, kişisel koruyucu donanımlar; kimyasal maruziyet limitleri belirlenirken “standart” olarak alınan belli bir erkek işçi bedenine göre düzenleniyor
Daha bilgisi üretilirken cinsiyetli olan bir alana dikkati çekmek feminist bir müdahale, bir gereklilik. Anketlerinden, standartlarına, eğitim içeriğindeki bilgilerden, yasalarına ve uygulamalarına, işçi sağlığı iş güvenliği cinsiyetli bir konudur. Bu argümana ilk itiraz bu verilerde cinsiyetin belirtilmediği, “herkes”i kapsadığıdır; ama bilgi üretilirken cinsiyetin belirtilmediği durumlarda o “standart beden”in belli bir kalıbı karşılayan erkek bedeni olduğunu bilecek kadar uzun zaman patriyarkal sistem içinde yaşadığımızı düşünüyorum.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre işçi sağlığı, tüm mesleklerdeki işçilerin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hallerinin en üstün düzeyde tutulması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi çalışmalarıdır. Türkiye’de meslek hastalıklarının raporlanma oranı çok düşükken ve işçi sağlığı ancak ölümlerle gündemimize gelirken işyerlerinde ruhsal ve sosyal yönden iyilik halinin ne kadar dikkate alındığını tahmin etmek güç değil. Kadın işçiler için konuyu ele alırken hem cinsiyetlendirilmiş ücretli işlerin sağlığa etkisini tartışmak, hem özgül sorunlarını, hem de toplumsal cinsiyetten kaynaklı yaşadığı ayrımcılık ve işe gelirken yüklendiği hane içindeki emeğin etkilerini göz önünde bulundurmak, bununla beraber de LGBTİ+ işçilerin yaşadığı ayrımcılığın bir işçi sağlığı sorunu olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Kadın işçilerin sağlığı, 19. yy’ın ikinci yarısında kapitalizmin kitlesel üretime geçtiği dönemde, ucuz iş gücü olan kadınların en azından işe devam edebilmesi, daha fazla sömürülebilmesi fikri ile gündeme geliyor! Kadın işçilerin korunmasına dair taleplerin birinci dalga feminizmin yükseldiği dönemde dillendirildiğini söyleyebiliriz. Sufrajet hareketindeki işçiler bulundukları kadın derneklerinde de kadın işçilerin taleplerinin politikasını yapar. İlk metinlere de örnek olarak II. Enternasyonel’de Clara Zetkin’in önerisiyle oluşturulan kararlar işaret edilir. Bu dönem kadın işçiler için daha çok dillendirilen gece çalışmasına dair yasaklar, iş saatlerinin azaltılması ve annelik haklarıdır. İkinci dalga feminizmle birlikte sendikalarda faaliyet yürüten feministler mevcut isig anlayışındaki cinsiyeti görmezden gelen uygulamaları teşhir etti. O zamandan inşasına başlanan toplumsal cinsiyeti göz önünde bulunduran bir işçi sağlığı iş güvenliği anlayışı için bugün de feministler daha kapsayıcı bir perspektif sunuyor.
ILO’nun hükümetler, İSİG otoriteleri, işveren ve işçilere dönük “işçi sağlığı ve iş güvenliğinde toplumsal cinsiyeti ana akımlaştırma” üzerine tavsiye niteliğinde kılavuzları olsa da sermayenin çıkarlarına göre şekillenen hükümetler için bir bağlayıcılığı olmadığından yönetmeliklere yoğun bir etkisi olduğunu söylenemez. Bazı global firmalar için bir prestij ve işçi refahını artırarak daha fazla emek sömürebilme “kalite uygulamaları”nda çeşitli deneyimler ve “proje”ler olsa da ana anlayışta hala cinsiyetlendirilmiş işler ve cinsiyetçi uygulamalar devam ediyor. İşveren “işçiye uygun işyeri” düzenlemesini masraf olarak görmeye ve “işe uygun işçi” alımına devam ediyor. Bu yaklaşım “beklenen” erkek işçi bedeni dışındaki tüm bedenleri işyerinde risklere açık hale getiriyor.
Türkiye’de kadının işçi sağlığına değinen yönetmelikleri sıralayacak olursak: 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda «Risk değerlendirmesi yapılırken aşağıdaki hususlar dikkate alınır: Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu.» şeklinde geçmektedir. Bununla beraber şu yönetmelikler vardır; “Gebe veya emziren kadınların çalıştırılma şartlarıyla emzirme odaları ve çocuk bakım yurtlarına dair yönetmelik”, “Analık izni veya ücretsiz izin sonrası yapılacak kısmi süreli çalışmalar hakkında yönetmelik” ve “Kadın çalışanların gece postalarında çalıştırılma koşulları hakkında yönetmelik (bunda da gebelik ve annelik durumuna değinilmektedir)”. Burada “kadın işçinin sağlığı” yaklaşımında en ciddi sorun kadını “yürüyen rahim” olarak değerlendirip önlemlerin özellikle doğurganlığın korunmasına indirgenmesidir.
İşin cinsiyetlendirilmesi de bir yandan işçi sağlığı sorunudur bir yandan da iş güvenliği önlemi adı altında kadınların bazı sektörlerden uzaklaştırılmasının aracıdır. Kadınlar gece çalışmasından, madenlerden uzaklaştırılırken; bu alanlardaki iş güvenliği sorunu göz önünde bulundurulduğunda kadınların uzaklaştırılmasının değil bu alandaki düzenlemelerin tüm işçileri kapsaması gerektiğini söyleyebiliriz. Rowbotham “Kadının Gizlenmiş Tarihi”nde 1842’de Doğu İskoçya’da kadınların madende çalışması yasaklanırken, hayatta kalabilmek için, birçoğunun erkek kılığında madenlere indiğini anlatmaktadır.
Cinsiyetçi emek piyasalarında, erkeklerin işleri daha ağır ve tehlikeli işler olarak tanımlanır ve regüle edilmeye çalışılır; daha merkezi bir konu olarak görülür. Kadın işi olarak görülen sektörlerde daha tekrarlı, monoton, statik efor harcanan ve ergonomi sorununa, yaşanan cinsiyet ayrımcılığına dayalı fiziksel ve mental sağlıkla ilişkili sorunlar daha tali olarak değerlendirilir. İş cinayetleri rakamlarında erkek işçi sayısının fazla olması, kadınların yoğun çalıştığı iş kollarının güvenli olduğu yanılsaması yaratır (Türkiye’de işçi sınıfına açılmış bir savaşmışçasına binlerce işçinin hayatını kaybettiği durumda ‘rakam’ kelimesini istemeyerek sadece bir olguyu anlatmak için kullandığımı belirtmek isterim). Messing “One-Eyed Science: Occupational Health and Women Workers”ta bu yaklaşımın içinden çıkılmaz bir daireye dönüştüğünü söylüyor: araştırmacılar kadınların sağlık problemlerinde iş ile ilişkili bir sebep aramıyor, bu sebepler sunulmuyor, böylece kadınların sağlık problemleri «biyolojik ya da psikolojik doğalarına» bağlanıyor.
İşyerlerindeki tezgahlar, araçlar, kişisel koruyucu donanımlar; kimyasal maruziyet limitleri belirlenirken “standart” olarak alınan belli bir erkek işçi bedenine göre düzenleniyor. Peki patriyarkal bir anlayışla şekillenen işyerleri ve işçi sağlığı uygulamalarının kadın işçilere yansıması nasıl oluyor? Tekrara dayalı işlerden kaynaklı kas iskelet problemleri; artrit, romatizma, karpal tünel sendromu ve çeşitli eklemlerde enflamasyon, deri hastalıkları; kötü iklimlendirilmiş ortamlarda düzensiz ve ağrılı regl, ağır menopoz; çalışma koşullarına bağlı meme kanseri, düşük, rahim sarkması; psikolojik rahatsızlıklar; çalışma stresi ve katı çalışma saatlerine bağlı libido azalması; hane içindeki ücretsiz görünmeyen emek ile daimi bir çifte mesaiye bağlı iş kazalarına daha açık hale gelmesi, çalıştığı işyerinde kimyasala maruziyetine ilave olarak hane içindeki temizlik kimyasallara maruziyeti; ailevi işler sırtına yük edildiği için izinlerini hep bunlara harcaması ve kendisi hasta olduğunda izin alma fırsatının olmaması. Ayrıca hem ücretli ev işçisi kadınlar hem de ücretsiz ev içi emek veren kadınlar temizlik malzemelerine bağlı zehirlenme, alerji, yüksekten düşme, kas-iskelet hastalıkları yaşamaktadır ancak bunlar da İSİG tartışmalarına konu edilmemektedir.
LGBTİ+ işçileri de kapsamayan İSİG anlayışı ve risk analizlerinin değişmesi gerekiyor. İşe alımda ve işyerinde kimliğine bağlı maruz kaldığı cinsiyetçilik, işyerinde kimliğini gizlemek zorunda olma, kendisine sansür uygulama hali de işçi sağlığının konusu olmalıdır. Bu durum kronik stres, depresyon, anksiyete, psikososyal risklere ve işçinin İSG kaynaklı problemlere daha açık olmasına sebep oluyor. LGBTİ+ işçilerin çalışma koşulları ve İSİG durumları hakkında yakın zamana kadar kısıtlı bir veri vardı ve bunun sebebi de yine araştırmalar/anketlerin LGBTİ+’ları dahil edecek şekilde tasarlanmamış olması ve katılımcılara cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğinin sorulmamış olması; buna ek olarak da işe girişte ve işyerinde yaşanan/yaşanması muhtemel ayrımcılıkla başa çıkabilmek için işçinin görünürlüğünü minimize etmesi.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğine toplumsal cinsiyet çerçevesinden bakmamız eksikleri ve cinsiyetçiliğini teşhir etmemiz gerekiyor. Yönetmeliklerden, İSİG uzmanlık eğitimlerine, işyerlerindeki risk analizlerinden uygulamalara, sendikaların politikalarından işçiler olarak kendi bakış açımıza kadar bir dönüşüme ihtiyacımız var. Bu alanla ilgili feministlerin sözü yaygınlaştırması, politikasını üretmesi, sendikalard(l)a çalışma yürütmesi kilit bir önemde. Eğitimler ve yönetmelikleri de mücadelemizle değiştirebiliriz. Türkiye’de kadın ve LGBTİ+ işçilerin sağlığını odağına ve gündemine alan emek ve meslek örgütleri için de öncelikle buralardaki cinsiyetçiliğin aşındırılması gerekiyor (bazı arkadaşlarımız bulundukları sendikalarda bu bakış açısını işlemek için emek veriyor). Hadi hem hayal edelim, hem harekete geçelim. Kadın ve lubunya işçileri, ihtiyaçlarını, özgül risklerini görebilen bir işçi sağlığı iş güvenliği politikası mümkün.
* Bu konuyu sık sık gündeme getiren, bana da fikirleriyle yol gösteren Necla Akgökçe’ye ve Kadın İşçi’nin “Kadın İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” atölyesine ayrıca teşekkürler.
Not: Bu başlık 6331 sayılı yasanın 10. yılında konuşulmadı! Sendikacı bir yol arkadaşım DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB’nin 11-12 Kasım 2022’de düzenlediği “6331 Sayılı Yasa’nın 10. yılında Türkiye’de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” etkinliğinin düzenlemesine toplumsal cinsiyet açısından bir değerlendirme sunmam için adımı önerdi. Düzenlemede olan kişi beni önerdiğinde, öğrenciliğimden bu yana örgütlü olduğum, birçok kurulunda emek verdiğim, uzun yıllar KMO İstanbul biriminde şube başkanlığı yaptığım üst örgütüm TMMOB tarafından “O kişi olmaz” denerek reddedildi. Sebebinin örgüt içerisinde patriyarkayla her daim mücadele etmem (birçok yol arkadaşımla) ve feminist kimliğim olduğunu bilsem de yazılı olarak bir gerekçe talep ettiğimde de “Elimizde konuyla ilgili bilgi belge bulunmamaktadır” yanıtını aldım. Patriyarka arkasında iz bırakmadan çalışıyor öyle ya. Emek ve meslek örgütlerinde de kadın mücadelesi yürütürken makbul sınırlar beklentisi var yılların eskitemediği iktidar odaklarında, eşitlik mücadelesi içeriye dönük olduğunda bu durumla karşılaşan birçok arkadaşım var. Hem içerideki hem dışarıdaki feminist ve LGBTİ+ hareketin büyüdüğünü göz önünde bulundurduğumuzda, bu patriyarkal anlayışların devam edemeyeceğini söyleyebiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.