dönüştürücü siyaset açısından kimlikler sadece belli bir ezilme ve sömürülme ilişkisinde ezilene ve sömürülene işaret ettiğinde anlamlı. bu açıdan baktığımızda kürt olmanın politik bir karşılığı var ama türkiye’de türk olmanın yok! antifaşist mücadele bu insanları türklükten çıkarıp emekçi kimliklerini hatırlatmak zorunda
geçen yazıda iyi parti seçmeni, sempatizanı murat ağırel’in kendisinden solcu olarak bahsettiğini yazmıştım. aradan bir hafta ya geçti ya geçmedi, soner yalçın, sanıkların sosyal medya hesaplarında dahi açıkça öso bağlantıları görüldüğü halde, etrafında bir toz bulutu oluşturulan istiklal caddesi saldırısının pkk eliyle yapıldığını iddia ettiği bir yazı yazdı. kulaktan dolma bilgilerini de serpelediği ve tsk’nin ırak ve suriye topraklarına yönelik hava saldırısına zemin hazırlayanların arasına katıldığı yazısında solculuktan bahsediyor.
şunu hatırlatmak gerekiyor maalesef. antiemperyalizm dünyanın her yerinde yayılmacılığa karşı çıkmayı gerektirir. yani abd vatandaşıysanız da abd emperyalizmine karşı çıkmayı; ki komünistler, dünyanın her yerinde vatan haini suçlamasıyla karşı kaşıya kalacaklarını bile bile kendi devletlerinin yayılmacı, sömürgeci, emperyalist politikalarını eleştirmekten geri kalmadılar.
bir nokta daha var. bugünün sapla samanın birbirine bilerek karıştırıldığı ortamında milliyetçilik, emperyalizm karşıtlığının bir biçimi olarak savunuluyor, bu doğru değil. kendi yurdunun bağımsızlığını ve devletinin egemenliğini savunmakla kendi ulusunun başka uluslardan üstün olduğunu savunmak arasında bir ilişki yok.[1]
faşizme karşı ideolojik mücadele bütün bunları teşhir etmek için de gerekli. ama iş burada bitmiyor bence. siyasetin, toplumu olumlu yönde dönüştürmenin kolektif bir faaliyet olduğunu da unutmamak gerekiyor.
türkiye tarihinde nihal atsız gibi kafatası ölçen, hitler hayranı, türkleri üstün sanan kişilikler var. ama bugün, türk, gayrimüslim ve kürt olmayan demek, ve kürt de büyük ölçüde politik bir tanım. meral akşener’in bile kürt kardeşleri olduğu için değil, kürt ulusal kimliği kürt özgürlük hareketiyle oluştuğu için.
türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşu, bir türk ulusal kimliğinin oluşturulması süreci tabii ki politik ama bütün cumhuriyet tarihini ve bugünü açıklamakta etkili değil, bugün politika üretmekte yararlı değil. çünkü bütün türklerin türk milliyetçiliğine ihtiyacı yok. devletin, yayılmacı siyasetinden çıkarı olanların ve kapitalistlerin buna ihtiyacı var.
türk milliyetçiliği yakın tarihte birkaç farklı biçimde tezahür etti; türkiye cumhuriyeti’nin vatandaşı olan herkesi türk saymak yani inkârcılık bunlardan biri.[2] ama zaman içinde, türklerin bu topraklarda yaşayan herkesten üstün olduğuna dair bir ırkçılığa dönüştü. kürtler ve gayrimüslimler hâlâ kâğıt üzerinde türklerle aynı yasal haklara sahip ama bu, tehlike altında oldukları gerçeğini değiştirmiyor. o tehlike faşist şiddet. bununla mücadele konusuna geçen yazıda değindim. faşist ideoloji ve unsurları faşist şiddeti mümkün, anlaşılır, meşru ve tolere edilebilir kılıyor ama tıpatıp aynı şey olmadıklarını söylemeye gerek yok.
paşa büyükkayaer’in adına aşina olabilirsiniz.[3] üniversite yıllarında, birçok saldırıda rol alan bu adam, şule çet davasında sanıklardan birinin avukatlığını yapmış. cezasızlığa üniversite yıllarından alışmış olacak, adliye otoparkında silahlı çatışmaya karışmış, gözaltına alınmış. paşa büyükkayaer tipik bir örnek.[4] bu adamlar her yerde karşımıza çıkabilir, kimi daha dindar, kimi türkleri üstün sanıyor, hepsi kadınların kendisi kadar (burayı istediğimiz gibi doldurabilirsiniz; güçlü, akıllı, cesur…) olmadığına inanıyor, ibne şakası yapıyor. böyle bir adamla, böyle adamlarla mücadele birçok farklı yöntem gerektiriyor. bunların başında erkek olarak onlara benzememek geliyor, tabii. ikinci önemli nokta, bu insanların suçla, cezasızlıktan kaynaklanan cüretlerinin cesaret olarak okunmasıyla elde ettikleri itibarı yıkmak. bu tipoloji, erkekliğin biçimlerinden biri; birçok genç adamın, bu tür bir cürete özendiğini tahmin etmek güç değil. bu tipolojideki erkeklere karşı mücadele etmek, ona özenenlere karşı teşhir etmek ve yeni rol modelleri kurmak gerekiyor; güçlü ve haklı olan, gücünü haklılığından alan rol modelleri ki onun ilk adımı altını çizeyim onlara hiçbir biçimde benzememek ve bu, onlarla aynı dilde konuşmamayı da kapsıyor.[5]
güçlülük meselesine dönmek istiyorum. şu an ve geçmişte, muhalif insanlar çeşitli düzeylerde baskı görüyor, gördü. bunların teşhiri önemli. ama bir ideolojik tema olarak, sadece gördüğümüz baskıdan ve bunun karşısındaki korkusuzluğumuzdan bahsetmek ne derece doğru? korkusuzluk konusunda birazdan değinmek üzere hatırlatmak istiyorum: haklı olmak, insanları ikna etmek için çok önemli tabii ama ikna olanların bile sürekli baskı ve şiddet gören bir topluluğa katılmakta isteksiz olmalarını anlamak gerek. bizim hem zaferlere hem de geçmiş zaferlerimizi anlatmaya ihtiyacımız var.
bizi korkutamazsınız!
cesaret saygıdeğer bir özellik; baskı, eziyet, hapis, riski vb. karşısında korkusuz davrananlar ve canını hiçe sayanlar tabii ki saygı görür. ama bu, anlatımızın merkezinde yer alıyorsa dervişlerin gördüğü saygıyı görürüz. oysa bizim için gereken, cesareti bulaştırabilmek!
bir kere daha altını çizeyim; faşist şiddet sadece muhalifleri hedef almaz. siyasetle hiçbir ilgisi olmasa da örneğin göçmenler ya da lgbti+’lar gündelik olarak faşist şiddete maruz kalıyor. o yüzden, devlet şiddeti ve faşist şiddete karşı kullandığımız “korkmuyoruz!” yetersiz.[6] mesele, başlıkta da ifade etmeye çalıştığım gibi, kimsenin korkutulmaması. faşist şiddetin hedefi olanların korkutulmaması için nasıl bir hat izlemeli? tabii ki onların yanında olarak.
örneğin bir mahallede translara yönelik sistematik saldırılar varsa, herhangi bir feminist, sol, lgbti+ grubun bu konuda yapacağı bir açıklama, saldırı altında olan insanların kendilerini yalnız hissetmemelerini sağladığı için çok değerli. ama kendini yalnız hissetmemek, bir duygu durumu, şiddetle baş etmek konusunda cesaret verebilir ama yeterli değil. saldırganlara karşı hukuki süreçler işletmek de çok değerli ama siz de tahmin edersiniz ki birçok vakada bu, karakolda ağırlanmaları ve salınmalarıyla sonuçlanıyor. o yüzden etkili bir dayanışma, örneğin o mahallede, o insanlarla birlikte nöbet tutmak gibi destekleri içeriyor.[7] çünkü anti-faşist siyasetin yürütücüsü kim olursa olsun, öznesi tüm baskı görenler, o anlamda dayanışma sadece politik figürler arasında cereyan edecek bir olgu değil.
türk, sünni, erkek, hetero, cis
erkeklerin patriyarkal üretim ilişkileri içinde egemen oldukları ve kadınların emeğine, bedenine, kimliğine el koydukları yani hem sömürü hem de baskı uyguladıkları doğru. yine patriyarkanın ürettiği heteroseksizmin ve cisseksizmin eşcinsellerin ve transların baskı altına alınmasına sebep olduğu da doğru. bu baskının fiziksel şiddet ve cinayete kadar vardığını da biliyoruz.
türk ve sünni meselesine gelmeden önce şunu hatırlatmak istiyorum. kapitalizm en az patriyarka kadar güçlü, yaygın ve egemen bir üretim biçimi. bunları yazmak tuhaf geliyor ama emekçilerin sömürülmesi ve baskı altına anlamına geliyor. bu gerçeği içermeyen herhangi bir bakış açısının tarihi ve günümüzü anlama, tahlil etme gücü yok.
geçtiğimiz yüzyılların tarihi bundan -ve yukarıda tanımlamaya çalıştığım patriyarkadan- ibaret değil. sömürgecilik, yerleşimci sömürgecilik ve emperyalizm başka ayrımcılık biçimlerine ihtiyaç duydu, bunlar tarih içinde varlığını sürdürüyor, zaman zaman, bugün de kapitalizmi biçimlendiriyor. ırkçılığı ve milliyetçiliği görmeden artık dünyanın hemen her ülkesinde var olan göçmenlerin maruz kaldığı sömürü ilişkilerini anlamak mümkün değil.
ara başlıkta andığım kategorilere, şu veya bu biçimde geniş emekçi yığınların rızasını üretmek için başvurulduğuna değinmiştim. tarihin farklı aşamalarında farklı sonuçları olan ırkçılık ve milliyetçilik aynı anlama gelmez, milliyetçilik makul, ırkçılık kabul edilmez değil, ırkçılık milliyetçiliğin katmerli bir biçimi de değil.
bütün ulusal kimlikler gibi kürt ulusal kimliği de tarih içinde inşa oldu, hâlâ bir kürdün kürtlükten vazgeçmesi, kendini türk sayması ve saydırması mümkün; anadilinden, çocuklarına kendi dilinde isim koymaktan vb. vazgeçerek.[8] yukarıda da değindim; bugün savunucuların türk milliyetçiliği olarak tanımladıkları siyasal hat, yabancı düşmanlığı vb. çizgileri olsa da esas olarak kürtlere karşı ırkçılık şeklinde biçimleniyor. faşist şiddet de bunun üzerinde yükseliyor.
ama kürtlerin gördüğü baskıdan türklerin somut, sistematik bir çıkarı yok. ayrımcılığa uğramamak bir ayrıcalık ama çıkar değil. ya da şunu sorayım; madımak katliamı’ndan sünnilerin ne gibi bir çıkarı var? yani örneğin burjuvazi ile emekçiler arasındaki sömürü ilişkisine benzer bir ilişki kürtler ve türkler, sünniler ve aleviler arasında yok.[9] nitekim türkiye’de barış siyaseti, türklerin de, bu kirli ve gereksiz savaştan zarar gördüğünü, barış masasının onların da çıkarına olduğunu fark ederek yürütüldü, yürütülüyor.
varlıklarını, geçimlerini devletin ve egemenlerin aparatı olmakta bulan, bilme imkânları olduğu halde, bilmemeyi seçen veya bilmezden gelen, gazeteci, entelektüel, yazar vb. ideolojik üretim yapanları bir kenara koyuyorum.
ama sadece devletin, burjuvazinin ve patriyarkanın ideolojik aygıtlarından haber, fikir ve bilgi alma şansı olan, üstün olduğuna inandırılarak maruz kaldığı sömürüye ikna edilen, hayal kırıklıklarını unutması beklenen türk’e, sünni’ye, hetero ve cis’e ne demeliyiz?
dönüştürücü siyaset açısından kimlikler sadece belli bir ezilme ve sömürülme ilişkisinde ezilene ve sömürülene işaret ettiğinde anlamlı. bu açıdan baktığımızda kürt olmanın politik bir karşılığı var ama türkiye’de türk olmanın yok! antifaşist mücadele bu insanları türklükten çıkarıp emekçi kimliklerini hatırlatmak zorunda.
popülizm halk siyaseti mi
popülist siyasetle halk için siyaset arasında önemli bir fark var. biri halkın mevcut ideolojik formasyonuna uygun olacak şekilde, seçmen davranışını dikkate alarak söylem üretir, politik olarak bildiğini okur, egemenlerin çıkarlarını koruyacak uygulamalar yapar. halk için siyasetse halkın çıkarlarını savunur. popülist siyaset faşist ideolojiyi hem kurgular, hem de yönetmek için unsurlarına ihtiyaç duyar. aile korunmalıdır, ulus korunmalıdır… ama bu tutumun sadece sağ siyasete mahsus olduğu düşünülmemeli, türkiye’de siyasal yelpazenin solunda konumlandırılan partiler arasında kürtlerle ilgili konuşma konusundaki isteksizlik de seçmen davranışına göre siyaset yapmanın bir sonucu.
popülist olarak tanımlanan partiler, özellikle avrupa’da söylemlerini faşist ideolojinin unsurları üzerine kuruyor. ama bu sadece avrupa’da değil, türkiye’de de benzer şeyler görüyoruz. araçla amaç arasında bir uyum olması gerektiği çok söylenir ve doğrudur. aynı şekilde, politik sözle, onu kitlelere ulaştıracak araçlar arasında da bir uyum olması gerekiyor. bu araçların kolay üretilmediğinin farkındayım, yüz yüze ilişkilerin önemini hatırlatmalıyım, çok uzun yazdım, buraya kadar gelenlere teşekkürler. son olarak vurgulamak istediğim şu: muhalif siyaset vicdanlara seslenerek yaygınlaşmaz, insanların çıkarlarını onlara göstererek büyür. altını çizeyim, çıkarlarını ve -bu sefer başka bir anlamda- anlayacakları dille.
dipnotlar:
[1] arapçada ilkine vatani ikincisine kavmiya deniyor.
[2] bu, örneğin israil’in filistinlilere uyguladığı ırkçı ayrımcı apartheid’den farklı. israil vatandaşı filistinliler yahudilerle aynı yasal haklara sahip değil.
[3] https://sendika.org/2022/11/cebeci-kampusu-doner-bicakli-saldirgani-pasa-buyukkayaer-adliye-otoparkindaki-silahli-kavganin-ardindan-gozaltinda-671209/
[4] şule çet davasındaki rolü bunlardan biri ama şunu da söylemeliyim: erkek şiddeti faili solcu erkekleri solcu avukatların savunduğu durumlara da şahidim.
[5] “senin ananı…”ya geçmeniz için iki twit yetiyorsa onlarla çok fazla benzerliğiniz vardır.
[6] kadın hareketinin çok sık kullandığı o harika slogan, “korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz” sadece devlet şiddetini değil, belki ondan daha fazla erkek şiddetini kastediyor.
[7] geçmişte, 2012 yılında avcılar’da yaşayan ve çalışan trans kadınlara yönelik saldırılar olmuştu, o sırada oraya lgbti+ hareketten insanlar gitti ve güçlü bir direniş örgütlendi.
[8] baskı ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalmamak için oruç vb. sünni ritüelleri benimsemiş aleviler olduğunu da biliyoruz.
[9] tabii güncel bir durumdan söz ediyorum. geçmişte, gayrimüslimlerin mülküne el konulmasını gözardı etmiyorum.