faşizmle mücadele: hiç kimseyi korkutmalarına izin yok! (1)

faşizm ikna ederek değil, korkutarak, sindirerek hakim olur. o yüzden güçlenmek çok önemli çünkü faşist şiddet haklılıkla değil güçlülükle örgütlenir. yükseldiği her yerde, karşısında onunla baş edebilecek, somut bir güçle çıkmak gerekiyor. bu, yuvalandığı yerlerde güç kazanmaktan genel olarak güç kazanmaya, haberleşme ve pratik dayanışma ağları kurmaktan ideolojik mücadeleye, propaganda araçlarının imaline kadar çok çeşitli mücadele biçimlerini içeriyor

faşizmle mücadele: hiç kimseyi korkutmalarına izin yok! (1)

şaday ya da altı köşeli yıldız, bilindiği gibi yahudiliğin simgelerinden biri. naziler, yine bilindiği gibi, yahudileri kamusal alanda, iki sarı üçgenin üst üste gelmesinden oluşan şaday şeklinde rozetler takmaya zorlamıştı. aynı şekilde, eşcinsel erkekler pembe, lezbiyenler de siyah üçgen takmak zorundaydı ve toplama kamplarında katledilenler arasında onlar da vardı.

bunu öğrenmemiz zaman aldı. nitekim “önce yahudileri götürdüler, sesimi çıkartmadım” diye başlayan, alman papaz martin niemöller’e atfedilen ünlü meselde eşcinsellerden de, aynı dönemde büyük bir katliama uğrayan çingenelerden de bahsedilmiyor.

sağ-sol çatışması yok, faşist saldırılar var

recai ünal 1980 yılında günlük demokrat gazetesinde çalışıyordu, gazetecilik öğrencisiydi. bir yaz günü işyerinden çıkıp karagümrük’teki evine giderken kaçırıldı, ertesi sabah bedeni işkence görmüş ve iple boğulmuş halde, bir battaniyeye sarılı olarak evinin yakınlarında bulundu. ölü bedenine “fatih’te hiçbir komünist cezasız kalmayacaktır” yazan, türk islam intikam birliği imzalı bir not bırakılmıştı. 1980 darbesinden sonra, recai ünal’ın öldürülmesiyle ilgili istanbul ülkü ocağı başkanı ismail hakkı cerrahoğlu yargılandı. cerrahoğlu chp’li muhtar yaşar baki duru ile öğretmen halis babacan cinayetlerinden de yargılandı ama davalar zaman aşımına uğradı.[1]

1960’ların sonrasından itibaren ivmelenerek yükselen faşist şiddet, alevilere yönelik akıl almaz vahşette katliamların yanı sıra, gündelik olarak da solu hedef alıyordu. üniversitelerde başlayan saldırılar ve buna karşı mücadele kısa zamanda başka alanlara da yayıldı. grevdeki işçilerden solcu bilinen entelektüellere, eski tüfek solculara[2] kadar pek çok insan bu saldırıların hedefinde oldu.[3] amaç sadece solu pasifize etmek değil, halka korku salmaktı. o yüzden önder kadrolar kadar hatta daha fazla, simge isimler ve çok aktif olmasa da solcu olduğu bilinen insanlar seçiliyor, her gün birkaç kişi öldürülüyordu. bir yaşam alanına ikna ve taraftar kazanarak değil, tehdit, korku ve sindirmeyle hakim olmak faşist hareketin temel ayırt edici özelliklerinden biri oldu.

türkiye’de yönetimin sadece parlamenter siyasetin araçlarıyla şekillendirilmediğini biliyoruz, diğer güçlerin toplamına ister derin devlet deyin, ister kontrgerilla, ister hepsi birden… ama şu açık bu güçlerin faaliyetleri yasalarla sınırlanmaz, yasalarla açıklanamaz. askeri vesayetle açıklamanın yetersiz olduğunu son yirmi yıl göstermiştir sanırım. parlamenter araçların halkı ikna yöntemleri tartışılır ama bu güçler onlara da başvurmadan baskıyla hareket eder, türkiye’de devlete içkindirler, seçim vb. yöntemlerle tasfiyeleri mümkün değil. devletin tanımıyla ilgili tartışmalara girmeyeceğim ancak faşizmin türkiye’de, sadece kitleler içinde örgütlenip onların desteğiyle iktidar olan bir yönetim biçimi olduğunu söylemek doğru değil. o yüzden ben de, o dönemle ilgili, ispanya devrimi’nin efsane sloganı “non pasaran”ın çevirisi olarak tasarlanmış “faşizme geçit yok”u değil, “kahrolsun faşizm”i tercih ederim. ama bu geçit verilmemesi gereken faşist güçler olmadığı anlamına gelmiyor.

geçen yaza dönelim

deniz poyraz, 17 haziran 2021 günü, hastalanan annesinin yerine nöbetçi olarak gittiği hdp izmir il binasında, onur gencer tarafından işkence yapılarak öldürüldü. hdp’liler, binada daha kalabalık bir toplantı olmasının söz konusu olduğunu ama son anda ertelendiğini açıkladı. yani gencer büyük bir katliam yapmak niyetindeydi. dava sürüyor, onur gencer’in yakalandığı sırada polislerden nasıl yumuşak tavırlar gördüğünü, mahkemede deniz poyraz’ın yakınlarına küfür ettiğini okumuşunuzdur, internetteki bayrak önünde kurt işareti yaparken fotoğraflarını görenleriniz de vardır.

devletin hoşgörüsüne ziyadesiyle mazhar olsa da “sivil” olan, zaman zaman yukarıda andığım parlamento dışı, devlet içi siyasi güçlerin araçsallaştırdığı ama kimi zaman da bağımsız hareket edebilen, faşist ideolojinin bütün unsurlarını -ırkçılık, cinsiyetçilik, eşcinsel ve trans düşmanlığı- benimseyen insanlar ve gruplar var.[4] bu insanların ve grupların arasında kadınların da bulunduğunun farkındayım ama şunu unutmamak gerek. devletin, şiddet tekelini erkeklerle paylaştığını biliyoruz, görüyoruz. bu tekel ya da daha doğru ifadeyle bu hak, tekil erkeklere verildiği kadar, faşist politikalar üzerinden bu gruplara aktarılıyor. o yüzden faşist örgütlenmeler, erkekliğin önemli bir parçası olan erkek şiddetinin kolaylıkla akabildiği kanallar oluyor.

faşizm baskıdan ibaret değil

her baskıcı düşünce ya da her baskıcı rejim faşist değil, bu hiçbir işimize yaramayan bir toptancılık.  faşizm, kapitalizmin, belli kriz anlarında ihtiyaç duyduğu yönetme biçimi. ama yine sermaye birikiminin yani kapitalizmin araçları olan emperyalizm, sömürgecilik ve yerleşimci sömürgeciliğin dünyanın farklı yerlerinde ürettiği ayrımcılık modelleri ve patriyarkanın işlemesinde büyük işlevi olan cinsiyetçilik, heteroseksizm, cisseksizmin özellikle şiddet aracılığıyla sürdürülmesi, faşist şiddetin yüzlerini oluşturuyor. çünkü bunlar üzerinden üretilen faşist düşünce, baskı rejimini ayakta tutan mekanizmalardan biri. ama bundan fazlası da var.

türk, sünni, hetero, cis, erkekler postmodern düşüncenin kimi temsilcileri tarafından, haksız biçimde “egemen” sayılıyor, zaman zaman da çoğunluk oldukları varsayılıyor.[5] bu insanlar yukarıda andığım ayrımcılık biçimlerine maruz kalmıyor ama kapitalizmin ve savaş politikalarının yükünü taşıyorlar ve onlara benimsetilen faşist düşünce biçimi, sömürülmelerine ve zayi edilmelerine rıza göstermelerini sağlıyor: evet, 20 yaşında, hiç bilmediğin bir toprakta, tam olarak ne olduğunu bilmediğin bir savaşta can vermekten kurtulduğunda, berbat bir işte, asgari ücretin altında çalıştığın için kendini şanslı sayacaksın ama unutma, senin damarlarında asil bir kan akıyor, dünyanın hakimi olacak ırktansın, ehl-i sünnetsin ve erkek oğlu erkeksin, vur senden aşağı olanlara, alem dinlesin!

yani faşist şiddet, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu hem korku ortamını hem de rıza mekanizmalarını sağlıyor.

o yüzden, kürtlere, ermenilere, yahudilere,[6] göçmenlere, alevilere, eşcinsellere, translara yönelik faşist şiddete geçit vermemek faşizme -ve burjuva egemenliğine- karşı mücadelenin önemli bir parçası.

burada bir parantez açıp devam edeceğim. kadınlara yönelik erkek şiddeti bunlardan farklı çünkü imha etmek, ortadan kaldırmak, bu topraklardan silmek gibi ifadelerle açıklanan bir “temizlik” değil, itaat ettirmeyi hedefliyor.[7] bu ikisi, belki benzer araçlar kullansa da farklı şeyler.

haklı değil güçlü

faşizmden, diktatörlükten çok sık söz edildiğini ama buna rağmen demokratik dönemlere mahsus araçlarla siyaset yapıldığını görüyorum. oysa faşist şiddet, teşhir edilerek, kınanarak, lanetlenerek ya da hukuki süreçler işletilerek engellenebilecek bir şey değil. yukarıda değindiğim noktayı hatırlatayım. faşizm ikna ederek değil, korkutarak, sindirerek hakim olur. o yüzden güçlenmek çok önemli çünkü faşist şiddet haklılıkla değil güçlülükle örgütlenir. siyaseti sadece psikolojiyle açıklamak mümkün değil ama bu konunun psikolojik bir boyutu da var, ezilmekten yılmış kalabalıklar güçlünün yanında durmayı tercih ediyor. o yüzden yükseldiği her yerde, karşısında onunla baş edebilecek, somut bir güçle çıkmak gerekiyor. bu, yuvalandığı yerlerde güç kazanmaktan genel olarak güç kazanmaya, haberleşme ve pratik dayanışma ağları kurmaktan ideolojik mücadeleye, propaganda araçlarının imaline kadar çok çeşitli mücadele biçimlerini içeriyor. şunu hatırlatayım, bir mahallede, örneğin suriyeli göçmenlere karşı şiddet yükselip onların canını tehdit ettiğinde, onlar mahalleyi terk ettikten sonra bile her şey eski haline dönmez çünkü o dehşeti yaratan güç kendini kanıtlamıştır ve hedef değiştirir. örneğin, o mahallede kürtler ve yalnız yaşayan kadınlar da rahat edemez hale gelir.

ama işin ideolojik yönü de çok önemli. geçenlerde halk tv’de, bir programda, yeniçağ yazarı, görüşleri iyiparti’ye yakın olan murat ağırel’in kendisinden solcu olarak bahsettiğine şahit oldum.[8] çünkü akp karşıtlığının solculuk sayıldığı bir noktadayız. ya da tam tersi; solculuğun akp karşıtlığından ibaret sayıldığı bir noktada. solculuk, bu topraklarda tabii ki akp’ye karşı olmayı, laikliği savunmayı gerektiriyor ama iyiparti çizgisi solculuk değil, solcu olmamak ayıp da değil. ama milliyetçilik başta olmak üzere birçok ayrımcılık biçimini içeren faşist ideolojiye karşı ideolojik mücadeleyle hattı çizmek gerekiyor. yani güçe karşı güç, haksızlığa karşı haklı olmak gerekiyor; farkındayım; söylemesi kolay!

bir feminist olarak anladığım, gördüğüm faşist şiddetin, erkek şiddetinin toplu, örgütlü biçimlerinden biri de olduğu. 25 kasım yaklaşmışken ve erkek şiddetini bir kere daha lanetlerken, bunun üzerine de düşünebiliriz belki.

Dipnotlar:

[1] https://www.academia.edu/45684219/%C3%96LD%C3%9CR%C3%9CLEN_GAZETEC%C4%B0LER_1905_2017_

[2] ilk aklıma gelen örnekler, sevinç özgüner, mihri belli, kemal işler. dr. kemal işler’in vurulması özellikle dikkat çekici bir olay. işler, yoksulların yaşadığı bir semt olduğu için kasımpaşa’da muayenehane açmış solcu hekimlerden biriydi. (diğer iki isim, müeyyet boratav ve ildeniz kurtulan) semtte yaşayanlar, kendilerine çok ucuza, paraları olmadığında bedava bakan bu hekimleri çok seviyordu. kemal işler, sağın güçlü olduğu kasımpaşa’da vuruldu, ölmedi, tekerlekli iskemleye mahkum kaldı ama kendisini vuranın, çok sevildiği mahallenin gençlerinden biri olduğuna inanamadı.

[3] bunların arasında ermeniler, yahudiler, rumlar, eşcinseller var mıydı? bununla ilgili en azından benim bir bilgim yok. ama o yıllarda üniversitede okurken hem faşistlerin hem de solcuların tepkisiyle karşılaştığını anlatan eşcinsellerle tanıştım.

[4] faşist ideolojinin faşizmden farklı olduğunu hatırlatmak istiyorum. aralarında bağlar bulunmakla birlikte faşizm bir ideoloji değil, bir yönetme biçimi.

[5] örneği türkiye’den vermeyi tercih ettim. bu tipolojinin çoğunluk olduğu doğru değil, egemen olması da izafi. çünkü patriyarkal ilişkiler içinde egemenlik sahibi ve hakim milliyet ve mezhepten olsa da ezici çoğunluğu kapitalizmin sömürüleni.

[6] ve kamusal alandaki kurumlarına.

[7] aynı sebeple kadın kırımı ya da cins kırımı terimlerini kullanmayı da doğru bulmuyorum. tek tek erkeklerin de, erkek egemenliğinin de kadınlara ihtiyacı var.

[8] 8 kasım gecesi, erkan baş’ın da konuk olduğu kayda geçsin programı.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur