İş cinayetlerini önlemenin en etkili yolu işçi denetimi, örgütlenmesidir. İşçi denetimi hukuku, iş güvenliği kurallarını belirler ve bilimsel yöntemlerin pratikte uygulanmasını sağlar. Eğer işçi sağlığı mücadelesini böyle algılamayıp sosyal hukuk devletinin görevleri vb. diye başlarsak işçi sınıfını edilgen bir unsur olarak değerlendirmiş oluruz. Son olarak altını çizmek istiyorum. Almanya’dan bir örnek alalım ama o da “Rosa gibi düşünmek ve Karl’ın dilinden konuşmak” olsun
Türkiye’de hemen her kitlesel iş cinayeti sonrası olumlu bir örnek olarak Almanya veriliyor. Evet, Almanya’da iş cinayetleri sayısı Türkiye’ye göre daha az. Ancak bu durum Almanya’da neoliberal işçi düşmanı bir düzen olduğu gerçeğini görmemizi de engellememeli. Aşağıda geçen ay meydana gelen bir iş cinayeti üzerinden bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Duisburg’da yaklaşık 12 bin Bulgaristanlı göçmen işçi var ve çoğu da Türk kökenli. Şehrin kuzeyinde çoğunlukla Almanca bilmeden ev, iş ve sosyal yardımları kontrol eden mafyatik bir düzen içinde yaşıyorlar. Genelde de büyük sanayi şirketlerinde kiralık-taşeron işçi olarak çok tehlikeli/tehlikeli işlerde, en iyisi asgari ücretle çalışıyor. Dil sorunu, başta iş kanunu olmak üzere temel haklarını öğrenememelerini ve bu haklardan mahkum olmalarını beraberinde getiriyor. Doğal olarak geçici istihdam büroları da Bulgaristanlı işçiler üzerinden büyük karlar elde ediyor. İşçi sağlığı önlemleri ve en görünür biçimleri olan ölümler ve yaralanmalar ise görmezden geliniyor.
Refat Süleyman, 26 yaşındaydı, Bulgaristan Filibe’den Duisburg’a çalışmaya gelmişti. Eleman isimli “geçici istihdam bürosu” tarafından “taşeron şirket” Buchen Umweltservice’e “kiralandı”. Bu şirket de “Alman metal devi” Thyssenkrupp çelik fabrikasının temizlik işlerini yapıyordu ve Refat da bu kapsamda temizlik işçisi olarak çalışmaya başladı.[1]
İkinci işgünü olan 14 Ekim’de sabah molasında en son şirket araçlarından birinde görüldü. Daha sonra mesai arkadaşlarının ve ailesinin bildirmesiyle “kaybolduğu” anlaşıldı. Cansız bedeni üç gün sonra, 17 Ekim’de fabrikanın cüruf havuzundaki atıkta bulundu. Otopsi raporuna göre Refat, kaybolduğu gün birkaç metre derinliğindeki cüruf havuzunda boğulmuştu.
İlerleyen günlerde çoğunluğu Bulgaristanlı göçmen işçilerden oluşan 1000-1500 işçi Refat’ın ölümünü fabrika önüne yaptıkları yürüyüş ile protesto etti.[2] Eylemde temel talep “adalet” idi. Göçmen işçilerin ve yakınlarının Refat’ın ölümüyle ilgili soruları şu şekilde:
Refat’ın iş tanımı fabrika sahasında trafik işaretlerini temizlemek olarak belirtiliyordu. Ölümü sonrası yerel kamu idaresi ve patron da benzer bir şekilde açıklama yapmıştı. Peki neden son derece tehlikeli bir faaliyet olan endüstriyel cüruf havuzunu temizlemekle görevlendirildi? Refat bu görevi neden tek başına ve amirinin gözetimi olmaksızın yerine getirdi? Tehlikeli bir ortamda çalışma konusunda gerekli eğitimi aldı mı?
Tabii ki yapılan protestoların temelinde Refat’ın ölümü ve adalet talebi olsa da talepler daha geniş bir içeriğe sahip: Geçici istihdam bürolarının kaldırılması, kiralık-taşeron işçilerin kadroya alınması ve işçiler arasındaki istihdam biçiminde olan bu ikiliğin kaldırılması…[3]
Refat ile ilgili okuduklarımdan sonra Türkiye’deki benzer bir iş cinayeti aklıma geldi. Veysel Karani Keleşoğlu, 21 yaşındaydı, Şanlıurfalı fakir bir ailenin çocuğuydu. Karnını doyurmak, barınmak, yaşamak için çalışmak dışında bir şansı yoktu. O da bölgede yaşayan birçok genç gibi çalışmak için İstanbul’a geldi. Tanıdıklarının aracılığı ile Sarıyer’de Eroğlu GYO’nun yaptığı “İstanbul’un en prestijli projesi” diye reklamı yapılan Skyland İstanbul Projesinde taşeron Eryap Mühendislik’in alt taşeronu Arkitek isimli alçıpan dekorasyon firmasında çalışmaya başladı.
26 Eylül 2016’da (OHAL döneminde) şantiyenin A bloğunda 45. katta çalışırken ustası merdiven getirmesini istemişti. Daha sonra mesai arkadaşlarının ve ailesinin bildirmesiyle “kaybolduğu” anlaşıldı. Cansız bedenini, bir buçuk gün sonra bir kamyon şoförü moloz döktüğü alanda buldu. İlk bulgulara göre etrafında hiçbir ağ veya koruma çemberi bulunmayan 45. kat şaft boşluğundan molozların arasına düşmüş ve bir buçuk kilometre uzaklıktaki moloz döküm alanına taşınmıştı.[4]
İş cinayetinin toplumda tepkiyle karşılanması üzerine (Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne de konu olmuştu) Eroğlu GYO yaptığı açıklamada Veysel’in gerekli iş güvenliği eğitimlerini aldığı, firmanın kaybolması sonrası gerekli arama ve ihbarı yaptığı, ölüm sebebine dair kesin bir kanaatin bulunmadığı ve konunun adli makamlara havale edildiği belirtildi.
Veysel’in ölümü sonrası şantiyede kitlesel bir eylem yapılmamıştı ancak biriken damlalar içinde en büyüğü olmuştu. Nitekim beş ay sonra Şubat ayında şantiyede çalışan iki bine yakın işçi iş cinayetlerine, kendilerine dayatılan çalışma ve şantiyede kaldıkları koğuşlardaki yaşam koşullarına (koğuşlara günlerdir elektrik verilmemesi, verilen yemeklerin bırakın besleyici olmayı yenilebilir bile olmaması, düzensiz ve sağlıksız barınma) tepki göstererek iş bıraktı. (Veysel de çalışırken koğuşta kalıyordu belirteyim)
Dosya bilirkişiye gitti, uyuşturucu kullandığı iddia edildi (iş cinayeti saptırılmaya çalışıldı) ama adli tabiplikten uyuşturucu testi negatif geldi, işyerine sağlıklı bir şekilde yürüyerek geldiğine dair görüntüler sunuldu ama gelinen noktayı (iddianame hazırlanıp dava açılıp açılmadığını) bilmiyoruz…
Açıkçası bu iki iş cinayeti de neredeyse birbirinin kopyası. Devasa firmalar, kiralık ve taşeron ya da taşeronun taşeronu işçi, işyerinde olmayan güvenlik önlemleri, kaybolan işçiler ve buna rağmen çalışmanın durdurulmayıp devam ettirilmesi, göçmenlik, geleneksel sendikal merkezlerin güvencesiz işçileri örgütlememesi ve bu durumda lafta kalan açıklamaları, diğer yanda mücadeleci sendikalar ve işçi inisiyatiflerinin adalet talepli eylemleri… say say bitmez.
İş cinayetlerini önlemenin en etkili yolu işçi denetimi, örgütlenmesidir.[5] İşçi denetimi hukuku, iş güvenliği kurallarını belirler ve bilimsel yöntemlerin pratikte uygulanmasını sağlar. Eğer işçi sağlığı mücadelesini böyle algılamayıp sosyal hukuk devletinin görevleri vb. diye başlarsak işçi sınıfını edilgen bir unsur olarak değerlendirmiş oluruz. Son olarak altını çizmek istiyorum. Almanya’dan bir örnek alalım ama o da “Rosa gibi düşünmek ve Karl’ın dilinden konuşmak” olsun…
Dipnotlar:
[1] Almanya’da bu çalıştırma biçiminin yasallaştırılması Sosyal Demokratlar ve Yeşiller Partisi koalisyon hükümeti döneminde başlatıldı. İşçi sınıfının tarihsel mücadelelerinin sonucu elde edilen kazanımlar giderek azalıyor.
[2] Refat’ın taşeron şirketlerden birinin patronunun oğluyla kavga ettiği ve bu yüzden öldürüldüğü iddiaları da var. Olabilir ancak yazının ilerleyen kısmında da örnek vereceğim gibi bu gibi iş cinayetlerinde işçinin yakınları ya da patron tarafından kriminal ihtimaller de savunuluyor.
[3] İnternet arama motorlarında bir tarama yapılırsa Refat’ın ölümüne dair kaynaklara ve daha da ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.
[4] Veysel’in de ilk başta adli bir olay sonucu öldürüldüğü iddiaları olmuştu.
[5] İşçi denetimi ayrı bir yazı konusu olsun.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.