Çetin bir kavganın daha çok başındayız. Ama bizden öncekilerden öğreneceklerimiz kadar bizden sonraki devrimcilere de öğreteceklerimiz olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de Devrimci Gençlik’in romantik bir söylemden öte bir gelenek sürdürücülüğünden de hariç bir devrimci kopuşlar örgütü olduğunu tarihe not düşmek için bir kez daha aklımızı ve yüreğimizi ortaya koymaktan çekinmiyoruz
Tarihsel Krizler Eşiğinden Birinde
Geniş yelpazede krizlerle dolu bir dönemden geçiyoruz. Bilinen tabiriyle yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilemediği tarihsel süreçlerden birindeyiz. Tarihin birçok döneminde “tarihsel kriz” ibaresi kullanılmıştır. Dönemin devrimcilerinin üzerine düşen, günün öznel krizlerini saptayabilmek ve oluşturulacak devrimci programın, krizi derinleştirecek yanlarıyla oluşturulmasını sağlamaktır. Pandemiden bu yana altüst oluşlarla geçmiş bir sürecin ardından toplumsal, siyasal, ekonomik bütün krizler tüm dünyada derinleşmiştir. Bugün Türkiye Devrimci Hareketi içinse bütün bu krizlerden bir rota çizebilmek, devrimci hareketin var olan çizgi bulanıklığını giderebilmek için ilk adımdır. Sömürge tipi faşizmin tarihsel krizi olarak nitelendirdiğimiz bir sürecin içerisinde faşizme karşı mücadelenin çoklu görevlerini belirleyebilmek bugün Devrimci Gençlik militanlarnın ilk sorumluluğudur.
Bugün uygarlık krizi olarak tartıştığımız, neoliberalizmin toptan iflası içinde sahte refah düzeyinin dahi artık sürdürülebilirliğinin kalmadığı, meşruluğunu büyük ölçüde yitirdiği bir gerçek. Bu topraklardaki güvencesizleştirilen, geleceksizleştirilen, yaşama hakkı elinden alınan başta işçilerin, gençlerin, kadınların, LGBTİ+ların, ezcümle ezilenler cephesinin sistemle uzlaşır bir tarafı kalmamıştır. Buna karşı gelişen direniş eğilimlerinin ise faşizmin, elindeki şiddet tekeline dayanarak sönümlendirmekten başka bir çaresi yoktur. Sokaktan yükselen en ufak bir hareketlenmeye tahammülsüzlük, siyasal iktidarın geleceğe dair gerçekçi hiçbir planlamasının kalmamasının özgüvensizliğinden gelişmektedir. Ancak siyasal iktidarın krizlerinin bu kadar derinleştiği bir dönemde devrimci hareketin durağanlığı ya da güncel politik atmosferi yakalayamaması dönemin devrimci hareketin yeniden kuruluş sorumluluğunun yeterli doygunluğa ulaşamamasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye Devrimci Hareketinin Bugünü
Uygarlık krizi diye tariflerken bahsettiğimiz kuruculuk; devrimci mücadele zemini, ideolojik, politik, ekonomik, örgütsel, ahlaki, estetik manada bir içeriğe işaret etmektedir. Hiç kimsenin kuşkusu olmadığı gibi bizim de bir kuşkumuz yok ki devrimciler bu sürece dair üstlendikleri kuruculuk sorumluluğuyla birlikte bu krizlerle dolu sürece çeşitli araçlarla müdahil olacaklardır. Artık bugün egemen sınıfların herhangi bir kliğinin iktidara gelmesiyle bu uygarlık krizinin çözülmesi mümkün değildir. Ama bu kadar krizden bahsederken de bu devrimcilerin sorumluluğunu alması gereken kuruluş sürecinin var olan krizini es geçemeyiz. Kaotik ortam, içerisinde doğalında devrimcilerin hareket edeceği zeminleri, kullanacağı olanakları barındırmaktadır. İşte bu an itibariyle devrimci siyasetin bir süredir krizi olarak tartıştığımız şey ortaya çıkan zeminlere nasıl müdahale edeceği konusundaki ezber yöntemlerin veya analize dayalı, önermeden yoksun muğlak fikirlerin birbiriyle olan kısır tartışmalarıdır. Öncelikle tartışmayı, devrimcilerin kullanabileceği araçların herhangi birinin fetişleştirildiği veya tamamen görmezlikten gelindiği yahut iki anlayışı da mahkûm ederken bir şey önermekte pek temkinli olan anlayışlardan kurtarmak gerekiyor. Burada bu cüretle hareket edebilecek bir kadro yoksunluğu tüm devrimci hareketin ortak krizlerinden birisi olarak beliriyor. Uzun dönemdir geçmiş kuşakların deneyimlerini güncele sentezleyerek bir devrimci program oluşturulamamış olması, yeni dönem kuşağın aşması gereken engellerden birisidir.
Aynı şekilde egemenlerin de henüz kendi krizlerine bir çıkış bulamadığı noktada kullanacağı araçları vardır. Ülkemizde faşizm bir devlet biçimi olarak yukarıdan aşağı örgütlenmiştir. Ülkemizde 15 Temmuz sonrası kontrgerilla çekirdeği parçalanmış ve kendisini onaramamıştır. Ama her ne kadar dağınık halde her gün türlü ifşalarla teşhir olan bir kontrgerilla olsa da devletin halihazırda elinde bulunan şiddet tekeliyle AKP-MHP bloğunun ezilenler üzerinde uyguladığı çeşitli pasifikasyon araçları hala mevcuttur. Bunun dışında politik kitle pasifikasyonun daha başka bir sinsi boyutu Boğaziçi Direnişi’nden, üniversitelilerin barınma hakkı mücadelesine ve ülke çapındaki kur eylemliliklerine kadar gördüğümüz iktidarın polisinden daha önce müdahale eden bir sözde iktidar alternatifi olarak Türkiye halklarına adres gösterilen Millet İttifakı vardır.
Faşizm halka karşı ilan edilmiş bir savaştır ve bugün bu savaşın bu topraklardaki yürütücüleri ise AKP-MHP iktidar bloğudur. Burjuva manada yasal ve yasadışı pek çok baskı ve zor aygıtına sahip faşist bir iktidarın karşısında seçim sürecini de kapsayan bir savaş sürecinin içerisindeyiz. İktidar yakın bir tarih olan Boğaziçi Direnişi’nde, üniversitelilere yönelik şafak operasyonları, gözaltılar, tutuklamalar ev hapisleriyle birlikte, güpegündüz üniversitelileri kaçırıp darp etme yöntemlerine dahi başvuruldu. Toplumu eylemlere karşın kutuplaştırmak için Boğaziçi’ndeki sanat sergisini bir anda provakasyona çevirmesi, Yurtsuzlar ve Barınamıyoruz eylemlerine katılan üniversitelilerin tek tek ailelerinin aranması, resmi kurum ve ana akım medya aracılıklarıyla da terörize etmeye çalışması üniversiteliler üzerinden bütün bir topluma korkuyu yayma çabasına dair en yakın örneklerdir. Faşizmin şiddeti meşru gösterecek araçlara, ayrımcılık biçimlerine ihtiyacı vardır. Cezasızlık politikasıyla cüretlendirilen erkekler, devlet ve medya eliyle çeşitli spekülayonlarla tırmandırılan mülteci düşmanlığı bunun birkaç örneğidir. “Gündelik yaşama yayılmış faşist şiddet” olarak karşılaştığımız ve iktidarın ezilenleri yönetme biçimi olarak tarif ettiğimiz kendini iktidarla özdeş sayanların kadınlardan LGBTİ+’lara, Kürtlerden göçmenlere, üniversite öğrencilerine saldırabildiği yöntem bir yandan şiddetlenerek sürerken bir yandan da memleketi açıktan açığa yaşanacak bir çatışma sürecinin eşiğine getirmiştir. Bu bakımdan da krizin devrimcilere sunduğu olanaklar kadar, karşı devrimci egemen güçlere sunduğu olanaklar da mevcuttur. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, sansür yasası, 81 ilde üniversitelere yollanan genelge diye çoğaltabileceğimiz örnekler siyaseti sokaktan yürüten direniş eğilimlerinin güçleneceği alanları kapatmak için uygulanan “yasal” yöntemlerden birkaçıdır. Son olarak Kürt halkına yönelik baskı ve terör politikasına karşı Mersin’de gerçekleşen eylem Kürt Hareketi’nin müdahale etmede kullandığı yöntemin kendi içinde dahi yarattığı tartışma hepimizin malumu oldu. Kısaca ne kadar krize girdi desek de memlekette hala var olan, etkisini sürdüren faşizm gibi temel bir yapı hala mevcuttur. Bugün faşizme karşı mücadelenin bağrında yeşerecek anti-faşist mücadele zeminleri ve faşizmin türlü şiddet aygıtları kendini tartıştırmaktadır, devrimciler tarafından da tartışılmalıdır.
Türkiye devrimci hareketinin belirli dönemlerde benzer krizleri tekrar yaşaması yalnızca emperyalist-kapitalist sistemin krizlerinin tekrar etmesinden değil, devrimci hareketin bir önceki yenilgi süreciyle gerçek bir yüzleşme gerçekleştirmemesinden kaynaklanmaktadır. Devrimci hareketin en büyük tasfiye ve en büyük yenilgi süreçlerinden birisi olarak tanımladığımız 12 Eylül 1980 darbesi başlı başına bir yenilgi yılları okulu olarak ele alınmalıdır. 12 Eylül 1980 yenilgisinin tüm sola günün devrimci görevlerini öteleyen, ertelemeci anlayışın; direnişlere dair kendiliğindenci kavrayışın, eleştirisini verdirten tarafları açığa çıkmış ve bir sonraki kuşak bunun bilinciyle başka bir iradi tutumla süreci örmüş olsa bile yenilginin bıraktığı kronikleşmiş sorunlar bugün dahi aşılamamaktadır. Yakın dönem tarihinde karşımıza çıkan Gezi İsyanı ve ardından AKP faşizminin kurumsallaşma sürecinde devrimci hareketin saldırıları göğüsleyememesi, yanıt üretememesi aşılamayan krizlerin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Suruç’ta Düş Yolcuları’nın, Ankara’da Barış ve Demokrasi mücadelesinde hunharca katledilen yoldaşlarımızın hesabı hala sorulamamıştır. Bu katliamların hesabını sormadığımız sürece yeni katliamlara muhatap olacağımızı biliyoruz. Devrimci hareket artık şunu kavramalıdır ki gerçek yüzleşme ancak sokakta, ders alınmış devrimci pratiklerde gerçekleştirildiği takdirde sağlanabilir.
Gezi Direnişi sonrasında solun popülist ivmelenmesi ‘güç sarhoşluğu’ olarak devrimci harekete yansımış, dönemin yenilgi süreci olarak tarifi, faşizmin katliamlarla beraber kurumsallaşma süreci gerçekleşene kadar fark edilememiştir. Merkezi siyaset, bir başka adıyla “yüksek siyaset” ezilenleri gerçek yaşam alanlarında yakalayamadığı sürece işlevsiz bir araç olmaktan kurtulamamıştır ki yakın tarih bunun dersleriyle doludur. Aleogorik bir anlatım yapacaksak; savaşı düşmanın istediği alanda gerçekleştirmek tarihte büyüklükleriyle anılan komutanların bile düştüğü hatalardandır. Aksi yönden de savaş stratejisinden yoksun bir ordunun sadece savaş alanının bilgisine sahip olarak muharebeye girmesinin de sonucu tarihte hezimetle anılmıştır. Böylesi bir durumla karşılaşmamak için faşizmin kendisini sandıkla onarmaya çalışığı bir dönemeçte devrimci hareket içerisinde sandık siyasetinin nasıl bu kadar meşrulaştığını iyi analiz etmek gerekmektedir. Politik üretimin zayıfladığı, sosyalist iktidar hedefinin kalmadığı koşullarda var olan ilk siyasal alana başvurmak doğaldır ancak tekrar etmekte fayda var: iktidar hedefinin kalmadığı koşullarda! Devrimciler var oldukları her alanı devrimci propaganda yeri olarak kullanmak, işlevlendirmek zorundadırlar. Halkın iradesinin gasp edilmesi elbette devrimci müdahale gerektirir ya da parlementonun kendisi bir ajitasyon alanı olarak kullanılabilir. Ancak bundan fazla bir anlam barındırması bugünün öznelliğinin kavranamaması anlamına gelmektedir. Türkiye’de son 10 yıllık süreci seçimler süreci olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Türkiye tarihinin en büyük halk isyanı sayılan Gezi Direnişi sonrasında akışın bu kadar seçimlerden belirlenmiş olması açıkça göstermektedir ki faşizme karşı mücadelede egemenlerin bizi sıkıştırdığı düzlemin dışında siyasete alternatif bir müdahale kanalı üretilememiştir. Bugün birinden birini tercih etmek zorunda hisseden devrimciler, devrimci siyasetin imkânı için faşizmin tüm sindirme çabalarına rağmen ezilenlerin, bulduğu ilk boşlukta parlayan kimilerinin “saman alevi”, kimilerinin ise “bozkırı tutuşturacak kıvılcım” dediği direniş örneklerine bakabilirler. Dönüp geçmişimize baktığımızda Direniş Komiteleri, ODTÜ ÖTK, Yeni Çeltek, Fatsa, Tariş Direnişi bu küçük kıvılcımların eseri değil midir?
Faşizmin etkisiyle tüm ülkede kitle hareketleri geri çekilirken, sokakları, meydanları terk etmeyen kadın hareketinden, pandeminin ortasında üniversite bitti uğultularını bastıran Boğaziçi Direnişi’nden, güvencesizliğe karşı ekmeğinden de öte artık yaşam hakkı için patronların evlerinin önüne giden, o pek devasa kulelerinin dibinde inatla mücadele eden işçilerden, barınma hakkı için kentlerin meydanlarını, parklarını günlerce direniş alanına çeviren üniversitelilerden bahsederken fiili, meşru, militan kitle muhalefetinin yeni bir yükselişinin ön artçılarına tanık olurken düzen dışı bir devrimci siyaset mümkündür. Mümkündür ve sömürge tipi faşizmin krizi olarak tahlil ettiğimiz bu süreçte faşizme karşı mücadelenin bizleri zorunlu kıldığı çoklu görevler vardır. Bu acil ve çoklu görevleri çatışma alanlarından yalıtık, direniş eğilim ve potansiyellerinden azade aramak bugün devrimci hareketin büyük yanılgısıdır.
Yeniden bir kuruluşun yükümlülüğü devrimcilerin omuzlarındayken günü kurtarmaya yönelik siyasal taktik hamlelerini, herhangi bir ittifaklar düzleminde olup olmamasını ise bugün faşizmi yıkacak, kontrgerilla aygıtını dağıtacak, sosyalizmi bugünün mücadeleleri içerisinde kurarak yarına taşıyacak bir programın eksikliğinde tartışmak en bilinen tabiriyle abesle iştigaldir. Ezilenlerin hareketini, en ufak direniş eğilimini politik iktidar mücadelesine sevk etmeyi, devrim saflarına örgütleyip öncülüğünü ele almayı esas almayan herhangi bir programın da sınıflar mücadelesi tarihinde bir inandırıcılığı bir gerçekliği yoktur. Faşizmin devlet olarak yukarıdan aşağı örgütlendiği ülkemizde politik iktidar mücadelesinin sadece düzen içindeki mücadele pratikleriyle gerçekleşmeyeceğini THKP-C’den Devrimci Yol’a bu tarih bizim dediğimiz siyasal çizgimizden biliyoruz. Tartışma süreçlerinde THKP-C ve Devrimci Yol’un ideolojik, politik, örgütsel bütün mücadele birikimini tasfiye etmeye gayret eden, bütün birikimini düzen içi siyaset düzlemine sıkıştırmaya çalışanlara karşı koyan, kopuşlar geleneğinin bugün hala devamcısı olan Devrimci Gençlik militanları, sorumluluğunun bilincinde olarak, devrimci kopuşlar tarihine bir yenisini daha eklemek için kollarını sıvamışlardır.
Nedir parti?
bir telefon mu, arka odalarda çalan?
Günün kuruculuk ihtiyacı; bencillik, rekabet, kıskançlık, çıkarcılık gibi devrimci bir bilinçte asla olmaması gereken, çürümüş düzene dair üzerinde taşıdığı kirlerden kendini arındıracak bir Devrimci Gençlik kadro kuşağı yaratmanın ihtiyacıdır. Sınıf savaşımının dönemeç noktalarından biri olacak bir süreçte ortaya konacak devrimci iradenin mücadele alanlarına ne gibi kanallar oluşturup nasıl bir bilinci açığa çıkartarak örgütlemesi ve bu dönemin kurucu militanının hangi düşünsel perspektifte şekilleneceği birçok noktasıyla tartışılmalıdır. Güzel yarınlar vadederek, insanlara umut satarak değil yarını bugünden kitle içerisinde verdiğimiz mücadelelerle kuracağız diyorsak inandığımız değerlerle tutarlı bir yaşam kurgusuna sahip olmamız lazım.* Üstüne düşülmesi gereken bir diğer esas konumuz ise herkesin duyduğu ama hiç kimsenin daha önce görmediği, hakkında herkesin bir yorum yaptığı ama bir o kadar da bilmediği sırf bu yüzden de “temel politik görevin proletaryanın devrimci politik partisini inşa etmek…” olduğunu yıllar önce önüne hedef olarak koyan bir hareketin en genç militanlarıyız. Partileşme sürecinin de devrimci parti ile nihayete ermesi asgari olarak ideolojik-politik netliğe ve birliğe sahip bir örgütün varlığı ile mümkünleşir diye tarifliyoruz. Bulunduğumuz her alanda kurduğumuz örgütlerin bir yandan mücadelenin temsilcisi öz-örgütü olarak nitelik kazanması gerekirken bir yandan da bugünün devrimciler örgütünün sağlam temeller üzerinden inşasını önümüze hedef olarak koymak zorundayız. Gençlik mücadelesinin politik örgütlenmesi olan Devrimci Gençlik, pratik mücadelenin öncüleri ve önderlerinin politik birliği olarak geçmişten devraldığı misyonunu bugün yine somut olarak kampüslerde, sokaklarda, meydanlarda yerine getirmektedir. Bir yolun en keskin virajında en sarp ve engebeli kısmında yürüdük, bugün yine yürümekte ısrar ediyoruz.
Gençlik mücadelesi, ideolojik bir tavır alışla varolduğundan diğer muhalefet alanlarına ideolojik yön gösterici bir misyona sahiptir. Kuşkusuz bu ideolojik yön, isçi sınıfının kurtuluş ideolojisidir; sosyalizmdir.
Kabaca tariflemeye çalıştığımızı, tarihten bir örnekle somutlamak gerekirse; Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde 1903’ten itibaren yaşanan ayrışma, devrimci teori ve pratiğin tüm alanlarında olduğu gibi bunun taşıyıcısı olacak kadro kimliği ve niteliği eksenini de kapsıyordu. “Proletarya dahil her sınıfın politik öncüsünün bileşimi hem sınıfın konumuna, hem de mücadelesinin genel biçimine de bağlıdır” diyen Lenin, devamında “Larin, partimizde işçi gençliğin ağırlıkta olmasından, çok az evli işçi olduğundan ve partiyi terk etmelerinden yakınıyor. Rus oportünistinin bu yakınması bana Engels’ten şu anekdotu hatırlattı” diyerek Friedrich Engels’in sözlerini aktarır: “Bizde, devrimin partisinde, gençliğin ağır basması doğal değil mi? Biz geleceğin partisiyiz ve gelecek gençliğindir. Yenilikçilerin partisiyiz, gençlik ise yenilikçilere her zaman severek taraftarlık eder. Biz eskiye, çürümüşlüğe karşı amansız bir savaşın partisiyiz; amansız savaşta ise her zaman ve herkesten önce gençlik hazır olacaktır.”
Politik iktidar hedefinin olanaklı olmasını sağlayacak devrimci bir parti sınıfın en genç ve dinamik unsurları içinde kendini inşa etmek zorundadır. Çünkü proletaryanın devrimci partisi, devrimci sınıfların gençliğinin partisi olursa toplumda kalıcı değişimler gerçekleşebilir.
Çetin bir kavganın daha çok başındayız. Ama bizden öncekilerden öğreneceklerimiz kadar bizden sonraki devrimcilere de öğreteceklerimiz olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de Devrimci Gençlik’in romantik bir söylemden öte bir gelenek sürdürücülüğünden de hariç bir devrimci kopuşlar örgütü olduğunu tarihe not düşmek için bir kez daha aklımızı ve yüreğimizi ortaya koymaktan çekinmiyoruz.
Ne zamandır vurmaktaydı bizi körelmiş bıçaklarıyla
Siyasi tanrıların üniformayla zırhlı kasapları
Yiyerek bir halkın ömründen doymak bilmeden yiyerek
Bilerek acılarımıza hüznümüze ve insan kalabilmiş taraflarımıza
Sevmelerimize sevilmelerimize gülüşümüze dahi kan kusuşu
Yaşamakta ve yaşatmaktaki inatçı yaşamlar
Yüreğimizde sabırla büyüyen öfkeli çocuklar
Babalarını iş yerlerinde analarını viranelerde yitiren çocuklar
çocukken abur cuburu, gençliğinde yaşamları çalınan çocuklar
Avurtları çökmüş ne esmer ne sarışın her renkten çocuklar
vurdukça çelikleşen süngü olacak zulmünüze
Takım elbiseyle takım kara saplı bir bıçak
Değil midir ki hesap günü geldi
Façası en düzgün kalantorun böğrüne genç ellerimizle saplanacak!
Devrimci Gençlik militanlarından yoldaşça selamlar…
Kaynak: Devrimci Gençlik
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.