Kadın hakları savunuculuğu çerçevesi; formel bir eşitlik ve formel bir laiklik söylemiyle neoliberalizmin özel alanı bizzat aileyi dine dayalı referanslarla nasıl inşa ettiğini, kadınların ücretli emek gücüne ve aslında bir bütün olarak kamusal alana katılımını ailenin bir parçası olarak mümkün kıldığını, feminist bir laiklik hedefiyle yola çıkarken kadınları patriyarkal baskının da dini baskının da ilk başladığı yer olan aileden özgürleştirecek politikaların, devlet katındaki laiklikten öte özel/toplumsal alanda sekülarizmin ve sosyal devletin güvenceye alınması sorunu olduğunu görmemekle malul
İran’da kadınlar öncülüğünde molla rejimine karşı süren eylemlerin simgesi başörtüsüne isyan oldu. Jina Amini’nin başörtüsü saçlarını yeterince kapatmadığı için götürüldüğü karakolda maruz kaldığı erkek devlet şiddeti nedeniyle ölmesi, kadınların isyanının fitilini ateşledi. Bu başkaldırı kısa zamanda molla rejimine muhalif bütün kesimleri sokağa dökerken sokak eylemleri ve çatışmalarının yanı sıra genel grev[1] ve okul boykotları başladı. Yükselen isyanın simgesi başörtüsüne direniş olunca isyanın başarı göstergelerinden en önemlisi de kadınlar üzerindeki özellikle örtünme baskının ne kadar aşılacağı haline geldi. Tam da bu yüzden dış politikada bölgesel yayılmacı hedeflerle, hatta Suriye’de yürüyen savaşta fiilen, karşı karşıya gelinen İran’daki isyana karşı burada yükselen destek eylemlerine, AKP devletinin şiddet ile müdahale etmesi şaşırtıcı olmadı. Çünkü İran’da da Türkiye’de de devletin bekâsı, siyasal İslamcı iktidarların gücünü ve meşruiyetini sürdürmesinin en somut göstergesi, İslami kurallara uygun biçimde kadınların baskı altına alınması, örtünmeye zorlanması ve erkeklere bağımlılıklarının sürdürülmesi. Bu nedenle kadınların siyasal İslamcı devletin bekâsına/patriyarkal hukukuna isyanı söz konusu olduğunda Sünni AKP iktidarı, muarızı Şii İran’daki kadınlarla dayanışma eylemleri yapılmasına engel olmaya çalışıyor. AKP iktidarı kadınların isyanının devletlerin sınırlarını aşma potansiyelinin, İstanbul’da ve Diyarbakır’da yapılan İran’daki kadınlarla dayanışma eylemlerinin bir hedefinin de kendi İslamcı erkek egemen baskısı ve devlet yapısı olduğunun farkında.
Kadınlar için örtünmeye zorlanmanın anlamının, İslam’ın içinden bir reform mücadelesinin değil, bizzat başörtüler yakılarak talep edilen özgürlüğün ve “laikliğin” öneminin Türkiye gündeminde de birinci sıraya oturduğu esnada, Kılıçdaroğlu’nun kamuda çalışan kadınlar için başörtüsünü yasal güvenceye bağlama “helalleşmesi” gündeme geldi. Yasa önergesinde kamuda çalışan kadınların kılık kıyafetlerine yönelik herhangi bir zorlama olmamasından bahsedilirken önergenin gerekçesinde sadece yaşam tarzı, din, inanç farklılığı gibi nedenlerle yapılan baskılardan söz ediliyor ve zaten özel vurgu da geçmişteki başörtüsü yasaklarına yapılıyor. Ki Kılıçdaroğlu, yasa önergesini vermeden bir önceki gece sosyal medyada yaptığı açıklamada da kadınlara yönelik tüm kılık kıyafet baskılarından herhangi bir biçimde bahsetmeksizin, amacın başörtüsünü güvenceye almak olduğunu söyledi. Ortada bir gerçek var, on yıl öncesine kadar kadınlar kamuda çalışırken başörtüsü takamıyordu, daha öncesinde yasaklar gevşememişken özellikle 28 Şubat yıllarında çok sayıda genç kadın üniversitelerdeki başörtüsü yasakları nedeniyle öğrenim hakkından mahrum kaldı. O yıllarda CHP, başörtülü kadınların kamuda çalışırken ve üniversite öğrenimi görürken kamusal alandan dışlanmasını devletin bekâ sorunu haline getirip patriyarka ile işbirliği yapıyordu. Bugün artık kamudaki İslamcı kadrolaşma ile seküler giyimli kadınlar sistematik baskı altında kalırken, kız çocukları 10 yaşından itibaren örtünerek okula gidebilirken tehdit olarak başörtüsü yasağına vurgu yapan gerekçesi ile yasal düzenleme önergesi veriyor!
AKP yirmi yıl içinde devletin ideolojik harcına milliyetçiliğin yanı sıra İslamcılığı da eklerken kadrolaşmasını da tamamladı. Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü adımı da tam da bu “devlet kadrolarına” devlette devamlılığın esas olduğunun ışığını yakıyor. Kılıçdaroğlu işçi sınıfının, kadınların ve LGBTİ+ların, Kürt halkının ve tüm diğer ezilenlerin mücadelesine karşı örgütlenen burjuva patriyarkal devletin yeni ideolojik harcının milliyetçilik ve İslamcılık olduğunu kabul ederek Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabını masanın üstüne koyup başörtüsünü yasal güvence altına alma “müjdesi” veriyor. CHP’nin yönetici kadrolarının Boğaziçi Üniversitesi’nde LGBTİ+’lara yönelik devlet saldırısını desteklemesi, ilk etapta Gülşen’in yargılanması karşısında hayırhah tutum alması, İstanbul’da Saraçhane’de örgütlenen LGBTİ+ düşmanı mitinge sessiz kalması, bizzat Kılıçdaroğlu’nun 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde kadınların okunan ezanın direniş seslerini bastırmasına yönelik tepkisi için Erdoğan’a “İspatla, yargıla” demesi ve şimdi de bu önergenin verilmesi bir bütünün parçaları.[2]
28 Şubat sürecinde büyük sermaye, sistemden daha fazla pay isteyen muhafazakâr ve İslamcı sermayeyi, devlet aygıtını ordu eliyle milliyetçilik şemsiyesi altında tahkim ederek sindirmeye çalıştı. Patriyarka ile işbirliği içinde örgütlenen bu hegemonya savaşının somutlaştığı alan, örtünen kadınların kamusal alandan dışlanması çabası oldu. AKP iktidar yılları boyunca bu dengeyi değiştirdi ve esas temsilcisi olduğu sermaye gruplarını devlet iktidarına ve sermaye birikiminden alınan paya daha fazla ortak ederken burjuva siyaseti açısından geri dönülmez biçimde devleti milliyetçilik ile beraber İslamcılık temelinde yeniden inşa etti ve başkanlık rejimiyle de gücünü tahkim etti. AKP 2007-2008 sürecinde, kadınların başörtüsü yasaklarının kalkması için verdiği mücadelenin sesinin en çok duyulduğu dönemde, eski Genelkurmay Başkanı’nı ve ordu komutanlarını yargılayabilirken kadınların mücadelesini görmezden gelme gerekçesi olarak militarizmin baskısını öne sürüyordu. Kamuda çalışanlara başörtüsü yasağının kalktığı 2013’te ise AKP artık başörtüsünü, örtünmeyen kadınlara bir baskı haline getirebilecek kadar güçlendiğinde, devletteki kadrolara hâkimiyetini tamamladığında yasak olmaktan çıkardı.
CHP ve Millet İttifakı tam da bu yeni devletin ideolojik harcına ve kadrolaşmasına uygun bir ittifak olarak, milliyetçilik, İslamcılık, neoliberalizm ve patriyarkanın ittifakını yeni bir makyajla devlette sağlama alma hedefini güdüyor. Devletin restorasyonunu ve yeniden rıza üretir hale gelmesini sağlamak için “yeni devletin” temellerine dokunmadan bir geçiş süreci öngörüyorlar. Hep birlikte ordunun cihatçı selefi çetelerle birlikte Kuzey ve Doğu Suriye’ye girmesine, kaymakam atanmasına ilişkin tezkerelere onay veren CHP, Afrin’de ve Serekaniye’de cihatçı çetelerin kadınlara örtünme zorunluluğu getirmesine ses çıkarmadı. Gelinen noktada büyük sermaye de Millet İttifakı’nda cisimleşen milliyetçi İslamcı ittifakına onay verirken dillerden düşmeyen laikliğin sınırları da patriyarkanın ve devletin milliyetçi yayılmacı politikalarının hegemonyasının başladığı yerde bitiyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışı İslami referanslar ve aileyi güçlendirmek ile meşrulaştıran AKP karşısında sıklıkla, patriyarkayı dini baskıyla eşitleyen bir yaklaşımla feminist mücadelenin önüne laiklik mücadelesinin konulması tartışması söz konusu. Oysa artık, patriyarkanın İslamcı baskı aracılığıyla meşruiyet alanını genişlettiği bir gerçeklik olmakla birlikte, İslamcılığın hükümet politikası sınırlarını aşıp devletin ideolojik temeli ve örgütlenme formu haline geldiğini, patriyarka ile birlikte sadece devleti değil bir bütün olarak özel alanı ve kamusal alanı yeniden inşaya giriştiğini görerek feminist politikanın çerçevesini belirlemek gerekiyor. İslamcılığın devletteki köklerini görmeden AKP ile biteceğini varsayarak milliyetçi modernizmin öne çıktığı Millet İttifakı’na zımni onay veren lobicilik/kadın hakları savunuculuğu çizgisiyle sistem dışı bir feminizm arasında açının oluştuğu alan tam da seçim talepleri gündeminde iyice belirginleşiyor. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş, nafaka gaspı girişimlerine ve tüm kazanılmış hak gasplarına son verecek, formel kadın erkek eşitliğini savunacak, bir aydınlanma çizgisi olarak kadınların istihdama katılmasını sağlayacak politikaları -bu katılımın hangi neoliberal koşullarda gerçekleşeceğine değinmeden- yeterli bulan bir çerçevenin kadınların seçim politikası olarak sunulması söz konusu. Kadın hakları savunuculuğu çerçevesi; formel bir eşitlik ve formel bir laiklik söylemiyle neoliberalizmin özel alanı bizzat aileyi dine dayalı referanslarla nasıl inşa ettiğini, kadınların ücretli emek gücüne ve aslında bir bütün olarak kamusal alana katılımını ailenin bir parçası olarak mümkün kıldığını, feminist bir laiklik hedefiyle yola çıkarken kadınları patriyarkal baskının da dini baskının da ilk başladığı yer olan aileden özgürleştirecek politikaların, devlet katındaki laiklikten öte özel/toplumsal alanda sekülarizmin[3] ve sosyal devletin güvenceye alınması sorunu olduğunu görmemekle malul.
Bugün on binlerce kadınla örgütlenen Feminist Gece Yürüyüşleri ve İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde cisimleşen mücadele ise kadınların erkek şiddetinin ana merkezi olan aileden özgürleşmesinin, ev içinde erkekler için karşılıksız emek harcamamanın politikasını yükseltiyor. Feminist mücadele kadınların, işyerinde cinsel tacize ve kadın olduğu için daha fazla sömürülmesine, bekâret ve makbul kadınlık baskısına, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerine yönelik nefret siyasetine, anadillerinin ve kolektif haklarının gasp edilerek ulusal özgürlük mücadelelerinin bastırılmaya çalışılmasına, göçmen oldukları için yaşadıkları şiddet ve ayrımcılığa karşı, dayanışmasını örgütlüyor. Feminist dayanışma, binlerce faili meçhulün sorumlusu özel timlerle asker kıyafeti giyip poz veren Meral Akşener’le değil erkek devlet şiddetine rağmen başını eğmeden yürüyen Semra Güzel ile dayanışmakta, Jina Amini ve İran’da direnirken hayatını kaybeden tüm kadınlar için büyüyen acının Nagihan Akarsel ile ağır bir öfkeye dönüşmesinde, ete kemiğe bürünüyor.
Bugün de özel alanda erkek egemenliğini aşındıracak, bir bütün olarak toplumsal alanda patriyarkayı geriletecek feminist siyasetin seçim politikası, modernizmle malul bir laiklik önceliğine, lobiciliğe ve ezcümle yasal kazanımlara indirgenemez. Kadın mücadelesinin gücünün CHP, Akşener ve DEVA’yı kadınların onayını almak için İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüşü vaat etmek zorunda bıraktığını, kadın mücadelesinin taleplerini Millet İttifakı’nın çerçevesine çekmek gerekmediğini görerek seçim siyasetini örgütlemek gerekiyor.
Artık feminist hareketin mor feminalı bayraklarda cisimleşen mücadelesinin sesi milyonlarca eve girip kadınlara ulaştığı için kadınlar erkek şiddetine direniyor, boşanıyor ve bu kadın direnişi formel-soyut bir laiklik temelinde yasal kazanımların korunmasının çok ötesine uzanıyor. İkinci dalga feminist hareketin bu topraklarda ortaya çıkışından önce devlet katında belirgin bir laiklik sorunu yoktu ama yine de “Kadınların karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” diyen bir yargı sistemi, kadınların kocalarından resmi izin alarak ev dışında çalışmasını mümkün kılan yasalar söz konusuydu. Bu anlamıyla kadınların dini baskıya ilk elde maruz kaldığı yer olan ailelerden özgürleşmesini mümkün kılacak, aile baskısıyla 10 yaşında örtünmeye başlayıp bir ömür örtünmek zorunda hisseden kadınlara, tek başına devlet katında bir laiklik söylemi değil aileden bağımsız yaşayabilmeleri için seçenekler sunacak, feminist sosyal politikalar esas ihtiyacımız. Kız çocuklarının tarikat yurtlarına değil kamu yurtlarına gönderilebildiği, dini ve milliyetçi baskılardan azade kadın erkek eşitliğini temel alan bir seküler eğitim sistemi hedef olmalı. Genç kadınların üniversite eğitimi esnasında örtünmesi tartışmasız bir hak olmalı ancak ailede, örtünme, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ya da başka sebeplerle baskı ve şiddete maruz kalan genç kadınlar için parasız eğitimin yanı sıra barınma ve karşılıksız burs olanaklarını merkeze alan bir özerk demokratik üniversite talebi öne çıkmalı. Aile baskısı karşısında evden ayrılmak isteyen her kadın için erkek şiddetinden korunmanın yanı sıra barınma ve güvenceli iş olanağı sağlayan bir sosyal devlet mücadelesi öne çıkmalı.
Feminist hareketin yan yana geleceği tüm özgürlük mücadelelerinin, seçim ya da faşizme karşı direniş programlarında, neoliberalizmin (ve tabii aslında kapitalizmin) özel ve toplumsal alandaki, dine, etnisiteye, cinsiyete, heteroseksizme dayalı eşitsizliklerden beslenerek kendini yeniden ürettiğini görecek, seküler bir feminist sosyal politika ile verilecek sosyal devlet mücadelesi hedefi, politik ortaklıkların asgari çerçevesine dâhil olmalı. AKP sonrasında gerçekleştirileceği vaat edilen değişiklikte anayasada, kadınlar için pozitif ayrımcılığa yer verilmesinin ve cinsiyet kimliği ile cinsel yönelimlere ilişkin ayrımcılığın yasaklanmasının, her feminist seçim politikasının ön şartı olması gerekiyor. Ve kuşkusuz örtünen kadınlara kazandıkları, kamusal alanda örtünme haklarının güvencesinin, patriyarkal devletin örtünmeyen kadınları baskı altına alacak yasalarının değil, kadın dayanışması olduğunun altını çizen sistem dışı, seküler bir feminizm bugün ihtiyacımız olan.
Dipnotlar:
[1] İran’daki halk isyanına genel grev çağrısının eşlik etmesi karşısında Gezi isyanında buradaki sendikalar da gerçek bir genel grevin örgütlenmesi için çaba gösterselerdi bugün bambaşka koşullarda yaşıyor olur muyduk diye düşünüyor insan!
[2] Benzer bir vurguyu Gülşen’in tutuklanmasında CHP’nin tutumu üzerine yazığım yazıda yapmıştım. https://kadineki.com/detay/ezan-bayrak-patriyarka-devlet-imam-hatipleri-acan-da-kara-murat-da-hepinizsiniz/ O günden bugüne LGBTİ+lara yönelik saldırıları kışkırtan miting örgütlenmesinde sessiz kalan CHP’nin şimdi de bu önergeyi vermesi sürecin devam edeceğini gösteriyor.
[3] Laikliği devlet bağlamında sekülarizmi ise özel alan ve toplumsal alan bağlamında kullanıyorum. Bu konuda açıklayıcı bir makale olarak bkz. https://ilerihaber.org/yazar/laiklik-ve-sekulerizm-130853.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.