Uğruna dövüşülen menzil ne siliktir ne de belirsiz. Üstüste binen ellerin, birbiri üstüne eklenen tarihsel mücadelelerin kaçınılmaz sonucudur. Ancak o menzile bir an önce varılabilmesi kendini ortaya koymayı ve emek harcamayı gerektirir. Maviş ve Maviş gibiler işte bunun için büyük, bunun için ölümsüzdür
“Seni bizden ne bu kapı ne bu duvar ayıracak/
seni bu kara kara gelen ölüm” (A. Kadir)
Maviş’in yanında götürdükleri, ondan bize kalanlardır aynı zamanda.
Maviş’in beraberinde götürdükleri ihtilalci komünizmin bayrağına yazdıkları, bilincine vardığı günden ölene kadar özenle korudukları ve yeniden yeniden dokuduklarıdır.
Dünyayla hem kavgalıydı Maviş hem sevgili… Kavgalıydı çünkü hayatı boyunca ayrımcılığın ve dışlanmışlığın, yok sayılmanın ve düşman sayılmanın bütün travmalarını yaşamıştı. Dersimliydi, Ermeni’ydi, Kürttü, yoksul bir Aleviydi. Türkiye’de sadece rejimin değil onlarca yıldır beyni yıkanan toplumun gözünde de herbiri başlı başına dışlama ve aşağılama nedeni sayılan bu “aykırılıklar” onun yaşamını ve mücadelesini biçimlendirdi:
“…Yarı Ermeni biri olarak yazılanları, anlatılanları anlamaya, ‘dışımdaki’ acılarla duygudaşlık kurmaya çalışıyorum. Dışımda çünkü, bizde Ermeniliğin anlamı, kötü bir şey yaptığımızda ‘Ermeni tohumu’ olarak aşağılanmakla özdeşti. Hemen hemen Türkiye’deki her çocuk gibi ben de Ermeni kelimesiyle ilk böyle karşılaştım, onu bu ‘kötü’ anlamıyla kavradım. Böyle kavramama ilk ‘yardımcı’ olan Kürt babam mıydı, Ermeni annem mi hatırlamıyorum. Ama mütemadiyen bu cümleyi her ikisinin de tekrarladığını hatırlıyorum.
’90’lı yılların Kürdistanı’ndaki dizginsiz terör ortamında yeni acılar yaşıyorduk. Güncel acılarımız Kürt olmamızdan kaynaklanıyordu. Köyler yakılıyor, insanlar işkencelerde inim inim inletiliyordu. ’38 Dersim Katliamı’nı 10 yaşında bir çocuk olarak yaşayan babam halen, ‘Biz Orta Asya’dan gelen Türkleriz’ diyordu. Bu fikri hiç değişmeyen babam, ’90’lı yıllardaki devlet teröründen fazlasıyla payını aldı. İşte bu şizofreninin tam içine doğduk biz…
Bu kimlik karmaşası yetmez bizim durumumuzu tarif etmeye. Bu karmaşaya bir de Aleviliği eklemek gerekiyor… Eğer bir de en yoksul kesimdenseniz bunları içinize gömerek yaşarsınız. Çektiğiniz acıları sadece siz bilirsiniz. Kısacası ‘diasporanız’ yoktur, siz ve sizinle birlikte yaşananlar vardır.
Kalıcılaşmış, artık ruhun organik bir parçası haline gelmiş yerleşik egemen kodlar, bizde hastalıklı bir ruh halini ifade etmekten öte bir anlam ifade etmiyor. Hangi parçasından tutarsan tut, tek başına çözümünün artık imkansızlaştığı bir bütünsellik ifade diyor. Ben hangisinden tutayım? Ermeni olandan mı, Kürt olandan mı, Alevi olandan mı? Hangisi daha fazla acıtıyor benliğimi, daha fazla yer kaplıyor yüreğimde ve bilincimde?
Bu kimlik bunalımı, nasıl bir şeyle başkalaşıma uğratılabilir, aşılabilir? Geride kalanı artık düzeltemeyiz, bu imkansız. Ama tarihin ileri doğru akışı devam ediyor. Değişimi yaratacak müdahaleler, geleceğe yapılabilir. Gerilere giderek acıları düzeltme şansımız yok.”
*
“Tarihin ileri doğru akışı” onun da yolunu gelecekten bugüne bakanların safına düşürdü. Muhalif oldu, devrimci oldu, sosyalist oldu, komünistleşti sonra… Hayatı boyunca işçilik yaptı, baştan ayağa emekçiydi. Çelimsiz bedenini sakınmadan yıllarca tekstil işçiliği yaptı konfeksiyon atölyelerinde. Ayakları bile yetişmiyordu yere. Çağlayan’da kurdukları Konfeksiyon İşçileri Derneği, Merter, Tuzla Tersaneleri, fırın işçileri, çeşitli işçi havzaları ve inşaat işçilerinin örgütlenmesi: İnşaat-İş!
4. Konferans tamamlandığında Maviş TİKB Merkez Komitesi’ne seçildi. Daha büyük ve daha kapsamlı bir sorumluluk üstlendiğinin farkındaydı. Özellikle “hakkını verebilecek miyim” duygusunun basıncını çok yaşadı. Hiçbir zaman kolay kolay pes etmeyen Mavişçe duruşuyla, yoldaşlarının da omuz vermesiyle üstesinden geldi bu basıncın. Öte yandan o, sorumluluğu zırh olarak kullananlardan değildi; yine cıvıl cıvıl bir işçi yine sevgisini de öfkesini de hiç sakınmasız dile getiren komünist bir önderdi.
*
Maviş’teki o yorulmaz haşarılık içini ısıtır insanın. Hayatiyet kaynağıdır çünkü; yaşamanın, hareket halinde olmanın, bir nehir gibi durmak bilmez bir akışın minicik dalgasıdır… Alışma ve kanıksama çok uzak diyarlardır onun için. Darda kalınca kollarını kolay kolay indirmez yana, başını öte yana çevirmez dertler ve tasalar karşısında, gözlerini kaçırmaz sorunlar önümüze yığıldığında. Biraz muzip, çoğunlukla meraklı ve zeka dolu mavi gözleri “bu dünyadan alacağım var” der gibi bakar.
Onda insanı en büyüleyen şey ise hiç bilmediği bir şey bile olsa onu öğrenme konusunda sergilediği tutkulu ısrardır. İhtiyaç varsa hiç bilmediği sulara balıklama dalardı. Başkalarının kafasında “neden ben” soruları dolaşırken o “ben olmalıyım” diye tüm benliğiyle öne atılır. “Bu işi ben çözeceğim” onun en bilinen lafıdır.
*
Bu nasıl bir doyumsuzluktur?!. Bu nasıl bir dünyayı isteme arzusudur?!. Nasıl bir ideolojik sağlamlık, nasıl dolu dolu bir yoldaşlık bilincidir!.. Ethem Sarısülük yoldaşın polis kurşunuyla katledilmesi üzerine şunları yazan odur:
“En son karşılaştığımızda ise 1 Mayıs için Taksim’i zorluyorduk. Ben ön taraftan size haber vermek için geldim ‘hazırlanın saldırı olacak’. Elimdeki taşı sana doğru uzattım, sen ellerini öne doğru uzattın, her iki elinde de taş vardı, arka tarafı gösterdin. Epey bir taş vardı orada. İşte bu son karşılaşmamız oldu. O gün de ideallerimize uygun bir biçimde çarpıştık. Seni ‘şanslı’ buluyorum, böyle erdemli bir kavgada ölümsüzleştiğin için. Yerinde olmak isterdim. Şimdi bize, senin sesin olmak ve uğruna çarpıştığın idealleri geleceğe taşımak kaldı.”
Taşıdın Maviş, taşıdınız… Bu ‘şans’ kendini hiçbir şeyden sakınmayan sana da güldü.
*
Maviş’in ölümsüzleşmesinden yaklaşık 4 ay sonra Serekaniye’de ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Demhat Günebakan’ın ona hitaben yazdığı bir mektup ulaştı elimize.
Rojava’dan ne yapıp edilip Maviş’in yoldaşlarına ulaştırılan bu mektup birbirini aynı duygularla sarıp sarmalayan iki savaşçının yoldaşça sıcaklığını taşıyordu bize de:
*
“Sohbetimiz, uzaktan gelen telaşlı bir sesle kesiliyor: ‘Ankara’da barış mitingine bombalı saldırı olmuş, çok sayıda kişi katledilmiş…’
İlk aklıma gelenlerden biriydin Maviş. Kürt halkına karşı başlatılan topyekûn savaşa karşı, emek örgütlerinin öncülüğünde bir miting gerçekleştirilecek de Maviş gitmeyecek. Hiç ihtimal vermemiştim… Filmlerde, dizilerde ‘gözümün önünden film şeridi gibi geçti’ derlerdi de inanmazdım önceleri. Oluyormuş ve o şeritte tüm bunlar birkaç dakika içerisinde beliriveriyormuş.
5-10 dakika kadar açık kalabildi televizyon. Birkaç gün boyunca televizyon izleme imkanım hiç olmadı. Ancak her an gözümün önündeydi o sahneler. Kimleri kaybettiğimizi, kimlerin yaralandığını, nasıl olduğunu düşünüyordum. Günler sonra bir öğle vakti karşısına geçtiğim televizyonda bir altyazıyla mı öğrenecektim şehadetini. Ben bu acıyı Suruç’tan biliyorum. Suruç’ta yoldaşlarımın katledildiğini de yine benzer şekilde, bir altyazıyla öğrenmiştim.
Sana baktığım her an, işçi sınıfı gözümde daha net canlanıyordu. Son yolculuğunda taşınan dev pankartta yazdığı gibi ‘komünist işçi’ydin sen. Emekçiliğin, işçi sınıfına bağlılığın yaşamının her anına yansıyordu. Yolumuz, bir gece vakti bir işyerinde kesişmişti seninle. İşyerinin kapısında, daha tanışmadan anlamıştım devrimci olduğunu. Sabaha kadar çalışıyorduk o günlerde yorgunluğa ve uykusuzluğa aldırmadan, bulunduğumuz ilde işlerine geri dönmek için fabrika önünde direnen işçilerden bahsetmiştin. ‘Sabah kahvaltımızı işçilerle beraber yapalım’ demiştin, gözlerinin içi parlıyordu fabrika önünde. Aynı parıltıyı, işçi sınıfına dair her sohbetimizde görüyordum gözlerinde.
On binler omuzlamış seni Gazi sokaklarında. Komünist işçiye yakışır bir şekilde uğurlamışlar seni. Tıpkı Haziran Ayaklanması’nda şehit düşen yoldaşın Ethem Sarısülük gibi. Onlarla birlikte yıllardır karda, kışta, soğukta; şantiyelerde, dev plaza inşaatlarında direndiğin inşaat işçileri, baretleriyle uğurlamışlar seni. Sirkeci’de PTT binası inşaatında çalışan ve haklarını alamayan inşaat işçileri seni iyi tanır, seni iyi tanır Mecidiyeköy’de işçilerin katledildiği Torunlar Center işçileri, faşist sarı sendika Türk Metal çetesine karşı Bursa’da ayağa kalkan ve üretimi durdurarak direnişe geçen binlerce metal işçisi. Seni tanır inşaat işçileri, seni tanır işçi sınıfı. Seni tanır, sömürgeciliğe karşı şimdilerde burjuva Türk devletine karşı özyönetim talebiyle direnen Kürt halkı. Seni bilir Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi, Kerboran. Seni tanır, dayanışma eli uzatarak sağlık ocağı yapmak istediğiniz Kobanêliler. Ve işçi sınıfının genç ve emekçi bir neferi olarak her daim böyle kalacaksın hafızalarımızda.
Benim de gözümün önünde olacak her daim yüzün. Emekçiliğin, işçi sınıfına bağlılığın her daim aklımda olacak. Her zorlandığım anda seni aklıma getirerek mücadeleme daha sıkı sarılacağım. Şehadetinizle haykırdığınız ‘barış’ gerçekleşecek mutlaka. Kazanacak işçi sınıfı Maviş ve bayraklaşarak dalgalanacak siluetiniz Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin elinde!”
*
Bir yanın hüzün yüklü bir acıyla sarsılsa da bir yanın “bahar bahçe” coşkusuyla kabarıyor.
Bu genç savaşçılara, “Boşuna çekilmedi bunca acılar” sözünün uğruna dövüşülen menzili olarak “Gelir bir el bir gün kırar kapıları” haykırışımızı duyurabiliriz.
Ne siliktir bu hedef ne de belirsiz bir zamana bırakılmıştır. Üst üste binen ellerin, birbiri üstüne eklenen tarihsel mücadelelerin kaçınılmaz sonucudur. Ancak o menzile bir an önce varılabilmesi kendini ortaya koymayı ve emek harcamayı gerektirir. Maviş ve Maviş gibiler işte bunun için büyük, bunun için ölümsüzdür.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.