bir parça ülke (1): jin

burada yaşayıp özgür kadın hareketiyle tanışmamış bir kadına rastlamak mümkün değil ve bu tanışma sosyal medya ya da genel olarak medya üzerinden değil, yüz yüze temaslarla oluyor. ne devletten ne de aileden gelen baskılar, bu temasın etkisini ortadan kaldırabiliyor

bir parça ülke (1): jin

Nagihan Akarsel’in anısına saygıyla, öldürene nefretle…

özgür kadın hareketi: her kadının zihninde, her kadının evinde

ahmet türk, bu dizinin sonraki bölümünde okuyacağınız röportaj sırasında bir hatırasını anlattı. yıl 1994, idamla yargılanırken ablaları onu ziyarete gelmiş. sohbet sırasında çamaşır işini nasıl hallettiğini sormuşlar, kendisinin yıkadığını söyleyince ağlamaya başlamışlar. ahmet türk, “idamla yargılanıyorum diyorum, gülüyorsunuz, çamaşır yıkıyorum diyorum ağlıyorsunuz,” diye cevap vermiş.

bu olayın iki yanı var. birincisi siyasetle uğraşan bir kürdün idamla yargılanmasının yakınları tarafından kanıksanmış olması, ikincisi bir erkeğin çamaşır yıkamasının idamla yargılanmasından daha vahim sayılması. ilki maalesef değişmedi ama ikincisi konusunda çok yol alındı. bugün kürt erkeklerinin, bırakın cezaevi gibi ortamları, kadınlarla birlikte yaşadıkları evlerde dahi evişi yapmaları olağan. bu, kürtlerin kurtuluş mücadelesinin içinden doğan kadın özgürlük hareketinin eseri.

yine ahmet türk, aysel tuğluk ile birlikte 2005 yılında eşbaşkanlığa seçildi. bu bir kadın ve erkeğin birlikte yöneticilik yapmasına dayanan eşbaşkanlık sisteminin türkiye’de bir partide ilk uygulanmasıydı. bugün kürt siyasetinin bulunduğu her yerde eşbaşkanlık sistemi var. bu da kadın özgürlük hareketinin istikrarlı direnişinin eseri.

batman

batman, 1990’lı yıllarda hizbullah ve pkk’yi kuran kadroların burada doğup büyümüş olmasıyla, hizbullah cinayetleriyle ve kadın intiharlarıyla anılıyordu. gerillaya katılan kadınlar arasında, aile baskısı vb. sebeplerle bu kararı almış olanların bulunduğu, ateşkes döneminde bunun da imkânsızlaşmasının intiharlardaki artışa sebep olduğu anlatılıyordu. kendilerini çaresiz hisseden genç kadınlar intiharı, bir tür protesto biçimi olarak benimsemişti.

bugün o zamanki gibi çaresiz değiller. bu da kadın özgürlük hareketinin eseri.

o yıllarda kadınların intihar etmekten başka çare göremediği batman’da geçtiğimiz hafta tja’nın (tevgera jinên azad/özgür kadın hareketi) 4. konferansı gerçekleşti.

toplantının coşkusunu, heyecanını aktarmaya çalışmayacağım. ama konferansla ilgili iki noktanın önemli olduğuna inanıyorum. birincisi konferansın batı asya’daki ya da daha yaygın kullanılan ifadeyle ortadoğu’daki kadınlarla temas sağlamış olması. ikincisi baştan sona kürtçe düzenlenmesi. kürt hareketinin genellikle türkçe siyaset yaptığını göz önüne alınca bu konuda öncülüğü kadınların yaptığını görüyoruz. konferansın çok başarılı organizasyonu düzenli simültane çeviri de içeriyordu. salonda konukların yanı sıra hareketin farklı kuşaklarından kadınlar vardı. ulusal kurtuluş mücadelesi içinde kayıplar vermiş ailelerden kadınlar kızlarını da mücadele içinde yetiştirmiş, o kızlar cinsiyet mücadelesine de sahip çıkmış ve hepsi o salonda buluşmuş.

konferansın sonuç bildirgesi, tja’nın kürt halkının ve türkiye’deki eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesinin birçok talebini de gündemine aldığını gösteriyor. tja çoğulcu bir yapı. hareket içinde görüşlerini jineoloji çerçevesinde tanımlayanlar, hak mücadelesiyle sınırlayanlar ve feministler var. kendi adıma, kürt kadın hareketi’nin kendi öncelikleri olduğunu fark etmekle birlikte,  cinsiyetle ilgili siyasetin temellerinden biri ve kadın kurtuluş hareketinin en önemli müttefiki olan ve çok ciddi saldırı altında bulunan lgbti+’lara sonuç bildirgesi’nde yer verilmemesini eksiklik sayarım.

ancak şunun altını çizmek gerek. kürt kadın hareketinin kürdistan’da sağladığı değişim çok önemli. eşbaşkanlık sistemi, siyasette kadınların yönetici kadrolar dahil her düzeyde yer alması ve erkek şiddetiyle mücadelede oluşturulan kurumları ve alınan yolu kastetmiyorum sadece. sokaklar kadınlar için güvenli, taciz çok nadiren rastlanan ve erkekler tarafından da ayıplanan bir olgu. istanbul’da bulunduğu sırada tanıştığım, bir süredir diyarbakır’da, kimliği açık olarak yaşayan eşcinsel bir arkadaşım, şehirde kendisini çok güvende hissettiğini anlattı. daha yürünecek çok yol var tabii, hep söylediğimiz gibi özgürlük kesintisiz bir mücadele. ama şunu görmek gerek: hareket toplumun dokusunu değiştirmeyi başarmış.

bunun üç temel sebebi var bence.

bir ulusal kurtuluş hareketinin ve uluslaşma sürecinin parçası olması. bu her mahalleye, her eve girebilme imkânını sağlıyor.

-uzun yıllardır sürdürülen taban örgütlenmeleri. burada yaşayıp özgür kadın hareketiyle tanışmamış bir kadına rastlamak mümkün değil ve bu tanışma sosyal medya ya da genel olarak medya üzerinden değil, yüz yüze temaslarla oluyor. ne devletten ne de aileden gelen baskılar, bu temasın etkisini ortadan kaldırabiliyor. tja’lı bir kadın, başka bir etkinlikte, birkaç yıl hapis yattıktan sonra sur’a gittiğinde bir kadının sokakta kendisine “siz gittikten sonra biz yalnız kaldık,” dediğini anlattı. Bu tekil bir deneyim değil.

-yerel yönetimlerde oluşturulan kurumlar. belediyelerde başta erkek şiddetiyle mücadele olmak üzere birçok alanda alışan kurumlar var. ancak daha önce de bölgede birçok kadın kurumu bulunduğunu hatırlatmak isterim. yerel yönetimlere yön veren o deneyim. bu yazı için röportaj yaptığım mardin büyükşehir belediyesi kadın politikaları eski daire başkanı gülizar ipek, kayyımdan önce gerçekleştirdikleri çalışmaları ve kayyımdan sonra bunların bir kısmını demokratik siyasete taşıdıklarını anlatıyor. bir başka etkinlikte tanıştığım diyarbakır roza kadın derneği’nden kadınlar da belediye bünyesinde yürütülen çalışmaların kayyımla birlikte durdurulduğunu, erkek şiddetiyle mücadele konusunda kendilerinin ellerindeki olanaklarla mücadele ettiklerini anlatmışlardı. tohum kök salmış, belediyelere el koymakla kurutulamıyor. kayyım öncesi yapı yani yerel yönetimlerdeki kurumlar ve taban örgütlenmelerinin bir arada bulunması, 1970’li yıllarda, avrupa’da sosyal devletin halen ayakta olduğu yıllarda, erkek şiddetiyle mücadele konusunda yükselen feminist mücadeleyle çok benzerlik taşıyor. şunun altını çizmek gerek: kayyım bölge açısından demokratik mekanizmaların işlevsizleştirilmesi ve irade gaspının çok ötesinde bir anlam taşıyor; özellikle kadınlar açısından.

-türkiye’de aynı yıllarda yükselen feminist hareket. bunun da kürt kadın özgürlük hareketinin gücünde etkisi olduğunu, feministlerin barış mücadelesine sahip çıkmasının kadın özgürlüğü karşıtı erkek zihniyetine karşı kürt kadınların işini kolaylaştırdığını düşünüyorum. aynı şekilde bugün taban örgütlenmeleri konusunda bizim onlardan öğreneceklerimiz olduğuna da inanıyorum.


Mardin Belediyesi Kadın Politikaları Eski Daire Başkanı Gülizar İpek: Belediyedeki kadın kurumları kapatıldı, yolumuza Mardin Şahmaran Kadın Platformu ile devam ediyoruz

“Mardin Belediyesi Kadın Politikaları Daire Başkanıyken, kayyımın gelmesiyle görevden alındım ve yüksek disiplin soruşturmasıyla ihraç edildim. İki yılın sonunda açtığım davayı kazanarak geri döndüm. Aslında davayı daire başkanı olarak kazandım ama orada görev yapmamı kabul etmediler, hayvan barınağına sürgün edildim. Onlar için hayvan barınağı bir sürgün oluyor ama benim için önemli olan nerede olursam olayım üretmektir. Aslında bizler demokratik ekolojik eşit ve özgür bir yaşam İçin mücadele yürütüyoruz, barınağa geçince hayvan haklarını yeterince ön plana çıkaramadığımızı, hayvanların da haklarının ne kadar gasp edildiğini gördüm, bu konuda da daha çok çalışma yürütmemiz gerektiğini fark ettim. Şunu açıkça ifade etmek gerekiyor. Bizim için nerede olduğumuz önemli değil, önemli olan üretmek. Bizler insan haklarıyla, kadın haklarıyla ilgili mücadele yürütüyorduk ama sanki hayvan haklarını farklı bir noktaya almıştık, bu açıdan benim için hayvan barınağı da çok önemli oldu. Hayvanların ne kadar acı çektiği, aslında onları korumamız gerektiği konusunda benim için kafa ön açıcı oldu, diyebilirim. Kayyımda daire başkanı olarak çalışmayı hiçbir zaman düşünmedim, daire başkanı olarak başlasaydım da büyük ihtimal istifa edecektim çünkü kayyımı irade gaspı olarak görüyorum ve halkın seçtiği belediye başkanlarının yerine başkalarının atanmasını asla ve asla doğru bulmadım ve bununla ilgili yaptığımız eylemlerden, etkinliklerden dolayı da dava açıldı. Şu anda bu davalar sürüyor. Aslında bunlardan beraat etmiştim ama savcılık itiraz etti, şu an dava devam ediyor.

Kayyımdan sonra yerel yönetim bünyesindeki bütün kadın kurumları kapatıldı, var olan kadın kurumlarının da içi boşaltıldı. Ve farklı kadın kurumları açıldı, örneğin Bismil’de bir kadın evlendiğinde nasıl olmalı, nasıl davranmalı gibi konularda atölyeler yapan bir kurum açıldı. Biz bunlara izin vermemek istedik. Dünyanın ve Türkiye’nin her yerinde bir kadın kırımı var ama Kürdistan’da özel savaş politikası var, bunu görmek gerekiyor. Biliyorsunuz son dönemde asker-polis eliyle oluşturulmuş birçok fuhuş çetesi ortaya çıktı. Kadınların başvurabileceği alanlar olması gerekiyordu ve bu alanlar artık yoktu. İnsanlar sistemin açtığı bu tip kurumlara güvenmediği için Mardin Şahmaran Kadın Platformu’nun oluşumunu 2017 yılında, 8 Mart’ta deklare ettik. Tacize, tecavüze uğrayan, hakları gasp edilen kadınlar için mücadele yürütüyoruz, birçok eylem, etkinlik yapıyoruz, atölye çalışmaları yapıyoruz, mahalle çalışmaları yürütüyoruz. ‘İktidar kadın kurumlarını kapattı, biz artık bir şey yapamayız’ demedik, mücadelemize devam ediyoruz. Platforma şiddete uğrayan birçok kadın başvuru yaptı özellikle taciz tecavüz ve şiddetin ne kadar arttığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kurumlara güven ciddi bir şekilde azaldığından dolayı platforma başvuru yapıyorlar bu konuda birçok çalışma yürütüyoruz. Bizim için her alan mücadele alanı, platform da bunlardan biri. Belediyede çok fazla şey yapıyorduk, şiddete uğrayan kadınların başvurabileceği 7/24 açık olan şiddet hattı oluşturmuştuk. Şiddete uğrayan kadınlara psikolojik destek sağlıyorduk. Toplumsal cinsiyet konusunda, cinsiyet rolleri üzerine atölye çalışmalarımız vardı. Hem kadınlara hem erkeklere atölye çalışması yapıyorduk. Kadınlar için meslek kursları düzenliyorduk, bunlar çok önemliydi. Onun dışında sağlıkla ilgili birçok atölyemiz ve çalışmamız vardı; örneğin kanser taramaları gibi. Şimdi bunların hiçbiri yapılmıyor, biz görevden alındıktan sonra Alo Şiddet hattını, belediye bünyesindeki kadın kurumlarını seri bir biçimde kapattılar. Bunların yerine bir şey koymadıkları gibi, süren atölyeleri incik boncuk atölyesine çevirdiler. Kadını dört duvar arasına hapseden bir sistemi oluşturmaya çalışıyorlar. Kadının dışarıda olmadığı, yönetimde olmadığı, muhafazakâr bir sistemi oluşturmaya çalışıyorlar. Bizse her zaman şunu söylüyoruz; kadının yönetimde olduğu, eşbaşkanlık ve eşit temsilin bulunduğu bir sistemi savunuyoruz çünkü kadınlar dünyanın yarısını oluşturuyor ve her yönüyle, bütün alanlarda olmaları gerektiğini düşünüyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz. Ama iktidar bunu engellemeye çalışıyor; kadın kurumlarını kapatarak, kadınları kurumlardan çekerek kadın düşmanı politikalarını net biçimde ortaya koyuyor. Şahmaran Kadın Platformu’nda Mardin’de bulunan birçok demokratik kitle örgütü, STK ve kadın kurumları yer alıyor; mesela KESK, TMMOB, Diş Hekimleri, Eczacılar Odası var. Ayrıca CHP, HDP, DEVA, TİP yani siyasi partilerin kadın kollarından ya da kadın meclislerinden kadınlar var ve birlikte çok güzel bir çalışma yürütüyoruz. Şunu net söylemek gerekiyor, tabii ki imkânlarımız çok çok kısıtlı. Ama özellikle şiddet gören kadınlar için Baro vb. kurumları harekete geçirmeye çalışıyoruz. Ama ihtiyacı olan kadınlara da kendi aramızda ekonomik destek oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü biliyorsunuz, platformların tüzel bir kişiliği yok, bir para akışı da yok. Belediye bünyesinde çalışırken birçok kadına yönelik projemiz vardı, bunlardan benim için en önemli olanı her türlü şiddete (fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik vb.) maruz kalan kadınların yaşayacağı kadın köyü projesiydi. Kayyımla birlikte bu projeleri tabii ki hayata geçiremedik. Ama inanamıyorum ki kayyımlar en kısa sürede gidecek ve bizler projelerimizi hayata geçireceğiz. Amacımız demokratik ekolojik kadın özgürlükçü bir yaşamı hayata geçirmek, bunun içinde var gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz, sistem ne kadar saldırırsa saldırsın bizler asla mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.”


TJA 4. Olağan Kadın Konferansı Sonuç Bildirgesi

İran kadın hareketi öncülüğünde açığa çıkan direnişi ve kadın isyanını selamlıyoruz!

“Faşizme karşı örgütlülükte kararlı özgürlükte ısrarlıyız” şiarıyla Dördüncü Olağan Konferansımızı; kadın dayanışmasından aldığımız güçle, yoğun bir katılım, büyük bir coşku, mücadele kararlılığı ve büyük bir umutla 24-25 Eylül tarihlerinde Batman’da gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Konferansımız, İran’da Jîna Mahsa Amina’nın katledilmesini kınayıp İran kadın hareketi öncülüğünde açığa çıkan direnişi ve kadın isyanını selamlayarak dayanışma içerisinde olacağını vurgulamıştır.

Aynı zamanda Konferansımız, mücadelemizin öncüleşen değerlerinden olan ve sürgünde hayatını kaybeden Aysel Doğan şahsında ülke sevdasıyla yaşamını yitirenlere adanmıştır!

Varoluş hakikatinin bilinciyle, biz kadınların özgürlük mücadelesini her zamankinden daha fazla haykırdığı önemli bir süreçten geçmekteyiz. Dünyada, Ortadoğu’da, Türkiye’de ve Kürdistan’da yükselerek esaret duvarlarını yerinden eden kadın özgürlük mücadelesi yeni bir direniş dönemi başlatmıştır. Bu süreç varlığı inkârla tehdit edilen ve yok edilmeyle yüz yüze kalan her oluşumun mücadelesini de kendi bağrında taşımaktadır.

Uzun soluklu mücadelemiz her anda kendisini oluşturmaya devam etmektedir. Günlerdir İran faşist rejimine direnen kadınların ülkede ve dünyada açığa çıkardığı tablo bundan bağımsız değildir. Kapitalist modernitenin sacayağı olan ulus devlet dünya genelinde yükselen kadın mücadelesi karşısında bir yandan kazanımlarımızı gasp ederek diğer yandan da var olan kazanımlarımızı yeniden tartışmaya açarak hedef haline getirmektedir.

Erkek egemen sisteme cevabımız özgürlük mücadelemizi büyüterek yeni bir yaşamı inşa etmek olacaktır!

Bugün kadınlar açısından açığa çıkan en önemli tespitlerden biri, devletli uygarlıkların kadın sömürüsü olmadan ayakta duramayacağı ve hayatta kalamayacağıdır. Devrimci kadın önderlerden Rosa Lüksemburg’un “Kapitalizmin var olması için kapitalist olmayan toplumu sömürmesi, sermaye etmesi gerekir” belirlemesi bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda, erkek egemen sistemin kendini sürdürebilmesi için kadını sömürmesi bugünün koşullarını tespit etmek açısından önemli bir veridir. Toplumu yeniden dizayn etmek isteyen kapitalist erkek egemen iktidarların öncelikli hedefi kadınlardır. Bu nedenle kadınlar olarak erkek egemen sisteme cevabımız özgürlük mücadelemizi büyüterek yeni bir yaşamı inşa etmek olacaktır.

Mücadeleyi beraber örgütleyip varoluş hakikatimizi birlikte inşa edeceğiz!

Kadınlar olarak verdiğimiz mücadele ortak olsa da yaşadığımız coğrafyanın stratejik ve de politik koşulları mücadelemizin niteliğini ve de biçimini de belirlemektedir. Erkek devlet zihniyeti beş bin yıldır sistematik olarak örgütlenmiş olsa da Kürdistan ve de Türkiye tarafında açığa çıkan uygulama farklılıkları Kürt kadınları olarak verdiğimiz mücadeleyi daha meşakkatli kılmaktadır. Bugün pratik olarak yüz yüze kaldığımız kadın düşmanı politikalar; kadınların psikolojik, ekonomik ve sosyal olarak şiddeti daha katmerli bir şekilde yaşamasına neden olmaktadır. Kadın olmanın ötekileştirilmiş gerçeğini değiştirmeye çalışırken yaşadığımız toprakların ötekileştirilmesi, kendisiyle beraber derin, kararlı ve de çoklu bir mücadele vermemizi gerektirmektedir. Ötekileştirilmenin yarattığı bir sonuç olarak verdiğimiz cins mücadelesi kendisiyle beraber ulus ve sınıf mücadelesini de dirilten bir gerçekliği açığa çıkarmıştır. Kürt kadınları olarak verdiğimiz tüm mücadeleler başta hak ve özgürlük iddiası üzerinden eşitlenmelidir. İçinden geçtiğimiz süreç, kadınların kazanımları açısından her türlü tehlikeyi kendinde taşısa da esasta yarattığı durum kadın özgürlüğünün erkek egemen iktidarların sonunu getireceğidir ve bu son, hiç de uzakta değildir.

Bugün bu konferansta bir arada olma nedenimiz kadınlığımız üzerindeki kırılmaysa, amacımız da mücadeleyi beraber örgütleyip varoluş hakikatimizi yani özgürlüğümüzü beraber inşa etmektir. Hayatlarımız hep kavgayla akarken kendisiyle beraber özgürlüğü de yaratacağı ortadadır.

Kürt Halk Önderi üzerindeki tecriti kırıp fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmeyi hedeflemektedir!

Konferansımızın esas tartışmalarından biri de tecrit politikalarıdır. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da içinde bulunduğumuz durum derinleştirilen tecrit politikasından bağımsız değildir.  Kavramın kendisi salt sözlük anlamını ifade etmediği gibi bu tanım esasında, kapitalist sistemin özgürlük eğilimini ve mücadelesini geliştiren her varlığa karşı uyguladığı sistematik bir işkence halidir. Tecrit, tarihsel olarak devletli uygarlıkların yani erkek egemenlikle sistemin; muhalif olana, iktidara, baskıya ve sömürüye boyun eğmeyene uyguladığı bir politikadır. Amaç, yalnızlığı derinleştirip yaşam, toplum ve insan arasındaki bağı koparmak, teslim olmayı dayatmak ve kişiyi özgürlük iddiasından koparmaktır. Bugün siyaset yapan, muhalif basın faaliyeti yürüten, sendikal haklarını savunan, anayasal haklarını kullanan, doğa talanına karşı mücadele eden muhalif kesimlerin birçoğu soruşturma, gözaltı ve tutuklamalarla yüz yüze kalmaktadır. Cezaevleri bir araç olmaktan çıkarılmış çağın “modern toplama kamplarına” dönüştürülmüştür. Bunun yanında yüzlerce hasta tutsak adeta cesaretin bedelini esaretle ödemeye zorlanmaktadır. Tarihsel ve güncel olarak bakıldığında tecrit politikasının toplumda yöneldiği ilk kesim kadınlardır. Kadının tecrit ile esareti, erkekliğin de cesaretinin dayanağı olmuştur. Bugün Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecritin de amacı geliştirdiği ideoloji ve paradigmaya yöneliktir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın inşasının toplumun özgürlüğünü yani hakikatini yaratacağı gün gibi ortadadır. Esasta geliştirilen tecritin amacı da bu paradigmayı geriletmek, kişiyi varoluş hakikatinden koparmaktır. Bu politika geliştikçe ve derinleştikçe ahlaki çöküntü büyüyerek yayılmaya devam edecektir. Her güne kadın cinayetiyle ve erkeğin “cinnetiyle” uyanmamızın temel nedeni budur. Bugün ekonomiden, eğitime, bilimden, sanata kadar tutarlı gerilikleri ve de çürümeyi ülke olarak yaşamamızın temel nedeni, tecrit çemberinin genişletilmesi ve bunun bir rejim olarak uygulanmasıdır. Konferansımız bütün bu tespitler ışığında tecrite karşı mücadeleyi büyütme ve Kürt Halk Önderi üzerindeki tecriti kırıp fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

“Özel Savaş” da kirli bir devlet politikasıdır!

40 yılı aşkındır Kürdistan’da yürütülen savaş Kürt kadınlar olarak verdiğimiz mücadelenin boyutlarını da şekillendirmektedir. Uzun süren savaşların galibi olamayan devletler, kirli ve ölçüsüz politikalarını devreye koyarak uzun vadede toplumun iradesini teslim almayı hedeflerler. Bu açıdan devletin tüm imkanlarını kullanarak özelde kadınları, gençleri ve çocukları hedefleyip düşürmek isterler. Özellikle son 7 yıldır kesintisiz devam eden ve yoğunlaşan savaş gerçekliği Kürdistan’ın özel savaşın merkezine olduğunu daha net ortaya koymaktadır. Kayyımların özelde kadın kurumlarını hedef alıp kapatması, bunun yanında kolluk kuvvetlerinin tıpkı İpek Er olayında olduğu gibi genç kadınları hedef alması, yine gerici, tekçi, cinsiyetçi oluşumlar olan siyasal İslam’ın kurumlarının yoğun bir şekilde açılması ve toplumun ahlaki politik değerlerinin bunlar eliyle çürütülmesi özel savaşın Kürdistan’daki boyutunu gözler önüne sermektedir.

“Özel alan” nasıl ki politikse “özel savaş” da kirli bir devlet politikasıdır.

Aynı zamanda özel savaş politikaları sadece bunlarla sınırlı kalmamaktadır.  Mezarlıklara yönelik gerçekleştirilen saldırılar tam da bu savaş politikalarının bir parçasıdır. Savaşta hayatını kaybedenlerin cenazesine ve mezarlıklara yönelik geliştirilen saldırılar toplum vicdanını ve maneviyatını derinden sarsmıştır. Yaşama karşı saygınlığını yitiren her zihniyet ölüye karşı da insani yaklaşımını yitirmiştir. İnsan olma ve insan kalabilmenin mücadelesini kaybeden, kendi olabilme sürecini yitirmiş, en büyük ihaneti kendine karşı geliştirmiştir. Yıllardır süregelen bu savaş karşısında bir toplumu ölme biçimleriyle terbiye etmeye çalışan bu zihniyet, utanç müzesinde sergilenmekten kaçamayacaktır. Konferansımızda mezarlıklara yönelik saldırılar başta olmak üzere Kürdistan’da yürütülen tüm özel savaş politikalarına asla alışmayacağımız ve bunun karşısında mücadele edeceğimizin kararlığını vurgulamıştır.

Derin yoksulluğun öznesi de kapitalist düzenin nesnesi de “kadın “la somutlaşmaktadır. 

Her gün yaşanan kadın cinayetlerinin ve kadına kapatılmaya çalışılan kamusal alanların, toplumdan ve de toplumsallıktan dışlanan kadını hedeflediği ortadadır.

Kadın emeğini yok sayan, kadınları her türlü emek sömürüsüne maruz bırakan, işyerlerinde mobing ve şiddete uğratan erkek egemen sistem krize girdiğinde de ilk gözden çıkardığı kesimlerin başında kadınlar gelmektedir. Derin yoksulluğun öznesi de kapitalist düzenin nesnesi de “kadın”la somutlaşmaktadır.  Bu haliyle kadın sömürgenin sömürgesi olma gerçekliğini ifade etmektedir. Literatürde ekonomik şiddet bir neden olsa da gerçeklikte açığa çıkan sonuç ekonomik tecrittir.  Konferansımızda kadın emeğinin sömürüsü karşısında kadın emek mücadelemizi de sermayenin tekelinde olan ekonomik alanı da özgürleştirme ve kadın ekonomisini oluşturmayı hedeflemiştir.

Doğayı savunma insanlığı savunma mücadelesidir!

Kapitalist modernite; kanserleşen kentler, ırkçılık, kadına yönelik şiddet, yalnızlaşan insan toplulukları, gıdaya erişim zorluğu, değişen eko-sistemler, nesli tüketilen canlılar ve iklim krizinin de gösterdiği gibi derin ve çoklu bir krize neden olmaktadır.  Bu krizin temel nedeni erkek egemen hegemonyadır. Kendi varlığını inşa etmek isteyen erkek egemen hegemonyanın kendini sürdürebilir kılma aracı da savaştır. Kirli yöntemlerle sürdürülen savaşlar ciddi ekolojik ve toplumsal yıkımlara yol açmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi Kürdistan’da da yaşanan ekolojik krizin, yürütülen kirli savaş politikalarının bir parçası olduğu unutulmamalıdır.

Ekolojik yıkımın evrende birlikte yaşadığımız tüm varlıklara karşı bir “soykırım” olduğunu, bu yıkıma karşı mücadele öncülüğünün de kadınlarda olduğunu bilmek ve buna göre politika oluşturmak bizler için ivedi bir sorumluluktur. Doğanın insanlığın ortak yaşam alanı olması gerçeğinden hareketle ekoloji mücadelesinin ortak bir mücadele alanına dönüşmesi örgütlü kadın mücadelesi açısından temel bir ihtiyaçtır. Bu anlamda konferansımız doğayı savunmanın insanlığı savunma mücadelesi olduğunu vurgulayarak ekoloji mücadelesini yükseltme kararlığını göstermiştir.

Hedefimiz çözüm gücü olacak bir örgütlenme hamlesidir!

Konferansımız, örgütlenme sorunlarını ele alırken sistemsel krizin örgütlenme zeminlerini ve kadın özgürlük alanlarına vuran düzlemleri çözümlemeyi esas almıştır. Ulus-devlet sistemleri; toplumsal hakikati atomize eden, ayrıştıran, karşıtlaştıran ve buna göre yönetip eğitmeye çalışan anlayışa sahiptir. Bunun karşısında özeleştirel bir yaklaşımdan hareketle, kadının kendi toplumsallığı ile buluştuğu, temel zorlanma alanlarını eğitimden yoksulluğa, sosyal yaşam alanlarından kültürel sanatsal yaşam alanlarına kadar her zeminde çıkmazlarına çözüm gücü olacak bir örgütlenme hamlesini gündemine almıştır.

İlk sömürge olan kadınların makûs tarihini değiştirecek olan da ortak irade ve ortak mücadele hattını beraber örmeleridir. Topyekûn bir kadın kırımına karşı topyekün bir örgütlülük ve mücadele, dönemin temel rengi ve şiarı olmalıdır. Kadın kırımına karşı öz savunma bilincimizin temeline “beraber güçlüyüz”ü koyarak, erkek-devlet cephesine karşı birleşik kadın cephesini geliştirmeliyiz. Bu temelde işgal edilen, kadınsızlaştırılan tüm alanlara yeniden dâhil olma zamanıdır diyoruz.

“Kadınlar birlikte güçlü” slogan olmanın ötesinde, ortak yaşam etrafında demokratik modernitenin paradigmasal ifadesini oluşturmayı hedeflemelidir. Bu anlamda nerede olursak olalım mücadeleyi ortaklaştırmanın yol ve yöntemlerini hep birlikte belirleyeceğiz. Nitekim kadın hasta tutsaklar, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, kadın siyasetçileri dönük baskı ve tutuklamalar, kadın yoksulluğuna ve kadın kırımına karşı ortak mücadele kararlılığının yol ve  yöntemlerini çoğaltma kararlılığı açığa çıkmıştır.

Konferans delegasyonumuz yeni dönem mücadelemizin ana hatlarını belirleyip aşağıdaki kararları almıştır.

-Tecrite Karşı Mücadele

-Erkek-Devlet Anlayışı ve Şiddet Politikalarına Karşı Mücadele

-Kayyım, İşgal ve Sömürgecilik Siyasetine Karşı Mücadele

-Tutsak Kadınların Özgürlüğü

-Kadına Yönelik Özel Savaş

-Paradigmamız Çerçevesinde Ekoloji Mücadelesi

-Demokratik, Ekolojik ve Komünal Kadın Ekonomisi

Kültür ve Anadil Çalışması

Kadın Özgürlük Akademisi

Enternasyonal Kadın Dayanışma Ağı ve Türkiye Kadın Hareketleri Hakkında

Genç Kadınlar


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur