Ankara Barosu 67. Olağan Genel Kurulu’na giderken avukatların sorunlarını ve gündemlerini, baronun bu dönemde nasıl konumlanması gerektiğini ve kendilerinin nasıl program sunduklarını üç adaydan biri olan Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar (ÖÇAV) grubunun başkan adayı Sevinç Hocaoğulları ile konuştuk. Hocaoğulları “Kötünün iyisi olmayacağız, kökleşmiş sorunlara meslektaşlarımızın iradesiyle müdahale edeceğiz” dedi
Ankara Barosu 67. Olağan Genel Kurulu 8-9 Ekim’de gerçekleşecek. Baro bu dönem İnsan Hakları Merkezi’nin hazırladığı işkence raporunun yayımlanmaması üzerinden önce İnsan Hakları Merkezi’nde, sonra da iki kez yönetim kurulundaki istifalarla gündeme geldi. Avukatların gündeminde ise yoksullaşma ve cinsiyet temelli ayrımcılık oldukça önemli bir yer tutuyor.
Ankara Barosu’ndaki bu yönetim krizini, avukatların sorunlarını ve gündemlerini, bu atmosfer içinde gidilen genl kurulu, baronun bu dönemde nasıl konumlanması gerektiğini ve kendilerinin nasıl program sunduklarını üç adaydan biri olan Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar (ÖÇAV) grubunun başkan adayı Sevinç Hocaoğulları ile konuştuk.
Hocaoğulları, mevcut yönetim anlayışının sorunları ancak idare edebileceğini, çözüm üretemeyeceğini, en fazla kötünün iyisi olabileceğini ifade ediyor. Avukatların sorunlarını ve gündemlerini iktidarın politikalarıyla birlikte ele alınması gerektiğini ifade eden Hocaoğulları, “Kökleşmiş sorunlara demokratik bir işleyişle, kurullarda, merkezlerde çalışmaya gönüllü meslektaşlarımızın iradesi ve dinamizmiyle müdahale edeceğiz” dedi.
Genel kurula nasıl bir atmosferde gidiliyor? Ankara’da avukatların yaşadığı temel sorun başlıkları neler sizce?
Sevinç Hocaoğulları: Mesleki sorunlarımızın çok yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. Yoksulluk, işsizlik gibi sorunlar çok belirleyici. Ankara’da mesleği sürdürmek de çok zor. 8 adliyenin olduğu bir kentte yaşıyoruz. Bu da mesleği yapmayı güçleştiriyor. Çok sayıda sorunla yüzleşmek zorunda kalan avukatlar, aynı zamanda yalnızlaştılar. Çünkü herkes adliyeler arasında kendi işlerine yetişmeye çalışıyor, iş yoğunluklarına göre Ankara’nın farklı bölgelerindeki bürolarına dönüyor. Mekansal parçalanma dayanışmayı da engelliyor.
Yoksullaşma, parçalı adliye sorunu, mesleğin itibarsızlaştırılması Türkiye’nin içinde oluğu siyasi, ekonomik, toplumsal krizden bağımsız değil. Bugün parçalı adliye sorunu, avukatların kollukta veya diğer yerlerde maruz bırakıldıkları muamele, CMK ücretlerinin arttırılmaması, iktidarın adalete, savunmaya yaklaşımının parçası. Mesleki sorunlar olarak adlandırdığımız sorunları Türkiye’nin içinde bulunduğu tablodan ayırmamız mümkün değil.
Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloya bakacak olursak, Ankara Barosu 67. Olağan Genel Kurulunu devletin krizinin hukukun, yargının krizi olarak karşımıza çıktığı ve bu süreçte savunmanın, barolarımıza yönelik müdahalelerin de arttığı bir süreçte gerçekleşiyor.
“Hukuksuzlukların tam da karşısındayız” diyen Ankara Barosu OHAL’in bugün bile devam ettiği Ankara’da bir süredir insan hakları ve demokrasi mücadelesinde, Diyanet açıklamasıyla açılan dava sürecinde laiklik mücadelesinde bir hukuk örgütü olmanın gereğini yapmadı. Bu durumun değişmesi gerekiyor.
Özetle genel kurula giderken birbirinden bağımsız ele alamayacağımız, ekonomik kriz, yoksullaşma, parçalı adliye sorunu gibi sorunlar karşısında emeğimizin ve mesleğimizin savunulmasına dair mücadele ile hukukun yargının, demokrasinin krizi karşısında hukuku, adaleti savunma mücadelesi ön plana çıkıyor.
Yakın zamanda bütün barolar CMK ücretlerinin artırılması talebiyle CMK görevlendirmelerini önce yavaşlatma sonra durdurma eylemine çağrı yaptı. Türkiye Barolar Birliği’nin Adalet Bakanlığı ile yaptığı görüşme sonrasında ise eylem sonlandırıldı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesleğe yeni başlayan meslektaşlarımızın daha çok çalıştığı bir alan CMK. CMK görevlendirmelerinde bugüne kadar avukatlar emeğinin karşılığını alamıyordu. Ancak artan enflasyon ve ekonomik krizle birlikte CMK görevlendirmelerine verilen ücret, yapılan işi angarya olarak nitelendirebileceğimiz bir düzeye kadar geriledi. Yıllarca sürebilecek davalar karşılığında komik sayılabilecek ücretler alınıyor. Bu durumu avukatın emeğinin karşılığını alamaması dışında yurttaşların adalete erişimin önünde de bir engel olarak gördüğümüzü de belirtmek isterim.
CMK ücretlerindeki bu ciddi erime, avukatların bu duruma tepkisi baroları harekete geçmeye zorladı. Bütün baroların ortak imzasıyla önce görevlendirmeleri yavaşlatma, sonra da görevlendirmeleri durdurma kararı ilan edildi.
Bu kararın önemli bir karar olduğunu ve avukat yoksullaşmasına işaret ettiği gibi avukatların emeklerini savunma konusundaki hareketliliğe işaret ettiğini düşünüyoruz. Bundan sonra Baroların ve hukuk örgütlerinin yürüteceği mücadeleye ışık tutacak bir süreç. Daha önce kimi baroların CMK ücretlerinin arttırılması gündemli çalışmaları olmuştu. Veya CMK ücretlerinin geç yatırılması/yatırılmaması üzerine geçmiş dönemlerde CMK görevlendirmeleri durdurulmuştu. Ancak bu karar ekonomik krize karşı işçilerin Türkiye genelinde eyleme geçtiği bir süreçte avukatlarında benzer taleplerle harekete geçmesi ve Türkiye genelinde ücret artışı talepli eylem kararı alınması itibariyle önemli.
Türkiye Barolar Birliği’nin Adalet Bakanlığıyla yaptığı görüşmeyi gerekçe göstererek eylem sürecinin durdurulması da çok yönlü değerlendirilebilir. Öncelikle somut bir kazanım olmadan eylem programı durduruldu. Ayrıca Ankara Barosu açısından örnek verecek olursak baromuz bu eylemin tüm avukatlar tarafından sahiplenilmesi için gereğini yapmadığı gibi kararın durdurulması sürecinde de baroya kayıtlı avukatlarla demokratik süreçler işletme gereği duymadı. Alınan karar içeriğinden bağımsız demokratik baro işleyişine ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.
Demokratik işleyişe çok vurgu yapıyorsunuz. Mevcut baro yönetiminin hangi uygulamalarını antidemokratik buluyorsunuz?
Baromuzda da başkancı bir anlayış hakim. Barolarımızın kurul ve merkezlerinde demokratik bir işleyiş yok. Kurul ve merkez divanları atama usulü oluşturuluyor. Divanlar işlemese bile kurulların atıl kalması pahasına görev değişikliklerine gidilmiyor. Kurul ve merkez divanlarında yer almak için yönetime yakın olma ölçüsü belirleyici oluyor. Bugün pek çok kamu kurumunun işleyişinde tespit ettiğimiz sorunlu işleyişler meslek örgütümüzde de hakim.
Oysa az önce bahsettiğimiz mesleğin ve yargının köklü krizi karşısında mücadelenin temel koşulu demokratik bir işleyiş oluşturmak. Avukatların ortak birikimini kolektif bir çalışmayla sorunların çözümü için seferber etmek. Her yönetsel kademe için geri çağırma ilkesini işletmek.
Bir örnekle açıklayacak olursam Ankara Barosu’nun geçtiğimiz dönemde en çok gündeme geldiği konulardan biri de İnsan Hakları Merkezi’nin hazırladığı işkence raporunun yayımlanmaması oldu. Alanında uzman ve sahada çalışan avukatlarca hazırlanan rapor kurulun kararına rağmen yönetim kurulu tarafından yayınlanmadı. İşkence raporunun yayınlanmaması tercihi asla kabul edilebilir olmadığı gibi nitelikli bir ekibin çalışması ve kararı Baro yönetimince hiçbir makul gerekçe gösterilmeden yok sayıldı.
Toplumsal adalet mücadelesi, kadın mücadelesi, yargı bağımsızlığı, savunmaya yönelik saldırılar gibi konularda kurucu bir mücadeleye ihtiyaç var. Baromuzun kurul ve merkezlerde hak mücadelesi vermek isteyen çok sayıda meslektaşımız var. Kadın hakları, LGBTİ+ hakları, çocuk hakları, insan hakları, mülteci hakları gibi hak temelli merkez ve kurullarda avukatlar aktif bir mücadele vermek istiyor. Örneğin Kadın Hakları Merkezi’ne bir önceki dönem 800 kişi başvuru yaptı. Kadın haklarına yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde bine yakın meslektaşımız bu süreçte aktif bir mücadele için bu merkeze başvurdu. İnsan Hakları Merkezi için de benzer bir durum var.
Ama baroların işleyişi çok bürokratik. Tek merkezden karar alınıyor. Bu kurul ve merkezlerde mücadele vermek isteyen meslektaşlarımızın iradesi, karara dönüşemiyor. Bu yolla hak mücadelesi de verilemez. Bürokratik işleyişten vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Meslektaşlarımızın zaten değiştirme iradesine sahip olduğunu, bunu kurullara üye olarak ve kendilerine açılan alanlarda bulunarak gösterdiğini düşünüyoruz. Ama söz ve karar alma süreçlerinin işletilmediğini de düşnüyoruz.
Konuşmalarınızda öne çıkan bir diğer vurgu da cinsiyet eşitlikçi yönetim vurgusu. Ankara Barosu’nun mevcut yönetimini bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz? Yönetim dışında kadın avukatların avukatlar içerisinde özgün bir yeri, özgün sorunları var mı sizce?
Bu sene karşılaştığımız bir örnekle başlayayım cevaplamaya. Meslektaşımız Dilara Yıldız öldürüldüğünde Türkiye genelinde büyük bir tepki oluştu. Hakkında koruma tedbiri olan bir avukat öldürülüyor. O süreçte İstanbul Sözleşmesi, tek adam kararıyla fesh edilmiş. Bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen binlerce avukat da var. Normalde barolar veya Türkiye Barolar Birliği ne yapmalı? Bu tepkiselliği İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınların mücadelesini ilerletecek bir kanala aktarması gerekir. Ama demokratik baro işleyişleri olayınca bu tepki birkaç basın açıklamasıyla sönümlendirildi.TBB’de bir sempozyum yapıldı. “Hukuksuzlukların tam karşısındayız” diyen Ankara Barosu’nun kadın hakları mücadelesinde de etkili bir pozisyon almadığını gördük.
Kadınları söz sahibi olduğu bir baro olsaydı, alınacak kararlar farklı olurdu. En başta kadınların yönetsel süreçteki söz haklarının eşit olmadığını düşünüyoruz. Zaten baroların yapısı eril. Eşitsizlik burada başlıyor.
Toplumsal cinsiyet rolleri kadınların baro faaliyetlerine katılımın zorlaştırıyor. Barolarımızda çalışmalarında bu durumu gözeterek önlemler almıyor. Örneğin Kadın Hakları Merkezi’nin toplantılarını bile öğle saatlerinde yapmak zorunda kalıyorduk. Çünkü kadın meslektaşlarımız ağırlıkla çocuk bakımından sorumlu idi ve akşam yapılan toplantılara katılamıyordu. Kadınların yönetsel faaliyetlere katılamamasının önünde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan büyük engeller var.
Yakın zamana kadar kadın avukatların maruz kaldığı ayrımcılık ve şiddet gözardı edildi. Avukat olunca zaten hak savunusu faaliyeti içinde olunduğu ve tacize, baskıya veya ayrımcılığa maruz kalınmazmış gibi bir yaklaşım var. Aslında kadın avukatlar olarak da mesleklerini ifa ettiği her alanda ayrımcılığa maruz kalıyoruz. “Kadın ceza avukatı olur mu?”, “Bu davaya bir erkek daha iyi bakar” gibi avukat seçiminden itibaren başlıyor ayrımcılık. Baronun ilan sayfasında bile “hareket kısıtı olmayan erkek avukat” gibi ilanlar yer alabiliyor. Ya da kadın avukatlar için giyim kuşam kısıtları yazılıyor. Çeşitli bürolarda çalışan kadın avukatlardan çay servisi gibi çeşitli hizmetleri yapmaları bekleniyor.
Nasıl ki yaşamın her alanında bu ayrımcılıkla mücadele ediyorsak baroda da edilmesi gerekiyor. Kadın avukatlar da ayrımcılığa uğruyor. Kadın avukatlar da emniyette, adliyede, kendi müvekkilleriyle görüşürken tacize, cinsel saldırılara maruz kalabiliyor. Bunun değişmesi gerek.
Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar olarak bugüne kadar eril baroların eşitlikçi şekilde yeniden inşası için sistematik çalışmalar yürüttük. Bu konuda sistematik çalışmalar yapılması, bütün avukatların toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eğitilmesi, staj eğitimi kapsamında zorunlu eğitim verilmesi ve bu eğitimlerin de bu alanda çalışan kadın örgütleri veya üniversitelerin kadın çalışmaları bölümleri tarafından verilmesi gibi baroların eşitlik eylem planı kapsamında değerlendirebileceğimiz taleplerimiz vardı.
Ankara Barosu’nda Özgürlükçü Çağdaş Kadın Avukatlar’ın ciddi bir emeğiyle bu konuda bir politika belgesi oluşturuldu. Bu politika belgesinin gereği olarak Cinsel Şiddete Karşı Danışma ve Dayanışma Birimi oluşturuldu. Ancak bu birimin işler hale gelmesine olanak sağlanmadı. Politika belgesinin gereği olan diğer sorumlulukları yerine getirmedi. Kadın mücadelesinin kazanımları olarak sayılabilecek ve atılmak zorunda kalınan bu adımları da sadece reklam olarak kullanmayı tercih ettiler.
Ankara Barosu’nun kadın hakları mücadelesinde daha etkili olması ve mesleğin ifa edilişindeki erillikle de mücadele etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu iki yönden eşitlikçi baro talebini önemsiyoruz.
Bu konuda attığımız somut adımlar ve kazanımlarımız da var. Buradan aldığımız güçle de o politika belgesinin gereklerini yerine getirilmesini ve o birimin işlemesini sağlayacağız.
Yoksullaşma sorunuyla en çok yan yana kullandığınız kavramlardan biri de işçi avukatlar. İşçi ve stajyer avukatlar da programınızda önemli bir yerde duruyor. Bu kesmin yaşadığı sorunlara, baronun alması gerektiği tavra veya sorumluluklarına dair ne söyleyebilirsiniz? Bu sorunu sizin için bu kadar önemli kılan ne?
Burada bir dönüşüm var çünkü. Bu dönüşümün hangi biçimlerde yaşandığının tespit edilmesi, yaşanan sorunların belirlenmesi gerekiyor ki sorunun çözümü konusunda daha sağlıklı düşünelim. Ama bu sorun idare ediliyor sadece. Daha önceki genel kurullarda işçi avukatların gündemlerini genel kurula sunuyorduk. Komisyon kurulmasını da öneriyorduk. Ama “Avukatlık bağımsız bir meslek, avukatın işçisi mi olur?” diye itiraz ediliyordu bu talebimize. Evet, bağımsız bir meslek ama meslekte bir dönüşüm var. Bir tarafta bürolarını kapatmaz zorunda kalan avukatlar diğer tarafta tekelleşen hukuk büroları, avukatlık şirketleri. Bu dönüşümün adını koymak, dönüşümün verilerini ve yaşanan sorunları tespit edip çözmek gerekiyor.
Ankara’da 22 bin avukatın üyesi olduğu bir örgüt sonuçta baro. Bunun akademik bilgisini de üretebilir. Ama mesela gidip Ankara Barosu’na pandemiden bugüne avukatların yoksullaşmasına dair veriler sorsanız, işçi avukatlara dair veriler isteseniz çok genel geçer şeyler söyleyeceklerdir.
Baronun işçi avukatların ücret düzeyinin belirlenmesi, sigortalarının yatırılıp yatrılmadığının tespit edilmesi, tüm diğer işçiler gibi yaşadıkları sorunların takip edilmesi gibi yükümlülükleri olduğunu düşünüyoruz. İşçi avukatların çalışma koşullarının denetlenmesi, yaşadıkları sorunlardan şikayet ettiklerinde bu denetimin gerçek anlamda yapılmasının sağlanması gerekiyor. Ama bu yükümlülükler yerine getirilmiyor. Bu yükümlülükleri yerine getirmek, dayanışmayı güçlendirmek olmazsa olmazımız.
İşçi avukatları ve yaşadıkları sorunları yok saymayarak, İşçi Avukat Hakları Kurulunun işçi avukatların üyeliğini sağlayarak, kurulu demokratik şekilde işleterek işçi avukatların sorunlarının çözümü için adımları birlikte atacağız.
Kendinizi diğer adaylardan ne ayırıyor sizce? Meslektaşlarınız neden size oy vermeli, onlardan nasıl oy istiyorsunuz?
Bizimle birlikte üç grup katılıyor seçimlere bu genel kurulda Mevcut yönetim Demokratik Sol Avukatlar (DSA) grubunda. Avukat Hakları Grubu (AHG) var ve biz Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar (ÖÇAV) olarak varız.
Ankara Barosu bir süredir yönetim krizi yaşıyor. Ankara Barosu’nun başkanı kim diye sorulsa bilinmez deniyor çünkü yönetimin çok etkisizleştiği bir süreçten geçiyoruz. Bu dönemde Ankara Barosu hep bu yönetim kriziyle öne çıktı. İşkence raporunun yayımlanmaması da bu krizin bir yansımasıydı. Bu krizin basit bir yöneticiler krizi olduğunu düşünmüyoruz. Aynı yönetsel anlayış sadece yönetici değişikliği ile yönetime geldiğinde aynı sorunları yaşamaya devam ederiz. Bu krizin yanı sıra temel haklara saldırıların bu kadar yoğun olduğu bir dönemde Ankara Barosu’nun da hak temelli bir mücadelede yeniden konumlanması gerekiyor. Böyle konumlanmaması da sadece yöneticilerin krizinden kaynaklanmıyor. Yönetim anlayışının değişmesi gerekiyor. Bunun da olanakları var.
Biz meslektaşlarımıza “Demokratik, eşitlikçi bir baro yönetimi mümkün” diyoruz. Karşılaştığımız sorunlar çok köklü sorunlar ama çözümsüz sorunlar da değil. Haklar mücadelesine, kendi sorunları üzerine çalışmaya hazır meslektaşlarımız varken şu anki durum akıl dışı gerçekten. Baroyu toptan yeniden inşa etmenin de olanaklı olduğunu görüyoruz.
Diğer gruplarsa kötünün iyisi olmaya aday. DSA zaten kökleşmiş sorunların merkezinde duruyor. Ama o gruptan kadınlarla da örneğin mücadele zeminlerinde yan yana gelebiliyoruz. DSA, Ankara Barosu’nun yaşadığı tıkanıklığın sebebi. Bunun özeleştirisini vermeden bu sorunları çözemezler. Böyle bir söylemleri de iddiaları da yok.
AHG ise çerçeveyi mesleki sorunlarla sınırlı tutmaya çalışıyor. Bir sivil toplum örgütü perspektifiyle yaklaşıyorlar. Mesleki sorunların da iktidardan kaynaklandığını görmeden bu sorunlara çözüm üretilemez zaten. Parçalı adliye sorunları, CMK ücretleri gibi sorunlar iktidarın politik bir tercihinden kaynaklanıyor. Demek ki bu sorunlar politikadan ayrı değil. İktidar savunmayı yok sayıyor. Yargı sistemini de savunmayı yok sayarak kurmaya çalışıyor. Halk savunmasız kalsın isteniyor. Basit bir hakim veya savcıyla değil, iktidarla kapışıyoruz bu anlamda.
Mesleki sorunlarımızın temel nedenlerini tespit edemeyen bir anlayış, meslektaşlarımızın sorunlarına çözüm üretemez. Kaç yıllık baro yönetim pratikleriyle yüzleşmeyen bir çizgi, zaten çözüm üretemez.
İktidarın bu kadar pervasız olduğu bir dönemde karamsarlığa düşülebiliyor. Bizler tam da bu koşullarda mücadelenin olanaklarının daha da görünürleştiğini görüyoruz. Hergün binlerce meslektaşımız hukuksuzluklar karşısında mesleğini cesaretle yerine getiriyor. Çoklu baro sürecindeki eylemlerde veya İstanbul Sözleşmesi sürecinde kadın avukatların seferberliğinde bu mücadelenin kollektif biçimlerine da tanık olduk. Bu yüzden bunun mümkün olduğunu görüyoruz. Sloganımızı “Cesaretle savunuyoruz” şeklinde belirlerken bunu kastetmiştik.
Yoksulluğu, mesleğin itibarsızlaştırılmasını, adliyelerin parçalanmasını, cinsiyet temelli eşitsizliği, işçi ve stajyer avukatların sorunlarını, antidemokratik uygulamaları bir sorun olarak ele alırken yaşadığımız ülkenin siyasal atmosferi içerisinde ve iktidarın politikaları bağlamında ele alıyoruz. Bu kökleşmiş sorunlara demokratik bir işleyişle, kurullarda, merkezlerde çalışmaya gönüllü meslektaşlarımızın iradesi ve dinamizmiyle müdahale edeceğiz.
Söyleşi: Tankut Serttaş