Ulaştığımız sonuç çok yalın olarak ifade edilebilir: 20 yüzyılın sosyalist inşa deneyimleri, bir dünya devriminin zaferi ile taçlanmadığı için, tekil ülkelerin sınırları içine hapsolduğu için, dünya kapitalizminin özellikle emperyalist çağda uluslararasılaşmış olan gelişme temposunun gerisinde kaldığı için çökmüştür
Sungur Savran iki ciltlik “Marksistler” kitabının ilk cildinde Marksizmin kuruluşunu üç tarihle simgeleştirmiştir. 1848, Marksizmin hala temel programatik temeli olan “Komünist Manifesto’nun”; 1867, Marksizmin teorik başyapıtı olan ve modern çağın anahtarını sağlayan “Kapital’in” gün yüzüne çıkışı; 1889 ise Marksizmin ilk kez kitlesel bir programı ve ideolojik çerçevesi haline gelişini temsil ediyordu. İkinci ciltte ise sosyalizmin enternasyonalizm ile sınavını ele alıyor. Kendi deyimiyle bu cildin ana tezi 20. yüzyılın sosyalizmi, Marksizmin enternasyonalizminin gereklerini yerine getirmediği için günümüzde 1848’den beri olmadığı kadar düşük bir seviyede seyretmesidir.
Savran’a göre sosyalizmin enternasyonalizm ile sınavı üç aşamada yaşanmıştır. İlki 1914 ile Lenin’in 1924 yılında ölümüne kadar olan dönemdir. Enternasyonalizm ile milliyetçiliğin ilk boy ölçüşmesi bu dönemde yaşanmıştır. Lenin-Kautsky çatışması olarak da özetlenebilir. Uluslararası proletarya açısından bu mücadelenin sonucu Rus Devrimi’nin kazanılması ama Alman Devrimi’nin yitirilmesidir.
İkinci evre, Lenin’in ölüm tarihi 1924’ten 1930’lu yıllara uzanan Stalin’in “milli komünizm” dönemidir. Stalin-Trotskiy çatışması olarak okunabilir. Üçüncü evre 1949’dan 1971’e uzanır. Çin Devrimi’nin mimarı Mao’nun 60’lı yıllardan sonra ABD emperyalizmi ile ittifak içinde Sovyet devletine karşı mücadeleye girmesidir.
Savran’ın tespitine göre Komünist Manifesto’daki “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” şeklindeki enternasyonel çağrı 1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla kağıt üzerinde kalacaktı. İstisnai durumlar dışında Enternasyonal’in bütün büyük partilerinde liderler kendi burjuvalarının içinde yer alarak savaşa destek veriyorlardı. Bu aşamada Lenin emperyalist savaşı iç savaşa çevirmeyi hedefliyordu. Lenin, savaşın yarattığı krizi, burjuvazinin iktidarını devirerek işçi sınıfını ve müttefiklerini iktidara taşımak amacıyla kullanmak istiyordu. Lenin’in “devrimci bozgunculuk” politikası savaşın ikinci ve özellikle üçüncü yılından itibaren bütün askerlerin savaşa sırt dönmesi, siperlerde düşman denen diğer uluslardan proleter ve köylülerle kardeşleşmesi, sonunda da silahını kendi devletine çevirmesi ile doğrulanacaktır. Sonuçta, Trotskiy yanılmış ve Lenin haklı çıkmıştır.
Savran, Lenin’in “devrimci bozgunculuk” politikasının her şeyden öte uluslararası işçi hareketi içindeki enternasyonel eğilimleri disiplin altına almanın bir yöntemi olduğuna dikkat çeker. Devrimci bozgunculuk, herhangi bir devrimci Marksist akımın savaşın yarattığı sayısız zorluğun (devlet baskısı, işçi sınıfı içinde milliyetçi rüzgar, ulus devlet ideolojisinin büyük ağırlığı) basıncı altında sosyal yurtseverliğe ya da orta yolculuğa kaymasına karşı bir engel olarak düşünülmüştür. İşçi sınıfı içindeki oportünist akım ile devrimci Marksist akımı birbirinden kesin bir çizgiyle ayırmak için kullanılan bir cenderedir. Taktik esnekliği benimseyen Lenin, devrimci bozgunculuğu da soyut olarak geçerli bir politika niteliğiyle değil, zaman ve mekan içinde geçerli somut koşulların zemininde bir gereklilik olarak savunuyordu. Lenin için sadece 1914-1916 arası geçerli bir politika olan devrimci bozgunculuk, Spartacus’ün önderleri Rosa Luxemburg ile Karl Liebnecht tarafından da benimsenmişti.
Sovyetler Birliği başta olmak üzere sosyalist ülkelerin çökme nedenlerinin irdelenmesi kitapta önemli bir yer kaplıyor. Savran, öncelikle çöküşün nedenini devrimin tek tek ülkelerin sınırlarını aşıp bütün dünyayı sosyalizmin inşasının bir alanı haline getirme yolunda dev bir atılım olacak şekilde bütünleşmeye gidilememesi ve her devrimin kendi ulusal sınırları içinde yürümeye devam etmesinde görür. Devrim hiçbir aşamada dünya ekonomisinin en güçlü kalelerini, yani emperyalist ülkeleri ele geçirememiştir. Devrimin zafere ulaştığı bütün ülkeler (Doğu Almanya ve Çekoslavakya örnekleri dışında) üretici güçlerin geri olduğu, tarımın sanayiye göre ekonomide üstünlük taşıdığı ekonomilerdi.
Savran’a göre sosyalist inşa, proletarya iktidarı da olsa bir devlet tarafından yürütüldüğü için her durumda bir bürokrasinin yaratılmasına elverişli bir zemin yaratacaktır. Bu tehlikenin yoksulluk ve az gelişmişlik ortamında dev boyutlara yükseleceği varsayımında bulunan Savran, bürokrasinin adım adım kendisine sosyoekonomik ayrıcalıklar yarattığından bahseder. Ancak, bürokrasinin gelişimini önleyecek gücün nasıl dizayn edileceği konularına değinmez. Yalıtılmışlık ile bürokrasi arasında doğrudan bir ilişki kurulur ve tek ülkede sosyalizmin yerine enternasyonal bir toplumun geçmesi halinde bürokrasinin otomatik olarak kökünün kazınacağı konusu oldukça iyimser bir argüman gibi gözüküyor. Stalinizmi, bürokrasinin, ülkenin tek partisi olarak iktidarda bulunan “Bolşevik Parti” içinden seçtiği ve kendi temsilcisi haline getirdiği akımın adı olarak tanımlayan Savran, “Stalinist bürokrasi birçok bakımdan ülkenin altının oyulmasını hazırlamıştır” yorumunu yaparken ne Sovyetler Birliği’nin o günkü koşullarını ne de Lenin’in değişik zamanlarda kullandığı taktik esnekliği dikkate alıyor. Bürokrasinin kendi çıkarı gereği dünya devrimini istemediğini iddia eden Savran, yeni proleter devrimlerin özellikle büyük ve güçlü ülkelerde ortaya çıktığında, dünya çapında işçi sınıfı hareketi bağrında kontrolün Sovyet bürokrasisinin elinden kaçmasını ve bürokratik hakimiyetin tehlikeye düşmesine yol açabileceği uyarısında bulunuyor. Ancak diğer gelişmiş ülke veya ülkelerdeki devrimlerin kendi güçlü bürokrasilerini ortaya çıkarmalarını ve hakim bir güç haline gelmelerinin önüne nasıl geçilebileceği tartışılmıyor. Tabii çöküşün temel nedeni, Savran’nın kitabının bir yerinde daha önce bahsettiği yoksul ülke bürokrasisi olarak belirlenince, gelişmiş ülke bürokrasisinin otomatik olarak bu yola başvurmayacağı ve buna ilişkin muhtemel sorunların ortaya çıkmayacağı gibi bir savdan yola çıkıldığı anlaşılıyor.
Tartışılması gereken, sosyalizmi inşa etmeye çalışan bir ülkede bürokrasinin neden ve nasıl ortaya çıktığıdır. Ve ortaya çıkmasını engelleyici araçların geliştirilmesidir. Bürokratik hakimiyetin nedenini tek ülkede sosyalizme bağlayan yorumlar meselenin analizi için yeterli veri sunuyor gibi gözükmüyor. Tek ükede sosyalizmden kaynaklanan yalıtılmışlıktan kurtulunduğunda, yani dünya devrimi söz konusu olduğunda bürokrasinin kendiliğnden ortaya çıkmayacağı argümanı ile yetinilmeyip her durumda bürokrasiyi önleyici fikir ve mekanizmalar üzerine kafa yorulmasını yararlı olacağını düşünüyorum
Kitap tanıtımı yazısı formatının dışına çıkmak istemiyorum ama (üstteki paragrafta biraz çıktım gerçi) Savran’ın Sovyetler’in çöküşünü parti bürokrasisine bağlayan argümanına karşı Yalçın Küçük’ün bu konudaki vurgusuna da değinmekte yarar görüyorum: “Bugün çok açık olarak görülüyor, kapitalist restorasyon saldırısı, buradan gelmedi. Havel ya da Walesa türünden döküntülerden ya da Sovyetler’de Sharov ya da Afanesyev türünden profesör aydınlardan çıktı.” (Yalçın Küçük, Sol Marksizm, Akış Yayıncılık, 1998, sayfa:204). Küçük’e göre dünyada erken devrim yoktur. İktidarı alarak başarısını kanıtlamış hiçbir devrim yanlış sayılmaz. Bir devrimin karşı devrim tarafından ezilmesinden daha iyi bir devrim ummak, karşı devrime alkış tutmak demektir. Savran’ın kitabında önemli bir yer ayrılan, aslında bütün kitaba yayılmış durumda, Trotskizm, Küçük’e göre Bolşevizmin bir varyasyonudur ve Trotskiy, Sovyetler Birliği’nde bulunduğu sürece iktidarı almak için hiçbir çaba harcamamıştır. Sovyetler’de Trotskist muhalefet de akademik ölçütleri aşmak için bir gayret göstermemiştir (Küçük, age, s. 220-221).
20. yüzyıl sosyalist inşa deneyiminin çökmesini, yeterince enternasyonalist olmayı başaramamasında gören Savran, kitabında bu konuda olumlu örnek olarak; Küba Marksizmine, Fidel Castro’ya ve Che Guevara’ya değinen bir bölüm ayırmıştır. Savran, proletarya enternasyonalizmi ile [kendi deyimiyle] milli komünizm mücadelesinin bütün 20. yüzyıla damgasını vurduğunu ve 21. yüzyılın sosyalizmi için de çözümün bu sorunu aşmakta yattığının altını çiziyor. Katılmadığım ancak üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken tezler.
Türkiye sosyalist hareketindeki dar, ısrarlı, mütevazı politik anlayışını sürdüren, Marksist teori konusundaki birikimi, katkıları ve çalışkanlığına saygı duyduğum ancak özellikle Trotskiy konusundaki görüşlerine katılmadığım Sungur Savran’ın iki ciltlik “Marksistler” kitabı Marksizmin teori ve pratiğini, tarihsel süreç içindeki gelişimini ve inşa halindeki sosyalist ülkelerin çöküş nedenlerini ayrıntılı bir biçimde analiz ediyor, Marksist teori ve özgür bir dünya kurma mücadelesi konusunda oldukça tartışmalı öneri ve tezleri barındırıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.