Bugün gerici karanlıktan bunalıp özgürlük isteyen gençler Atatürk’ü rakısıyla birlikte anıyorsa bu topraklarda resmi ideolojiye değil modernleşme ve aydınlanmaya özlem duyuluyor demektir
“Bilmem kaçıncı defadır
Yine yanıldınız”
Attila İlhan
Bozuk bir saat kadar bile doğruyu gösterememiş olan liberaller bir alanda daha düşünsel iflası yaşıyor. Memlekette yaşanan her musibetten Kemalizmi sorumlu tutan, ceberut devlet geleneğini tek parti dönemine bağlayan, asıl çelişkinin elitlerle toplum arasında olduğunu sanan, çevrenin merkeze yürümesiyle demokrasinin geleceğini uman post Kemalist paradigma geride korkunç bir tahribat bırakarak çöktü. Şerif Mardin, Mete Tunçay, Nilüfer Göle, Taha Parla gibi isimlerin kuruculuğunu yaptığı ama kökü İdris Küçükömer gibi sağıyla solunu karıştıran şaşkınlara kadar uzanan bu paradigma zamanla liberallerin İslamcılara hediye ettiği kullanışlı bir silaha dönüşmüştü.
Demokrat olduğuna inanılan şeriatçılarla başlayan uyuşturucu diyalog, beynin düşünme yeteneğini köreltince tarikatlar, sivil toplum örgütü sanılmaya başlanmıştı. Çevredekilerin (!) sonunda iktidara gelerek yeni merkezi oluşturduğu yolun sonu demokrasi yerine faşizme çıkınca liberal entelijansiya hatasını kabul etmek yerine AKP’nin Kemalistleştiğini iddia ederek bir kez daha suçu yarattığı günah keçisine yıkmaya çalışmıştı.
İletişim Yayınlarından çıkan “Post-Post-Kemalizm” adlı kitap savunulacak bir tarafı kalmamış bu tezlerin cenazesini kaldırıyor. Kadın sorunundan dış politikaya kadar konuyu çeşitli yönleriyle ele alan makalelerden oluşan kitabın neo Kemalizm gibi yeni bir paradigma koyma hedefi yok. Siyasi yelpazenin farklı yerinde duran yazarlar arasında Kemalizme iade-i itibar çabasında olan da var, iğneyi batıran da… Örneğin tek parti dönemindeki devlet feminizminin kadınları özgürleştirmediğini anlatan makale İslamcı kadınların önünde daha fazla engel bulunduğunu göstererek bitiyor.
Vesayet suçlamasına karşı geliştirilen savunmalarda; siyasetle uğraşmak isteyen arkadaşlarına askerliği bırakma şartıyla parlamentoya girilebileceğini söyleyen, kongreler sürecinden gelerek Meclis’e saygınlığını kazandıran bir Mustafa Kemal profili çiziliyor. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın içinde de İttihatçıların olduğu ortaya konularak İttihatçılık-Kemalizm ilişkisi boşa çıkartılıyor. Dönemin yatay karşılaştırması sırasında dünyada Mussolini, Hitler gibi faşist liderler çıkarken Kemalizmin çok partili sisteme geçme girişimleri öne çıkartılıyor.
Yeni Osmanlıcılık şeklinde tezahür eden post Kemalist dış politikayı ele alan İlhan Uzgel, Nazilerin “lebensraum” kavramını kitabına aynen alan Davutoğlu’nun mimarı olduğu İslami yayılmacılık ve ümmetçiliğe dayanan dış politikanın çöküşünü anlatırken İttihatçıların bile yanında masum kaldığı bir kökenle bağ kuranlardan demokrasi bekleyenlerin zavallılığı ortaya çıkıyor.
Tarihin en büyük devrimlerinden olan 1789 Fransız Devriminin arkasındaki halk desteğine rağmen Fransa monarşi ile cumhuriyet arasında birkaç kez gidip gelirken, 1923 burjuva devriminin önderliği devrimci barutun zayıflığına rağmen okuma yazma bilmeyen köylülerden oluşan bir toplumda geriye dönüşü engelleyebilmişti. Buna rağmen çevrenin merkeze yürümesi adı altında gericiliği çağırmanın, bütün devrimlerde kaçınılmaz olarak görülen Ancien Régime taraftarlarına yönelik kurucu şiddeti ceberutluk olarak lanse etmenin monarşi ve şeriat özlemi olarak görülüp görülmeyeceği tartışmalıdır. 1950’lerden sonra NATO’ya üye olan Türkiye’nin emperyalizmle girdiği ilişki doğrultusunda silahlı kuvvetlerde yaşanan dönüşüm, sağcı iktidarların bürokrasideki kadrolaşması, devlet eliyle açılan imam hatip okulları ve Kur-ân kurslarına rağmen Cumhuriyet’in kuruluşundan 90-100 sene sonra yaşanan faşizan baskıyı tek parti dönemine bağlamak şeytan yaratma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır. 12 Eylül cuntasının şefi Evren’in 1983 seçimlerinde HP yerine sağcı bir partiyi işaret etmesi askeri vesayetten kimlerin nemalandığını açıkça göstermektedir. Bir de Cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı geçen birinin evinin bahçesine helikopterle inen bir Genelkurmay Başkanı var ki o konuya hiç girmeyelim.
Aynı şekilde; 70’lerde CHP’nin, 1989 seçimlerinde SHP’nin gecekondu mahallelerinin, emekçilerin, Alevilerin oyunu toplamış olduğu gerçeği “merkez-çevre” tezinin sahipleri tarafından görülmez. Çevrede olduğu iddia edilen sağ partilerin devlet, sermaye ve emperyalizmle bağlantısı da yok sayılır. Sivas Katliamı davasının zaman aşımına bırakılması, faşist katillerin devletin komando kamplarında yetişmiş olması merkezde kimin bulunduğunu net olarak göstermektedir. Ex-Osmanlı ve neo Osmanlı dönemlerinde saraylarda yaşayanlar dururken, bir bozkır kasabası olan Ankara’da mahrumiyetler içerisinde yeni bir hayatı kurmaya çalışanlara elit sıfatı yapıştırılması liberalizmin akıl sağlığı üzerindeki olumsuz etkisini kanıtlamak için yeterlidir.
Düşünsel alanda bir dönemin bitişini ilan eden “Post-Post-Kemalizm” kitabı bir zamanlar devletin resmi ideolojisi olan Atatürkçülük ile Kemalizmi özdeşleştirme hatasına düşmüyor. Bugün gerici karanlıktan bunalıp özgürlük isteyen gençler Atatürk’ü rakısıyla birlikte anıyorsa bu topraklarda resmi ideolojiye değil modernleşme ve aydınlanmaya özlem duyuluyor demektir. Yeni dönemin yıkıcı ve kurucu fikirlerinin nereye akacağını izlemek heyecanlı olacak. Ulusalcılıkla karıştırılmaması gereken modern yaşam tarzı ve aydınlanma özleminin sosyalizme yaklaşması bu ülkenin kazanımı olur. Bunun için birbirini anlamaya ve karşılıklı adım atmaya ihtiyaç var.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.