Meselemiz “gündelik olanın” devrimcileştirilmesi, devrimciliğin gündelik olanı kapsama, belirleme meselesidir. Bu perspektif kuşku yok ki aileyle, sevgiliyle, mahalledeki esnafla, işyerindeki işçiyle kurulan ilişkileri belirleme gücüne sahiptir. Bu noktadan sonra, devrim artık yaşamın kendisidir
Yoldaşlık. Yaşamı bir bütün olarak örgütlemenin, sevgiyi çoğaltmanın, sevinci gerçek kılmanın, paylaşmanın adıdır yoldaş. Şiirsel bir ezgi, şiddetli saldırılara karşı yekpare duruş, aynılaşmadan ortaklaşma düşü…
Bir kimlik değil yoldaşlık; inanılan, bilinmez bir geleceğe ertelenmeyen düşleri bugünden var edecek bir ilişki biçimi.
Direniş. Çok farklı biçimler alabiliyor direniş. Bazen polis barikatının önünde kol kola kilitlenmek oluyor bu biçim, bazen hukukun mezarlığı adliye önlerinde bir annenin oturması. Direniş, örgütlü veya örgütsüz, iradi ya da kendiliğinden ortaya çıkabiliyor. Kimi zaman Diyarbakır Zindanları’nda bir bedenin ateşe verilmesi olurken; kimi zamanda 8 Mart’larda polis barikatlarının tuz buz edilmesi oluyor. Yemekhane zamlarına karşı İstanbul Üniversitesi’nin kapısını sallayabildiği gibi, borçlandırma ve geleceksizleştirme politikasının aparatı olan KYK’nin yurtları önüne bir yatak atıp uzanıyor da. Hangi biçimleri ve pratikleri alırsa alsın direniş, verili olanı sorgulamaya ve onu değiştirmeye çalışıyor, bir muhalefet biçiminin tercümesi oluyor. Kimi zaman direniş, devirmeye dönüşüyor, kimi zaman direnişin sürdürücülerinin tepesine çöken bir yenilgiye.
Dünyanın dört bir tarafında arka arkaya patlak veren isyanlar ve direniş hareketleri bir “direniş çağı”na girdiğimizi salık veriyor. Bu direniş çağı tepeden tırnağa bir yenilenmeyi dayatıyor. Bu çağın devrimciliği ve yoldaşlık biçimi de buna dahil.
Bireyin kutsanması, neoliberal kapitalizmin hegemonyasını ilan etmesiyle birlikte örgütlü olan her şeyin atomize edilmesi, sistemin kişiliklerimize işleyen ve sisteme karşı savaşan devrimcileri dahi etkisi altına alan bencilleşme, rekabet, kendini parlatma isteği, hepsinin üzerinde yükselen hırs… Sayılanların hepsi, neoliberalizmin insanda ve doğal olarak devrimci kimlikte yarattığı tahribatı analiz ederken vurgulanan noktalardan: “Gösteriş sadeliğin, kibir tevazunun, ben bizin yerini aldı. Devrimci mücadelenin hafızasını ve kilometre taşlarını oluşturan eylemler, direnişler, kahramanlarını devrimcilerin oluşturduğu eski bir menkıbe olarak kavrandı. Devrimciliğin içi, ‘kendini gösterme’ biçimi olarak boşaltıldı, bir örgütte pozisyon sahibi olmamak devrimciliğin icra edilmemesiyle sonuçlandı. Bu durum kadroların tek başlarına vasıflarını etkilemekle kalmayıp yoldaşlık dediğimiz ilişkinin ve hayat paylaşma biçiminin doğasına işledi.”[1] Bu noktaların doğruluk payının olmasının yanı sıra hepsi tekrar edildikçe kötü birer ezbere dönüşerek sistemin saldırılarının muhataplarını, tabiî ki devrimci kadroyu da edilgen bir pozisyona itiyor. Kısacası, bu konuda sunulan analizler bir yandan kötümser bir rüzgâr estirirken diğer taraftan da değiştirme gücü ve potansiyeline ket vuran bir ezberciliğe dönüşüyor, yöntem sunamıyor.[2] Parlak fikirler, doğru görünen düşünceler, pratikte sınanmadıkça gerçeğe dönüşmüyor.
Sonuç olarak, neoliberal ideolojinin devrimciliği aşındırdığı, devrimci kadroya sirayet ettiği saptamasını tek başına yapmak, sadece var olanın yadsınması anlamına geliyor. Ezbere kolayca dönüşebilecek bir analizcilik pek işimize yaramıyor… Peki kuvvetini hayatın içinden, inandırıcılığını sokağın gücünden alan bir ilişki biçimini nereden çıkaracağız? Yadsıdıklarımızın karşıtını nerede kuracağız?
Direniş, sadece kritik politik karar zamanlarının eşlikçisi değil; sistemin verili olarak sunduğu formların her birinin dışına çıkmak için verilen mücadelenin kendisidir. Direnişi, ertelenmiş bir mücadele gününe değil; geleceği bugünden kuracak, bugünü geçmişin deneyimlerinden süzerek inşa edecek sürekli ve kesintisiz bir mücadele biçimi olarak kavramalıyız. Bugün her alanda yaşamsal sürdürülebilirlik için zorunlu bir mefhuma dönüşen mücadele, çeşitli direniş öbekleriyle karşımıza çıkıyor. Direnişler bizlere ikili bir görev yüklüyor: Direniş eğilimleri ilk olarak, kendiliğinden değil iradi bir sürecin gerekliliğine işaret ediyor. Direniş eğilimleri, günün politik çatışmasında devrimci bir alternatifin mümkünlüğünü göstermesi için belirli bir programa, eylem çizgisine ve örgüt yapısına kavuşmayı bekliyor. Diğer taraftan, yoldaşlık ilişkisini, devrimci kadroyu şekillendirecek yeni bir yöntem sunuyor: Pratik içinde, pratikten üretilen teorinin yeniden pratikleştirilmesi. Nedir bu yöntemi sunulan ilişki biçimi? Neoliberal çağın kişiliklerimize yönelik tahribatını onaracak, onu yıkıp yeniden inşa edecek olan direnişten beslenen ve kaynağını oradan alan bir yoldaşlık.
Direnişten beslenen bu yoldaşlık, kapitalist toplumun belirlemelerini akamete uğratacak, yeni kolektif gözlerle görmemizi sağlayacak, hiyerarşik kimlikleri ve bunun beraberinde getirdiği davranış biçimlerini paramparça edecek bir ilişki biçimi. Yakınlığın kişisel ilişkilere, niteliğinden ve üretkenliğinden bağımsız olarak bireylerin kendi arasında tutturduğu diyaloğun kendisine indirgendiği noktada, direnişin hayat verdiği yoldaşlık biçimi başka türden bir yakınlık vadediyor: Barikat başlarını birlikte tutmak, bir mahallenin bültenini birlikte hazırlamak, kapı kapı dolaşmak, bir eylem planlamak…
Somut örneklerle devam edelim. Nerede gelişiyor bu yoldaşlık? Eylemde, barikat başında, bir etkinlikte… Sadece bu mu? Devamı var… Yeni bir hayatın inşasında alttan alta gelişiyor.
Devrimcilerin bir mahalleden veya eylem alanından dışarı adım attığında, yaşama devam ettiği hayatın ikinci bir yaşam olmadığını anlamalıyız. Bu nedenle hayatın tümünü diğer yoldaşlarımızla eşitler düzlemde ve devrimci ilkeleri ihlal etmeden yaşamalıyız. Sonuç olarak, bu yoldaşlık, bir yoldaşın toplantıya giderken cebinde parası olup olmadığını dert edinirken, parası olanın doyasıya tokluğu değil yoldaşlarıyla bir simidi açlığa katık etmeyi seçerken, mahallede senden destek isteyen bir insanın sorununa dayanışmacı bir tarzla müdahale ederken ortaya çıkıyor, bir eğitim çalışmasını kolektif olarak örgütlerken ortaya çıkan eksiklerin kolektif bir biçimde, rekabet ortamı yaratmadan çözülmesinde görülüyor. Kısacası, hayatın tümünü kuşatan, yaşamın tüm gözeneklerine sızan bir ilişki biçimini tarif etmeye çalışıyorum. Bu sebeple, hayatın her bir noktasında direniş, faşizmin karşısında devrimciyi ayakta tutarken, yoldaşlık, örgütlülüğü güçlendiriyor.
Neoliberal kapitalizmin ortaya çıkardığı, parlattığı “gündelik yaşam” gibi bir ayrımı kabul etmeyen ilişki biçiminin kendisini görebiliriz bu yoldaşlıkta. Bugün de sıklıkla kullanılan devrimci yaşam-gündelik yaşam ayrımının bir safsatadan ibaret olduğunu anlamalıyız. Meselemiz “gündelik olanın” devrimcileştirilmesi, devrimciliğin gündelik olanı kapsama, belirleme meselesidir. Bu perspektif kuşku yok ki aileyle, sevgiliyle, mahalledeki esnafla, işyerindeki işçiyle kurulan ilişkileri belirleme gücüne sahiptir. Bu noktadan sonra, devrim artık yaşamın kendisidir. Yazıda genel çerçevesi çizilmeye çalışılan yoldaşlık biçimi, varlığını sokağın dinamizminden alan, hayattan öğrenen aynı zamanda da gerçekliğini buralardan kuran, sistemin sunduğu “birey” fikrinin hem eleştirisi hem de karşıtını ortaya koyan bir mefhum olarak burada karşımıza çıkıyor.
Neoliberalizm her geçen gün içten içe çürürken, değdiği, yolunun geçtiği her şeyi de kendisiyle beraber çürütüyor. Sistem kişiliklere yönelttiği saldırılarla herkesi teslim almaya çalışıyor. Neoliberalizm ile savaşan devrimciler ise bununla birlikte sistemin kişiliklerine yönelen saldırılarıyla da savaşmak durumunda kalıyor. Bu durumda devrimciler açısından en acil görev, sisteme karşı birlikte savaştığı yoldaşına canını emanet edebilecek bir güven ortamının tesis edilebilmesinde. Neoliberalizmin yaşamlarımıza yerleştirdiği kötücül ilişki biçimlerinden arınarak, birbirini gözeten, tahammül eden, yoldaşının hayatına karşı kendisini sorumlu hisseden, yoldaşının hatasını örtmeyen fakat ilk tökezlediğinde ona tekme de atmayan bir yoldaşlık biçimini hayata geçirmeliyiz.
Evet! Sistemin kişiliklerimize bulaştırdığı, bulaştığımız pisliklerle beraber bir savaş veriyoruz. Kazım Koyuncu’nun dediği “orada birisi farklı yürüyordur” cümlesinde, devrimcileri farklı kılan da budur belki. Zaaflarımız, hatalarımız, çürümeye yüz tutmuş yanlarımızla bir savaş sürdürüyoruz.
Direnişler çağının tam ortasında direnişlerden devrime bir yol açmak asıl hedefimiz. Sisteme karşı verilen savaşta, sistemin getirdikleriyle uzlaşmadan, kibre kapılmadan, başarıları olduğu kadar hataları, zaafları kusurları da kolektifleştirip çözerek bu yolun taşlarını döşemeye başlayabiliriz.
Dipnotlar:
[1] Devrimcilik, kadro ve birey üzerine: Dertleşelim, dertlenelim…
[2] Bir önceki yazıyı da pekâlâ bu kategoriye sokabiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.