Bölge devrimleri ve Birlik İntifadası bize bir şey öğrettiyse, o da kitlelerin gücünün muazzam olduğu ve rejimleri yıkmayı ve büyük bir devrimci değişim yaratmayı başarabileceğidir
Bu yorum, Al-Shabaka sitesi yönetim kurulu başkanı Tarık Bakaoni tarafından Birzeit Üniversitesi[1] İbrahim Abu-Lughod Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün her yıl düzenlenen konferansı sırasında yapılmış bir konuşmaya dayanıyor. Mayıs 2022’de düzenlenen, “Sorunlu Bir Bölgede Filistin Davası” başlıklı üç günlük konferans, Filistin ve başka ülkelerden akademisyenleri ve uzmanları son küresel ve bölgesel eğilimleri ve bunların Filistin davası üzerindeki etkilerini incelemek üzere bir araya getirmişti. Bakaoni’nin konuşması, Filistin’in adalet ve kurtuluş mücadelesini Ortadoğu’ya yönelik değişen ABD dış politikası, bölgedeki halk devrimleri ve İsrail rejimi ile otoriter Arap devletleri arasındaki normalleşme anlaşmaları bağlamında konumlandırarak bu gelişmelerden bazılarını analiz ediyor.
Son on yılda, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni bir bölgesel mimari odak noktası oldu. ABD, daha fazla bölgeden çekilme ve kısıntıya gitme belirtileri gösterdi. Bölgesel güçler arasında gerilim yükseldi ve yatıştı, vekâlet savaşları çoğalmaya devam ediyor ve oyuncular arasında ittifaklar sürekli değişiyor. 2011’den itibaren bölgenin her tarafından patlak veren devrimler, halen oluşturulmakta olan, ancak sınırları, Körfez ülkeleri, Fas, Sudan ve İsrail arasında imzalanan normalleşme anlaşmaları ile belirginleşen yeni bir düzenin gölgesinde savruluyor. Bu anlaşmalar, belki Sudan haricinde, bu ülkeler arasında on yıldan fazla süren gizli ilişkilere dayanıyor ve bölgenin büyük bölümünde halk ayaklanmalarının neredeyse ölümcül darbeler aldığı bir zamanda yüzeye çıkıyor. Yerleşimci-sömürgeci bir apartheid rejimi olan İsrail ile Arap otokratlar arasındaki büyüyen ilişkiler, Filistinlilerin kurtuluş mücadelelerini sürdürmek zorunda oldukları müstakbel bölgesel manzaranın önemli bir ayağını müjdeliyor.
İsrail ve Arap devletleri arasında genişleyen ittifaklar, (yandaşları tarafından tarif edildiği üzere) ekonomik kalkınma ve büyüme, istikrar ve dini hoşgörüye dair ortak bir bölgesel vizyona dayanıyor. Gerçekte, bu vizyon, egemen rejimlerin ağır biçimde güvenlikçileştirilmiş bir yaklaşımla hükmettikleri halklar üzerindeki pençelerini koruyan anti-demokratik hegemonyaya olan bağlılığa dayanan bir vizyondur. Zorunlu olarak, bu anlaşmaların tam merkezinde, muhalefeti ve statükoya yönelik herhangi bir meydan okumayı bastırabilecek istilacı bilgi teknolojisinin ve gözetim taktiklerinin takası var.
Normalleşme anlaşmalarının merkezinde, bölgesel güçlerin, ABD’nin geri çekilmesiyle fark edilen boşluğu doldurma ve egemen bölgesel düzeni sürdürmek için dizginleri kendi ellerine alma taahhüdü yer alıyor. Bu, diğer taktiklerin yanı sıra, -apartheid rejimi altındaki Filistinliler üzerinde denenen- İsrail güvenlik sistemlerinin, onları küresel ve bölgesel olarak eylemcilere, gazetecilere ve demokratik reform peşindeki başka insanlara karşı kullanan Arap devletlerine ihracıyla sağlanıyor. Bir yandan bir apartheid rejimini sürdürürken diğer yandan kendisini, küresel sahneye buyur edilen demokratik bir devlet -ekonomik olarak gelişmiş ve diplomatik olarak güçlü bir devlet- olarak başarıyla şekillendiren İsrail modeli, bölgedeki ve başka yerlerdeki birçok otokratın özlediği bir modeldir. İttifaklar, İsrail’in -askeri, ekonomik ve diplomatik etkisi aracılığıyla-, otoriterliklerinden ve ırksallaştırılmış kapitalizmlerinden dönmeleri ve kendilerini modernleşen, giderek daha liberal ve hoşgörülü hale gelen devletler olarak sunmaları için uzmanlığını müttefiklerine doğru genişletmesine dayanıyor. Bütün bunlar, bu devletler muhalefeti bastırıp ülkede geniş ekonomik eşitsizlik ve anti-demokratik bir yönetim yaratan politikalar izlerken yapılıyor. Fas örneğinde, İsrail ile ilişkiler, Sahra halkının topraklarını işgal etmesini normalleştirme avantajını da sağlıyor.
Bu genişleyen ittifaklar, 2011’de başlayarak bölgeyi kasıp kavuran ve dura kalka devam eden devrimler bağlamına yerleştirilmeli. Bölge halklarının büyük çoğunluğu için, yükselen “güvenlikçileştirilmiş istikrar” düzeni, kitlesel protestoları harekete geçiren temel taleplere hitap etmedi. Tam tersine: otoriter yönetim devam ediyor ve daha önce tasavvur edilmeyen bir derecede kan dökmeyi ve sistematik cinayetleri benimsedi; devletler çöktü veya daha acımasız otoriter taktikler benimsedi; işsizlik ve eşitsizlik yine yaygın; bolca yolsuzluk var; siyasi çoğulculuk yok; ve iklim değişikliğiyle birleşen demografik zorluklar, bu baskıları kırılma noktasının ötesine taşımayı vaat ediyor. Ancak, bölgesel güçler, bu sorunları ele almak yerine, iktidarı sürdürmek ve halk muhalefetini bastırma kapasitelerini genişletmekle meşgul.
Bölgede, güçlü adamların yönetiminde sağlanan istikrarın, demokratik açıklık ve sosyal adaletten daha değerli olduğuna dair dillere pelesenk olmuş bir ifade vardır. Bölgesel devrimleri izleyen dehşet, -özgürlük ve haysiyetin bedeli düşünülünce- kısa ve orta vadede, bu ifadeye daha da fazla prim sağladı. Bölgeyi kasıp kavuran devrimci coşkunun olumlu bir şekilde sona erdiğini gösteren örnekler yok denecek kadar az ve Suriye, Mısır ve ötesinde sayısız uyarıcı hikâye var. Bugün, hâkim olan umutsuzluk duygusu içinde, yükselen iktidarlar altında konu, karşıdevrimi sağlamlaştırmak. Umutsuzluk yaygın ve rejimler ile sokak arasındaki kopukluk her zamankinden daha geniş. Arap diktatörlüğü ile Siyonist yerleşimci-sömürgecilik arasında yeni kurulan ittifak -ki ABD emperyalizmi ile Arap diktatörlüğü arasındaki ittifakın yeniden yapılandırılmasından ibarettir- bu bölünmeyi yönetecek baskıcı taktikleri kullanmak için bir araç sadece.
Birçok yönden, Filistin mücadelesi sokak ve rejim arasındaki bu fay hattında oturuyor -en keskin şekilde Filistin’de, Filistin Yönetimi’nde somutlaşan otoriter bir rejim ile kurtuluş için mücadele eden Filistin halkı arasında var olan bir fay hattı. Ama bundan da öte, Filistin bölgesel anlamda da bu fay hattında varlığını sürdürüyor. Normalleşme anlaşmaları, Filistin mücadelesinin fiilen marjinalleştirildiği varsayımına dayanıyordu. Ancak bu varsayım açıkça yanlıştı ve Mayıs 2021’de patlak veren Birlik İntifadası tarafından çürütüldü. Birlik İntifadası, son on yılda her şeyden daha fazla, Filistin hakkında birçok kişinin kabul ettiği temel varsayımları tamamen yeniden şekillendirdi. Bu varsayımlara, Filistinlilerin pasifize edildiği, mağlup edildiği ve protesto etme yeteneğinden yoksun olduğu, bununla ilgilenmedikleri varsayımı da dahil. Yanlışlanan bir diğer varsayım da Filistinlilerin kendi parçalanmalarına razı olduklarıdır. Gerçekten de Birlik İntifadası, sadece Filistinlilerin, kendilerini ortadan kaldırmayı amaçlayan tek bir rejimle karşı karşıya olan tek bir halk olduğunu değil, aynı zamanda halkların nehirden denize, ülkenin her yerinde sürdürülebilir bir şekilde baş kaldırabildiğini, baskı altına alınmalarını protesto edebildiğini göstermiştir. Bunun anafikri Filistinliler tek bir halk olarak ayağa kalktıklarında, o zamana kadar yenilmez olarak algılanan bir rejimi alt etme kapasitesine sahip olmalarıdır. Filistinliler için Birlik İntifadası[2], belki de ilk kez İsrail’in apartheid rejimindeki çatlakları ortaya çıkardı.
Tam da bu nedenle ve beklendiği gibi, İsrail rejiminin tepkisi, -1948 topraklarında doğrudan ve Batı Şeria genelinde ortağı Filistin Yönetimi aracılığıyla- Filistinlileri yaygın biçimde tutuklarken bir yandan da Gazze’yi pasifize etmek için ezici ateş gücüne başvurmak oldu ki bu bir kere daha başarısız bir girişim oldu. Yeşil Hat’tın her iki tarafındaki çok sayıda insanı tutuklamak için yürütülen ortak çaba, Filistinlilerin örgütlenme ve seferberlik yeteneklerini etkisizleştirme ve Filistinlileri statükoya geri dönmeye zorlayarak patlayan ayaklanmayı tersine çevirme girişiminin bir işaretiydi. İsrail ayrıca gözetleme taktiklerini artırdı ve Filistin sivil toplumuna karşı önlemler aldı; yani, -Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yürütülen yasal mücadele de dahil olmak üzere- İsrail’den hesap sorma mücadelesinin ön saflarındaki altı öncü Filistin örgütünü terör örgütü olarak tanımladı. Kurtuluş mücadelesine bağlı bir Filistin liderliği olmadığı için, Filistin mücadelesinin stratejik seferberliği sivil toplum örgütlerine ve taban kolektiflerine kaymıştı, dolayısıyla İsrail’in çabaları da, Amerikalı ve Avrupalı icazetle, onları dağıtmaya yöneldi. Bazı açılardan bunlar, İsrail’in yönetimine karşı etkin bir direniş kalmaması için ortadan kaldırması gereken son engeldi.
Bu şekilde, İsrail’in (ve resmi Filistin’in) Birlik İntifadası’na yanıtı, İsraillilerin ve Arap ortaklarının muhalefetle, ve insan haklarını aktif biçimde korumaya çalışan bir sivil toplumla başa çıkmak için kullandıkları modeli tam olarak açığa çıkardı. İntifada, aynı zamanda bölgesel ve küresel düzeyde Filistin sorununun kitleler için marjinal olmadığını da gösterdi. Çünkü normalleşme anlaşmalarının temelinde yatan diğer bir yalan bölge halkları için Filistin sorunu diye bir sorun olmadığıdır. Nitekim, intifada boyunca, bölgenin ve dünyanın önemli şehirlerinde kitlesel protestolar yükseldi. Yönetici seçkinlerin Filistin sorununu talileştirme girişimi, halkın değil, otokratik yönetimin duygularını yansıtıyor.
Ekonomik entegrasyon benzersiz olmasına rağmen, dünyanın çok daha kutuplaştığı bir anda yaşıyoruz. Otoriter rejimler ve sağcı etno-milliyetçi partiler iktidara geliyor ve yönetimlerini sağlamlaştırıyor. COVID-19 ve iklim değişikliği gibi zorluklar, büyük güçler arasındaki rekabetin Avrupa’da bir kez daha askeri çatışmaya dönüştüğü bu dönemde küresel düzeyde koordine edilmiş bir yanıt oluşturmaya duyulan ihtiyacı gösteriyor. Ayrıca, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline Batı’nın tepkisi, sözde liberal Batı düzeninin ikiyüzlülüklerini gözler önüne serdi; oysa ABD ve AB, Filistin söz konusu olduğunda hiç görülmeyen bir şekilde, kurallara dayalı düzen ve mülteci haklarından bahsetmekte gecikmiyordu.
Bu küresel değişimlerin Filistin ve sosyal adalete ve ilerici değerlere bağlı müttefikleri için sarsıcı sonuçları var. Filistin’in kurtuluşu mücadelesi, bölgesel ve küresel siyasetle yakından bağlantılı bir konu ve bu nedenle, dünyamızı şekillendiren büyük jeopolitik ve sosyoekonomik güçlerden ayrı ele alınabilecek bağımsız bir sorun değil. Bu gerçeğin ışığında, birbiriyle ilişkili üç nokta var ki bunlardan yanıtlardan ziyade sorular çıkarılabilir.
Birincisi; Oslo sürecinde devlet düzeyinde barış süreci ve diplomasi kurtuluşa ulaşmanın bir yolu olarak görülüyordu, Filistin kurtuluş mücadelesi bugün post-Oslo süreçte epey mesafe kat etti. Bugünkü mücadele, halk önderliğinde, asimetrik bir kurtuluş mücadelesi. Bunun nedeni yalnızca resmi Filistin liderliğinin uzlaşmış olması veya bölgesel oyuncuların Filistin sorununu resmen kaybetmiş bulunması değil, aynı zamanda dünyanın her yerindeki devletlerin Filistin haklarını ilerletecek politikalar ileri sürmeye yatkın olmaması. Filistin halkının mevcut gücü halk düzeyinde ve burada çok büyük bir potansiyel var. Filistinliler, bölgesel ve küresel olarak, benzer düşüncelere sahip ve dekolonizasyon ve özgürleşme ilkelerine bağlı hareketler, örgütler ve siyasi partilerle ittifaklar kurmaya odaklanmalı. Küresel düzen büyük değişimlerden ve yeniden yapılandırmalardan geçtiği ve Soğuk Savaş sonrası ABD hegemonyası ve bölgeye yerleşme düzeni baskı altına girdiği için şu anda bu özellikle önemli. Filistinliler olarak angajmanımızı nasıl yeniden ayarlamalıyız? Küresel Güney’de, Batılı ilerici partilerde ve bölge genelinde, Filistinlilerin haraketliliğini ve örgütlenmesini destekleyebilecek ittifaklar ve Filistinlilerin de destek verebileceği davalar var. Bazı açılardan bu, tarihsel olarak sömürgecilik karşıtı bir mücadele biçimini alan Filistin hareketi için doğal bir ilerleme ve şimdi 21. yüzyılda dekolonizasyonun ne anlama geldiği sorusuna yanıt vermesi gerekir.
İkincisi, Filistinlilerin, paradoksal bir şekilde, geniş bir hareket inşa edip Filistin halkının farklı ideolojilerini ve büyük ölçüde diasporada yaşayan bir halk olarak deneyimlerini kapsarken Filistin’de dekolonizasyonun ne olduğuna dair tek bir odak ve vizyonu kalıcılaştırmaları gerektiğidir. Bu zorlu bir görev. Filistin sivil toplumu, anlatının kademeli ama tutarlı bir şekilde değiştiği ABD gibi ülkelerde veya Birlik İntifadası’nın sahada yapılan işi sergilemeye devam ettiği Filistin’in kendisinde muazzam ilerlemeler gösteriyor. Bir sonraki aşama, halkın bu çabasını bir üst seviyeye taşımak ve farklı başarılarını tekil bir kurtuluş vizyonunda birleştirmek. Bunu yapmak için Filistinliler, özgürlük, adalet ve eşitlik çevresinde vaaz ettiğimiz değerleri hareketimizin içinde yaşamalı. Mücadelemizin bir sonraki aşamasına öncülük edecek ve halka dayanan hareketliliğimizi siyasi bir vizyona dönüştürecek yeni, demokratik, özgür ve temsili yapıları nasıl kurabiliriz? Ve bu yapılar, bugün karşı karşıya olduğumuz küresel gerçeklere uyum sağlarken Filistin mücadelesinin bugüne kadarki mirası üzerine nasıl inşa edilebilir?
Üçüncüsü, Filistinliler olarak uluslararası alanda tanınmış olan haklarımızı güvence altına alma çabamızda, adaletin hakemleri olarak genellikle uluslararası hukuka ve Batılı ülkelere başvurduk. Ancak Batılı güçler de tıpkı Arap devletleri gibi, Filistin mücadelesine bağlılıklarını tarihsel olarak sürdürmekte başarısız oldu ve İsrail’in Filistinlilere uyguladığı baskıyı ve Filistin topraklarındaki sömürgeciliğini genişletmesine imkân ve destek verdi. Batılı devletler ve bölge rejimleri, ahlak veya adalet tarafından değil, öz-çıkar ve reel-politikle yönlendirilir. Benzer şekilde, Filistinliler, Filistinlilerin haklarını destekleyecek halk baskısının genişlemesini Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin ses getiren başarısı üzerine inşa etmeyi umuyor. Ancak uluslararası hukuk ve boykot hareketleri, kurtuluş mücadelesinde önemli araçlar olsa da asla kurtuluşumuzun mevzii olmayacak. Hareketin bugünkü durumu hakkında düşünürken, odağımızı kurtuluş taktiklerinin -örneğin uluslararası hukuk ve boykot- ötesine siyasal kurtuluş bir stratejisi geliştirmeye nasıl kaydırabiliriz?
Bölge devrimleri ve Birlik İntifadası bize bir şey öğrettiyse, o da kitlelerin gücünün muazzam olduğu ve rejimleri yıkmayı ve büyük bir devrimci değişim yaratmayı başarabileceğidir. Aynı zamanda, o güç, kalıcı siyasi değişim ve çoğulcu ve ileriye dönük yönetişim sistemleri yaratma yeteneğinde eksik kalıyordu. Statükoya yetki veren güçler kuvvetli ve bölgenin savaş alanlarına, özellikle Filistin’dekilere bölgesel ve uluslararası müdahaleler hep olacak. Filistinliler bu derslere bağlı kalmalı. Ve karşı-devrim güçlenirken, Filistinliler ve bölgedeki müttefikleri, içinde yaşadığımız yeni dünya düzeni hakkında düşünmeli ve şu anda inşa ettiğimiz hareketin altyapısını uyarlanabilir, sağlam bağlantılar içinde ve adil olacak şekilde genişletmeli.
Dipnotlar:
* Yazarın adının İngilizce yazımı Tareq Baconi’dir ve çevirinin İngilizce kaynak metninde de bu şekilde geçmektedir ancak Türkçe çeviride Arapça aslının okunuşu esas alınarak Tarık Bakaoni tercih edilmiştir.
[1] Filistin’in en prestijli üniversitesi, ilerici ve işgal karşıtı tutumuyla ve kampüsteki çok kültürlü ortamla tanınıyor.
[2] Mayıs 2021’de halk inisiyatifiyle başlayan ve tarihsel Filistin toprağının farklı yerlerinde yaşayan Filistinlilerin birliğini hedefleyen kalkışma.
[Al Shabaka’daki İngilizcesinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.