Anksiyete, majör depresyon, kalp ritmi bozukluğu, migren, deri döküntüsü gibi sağlık sorunları ne diploma takıyor ne statü. Kum kadar değeri olmadığını söyleyen inşaat işçisi ile uğradığı mobbinge dayanamayıp ofiste ağlamaya başlayan muhabir, kendisine toz bezi gibi davranıldığından yakınan ev işçisi ile saçını kestirmesi izne bağlanan sunucu aynı kaderi yaşıyor
“Çalışmışım onbeş saat
Tükenmişim onbeş saat
Acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
Anama sövmüş patron
Ter döktüğüm gazetede
Sıkmışım dişlerimi
Islıkla söylemişim umutlarımı
Susarak söylemişim”
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Şirketlerin para hırsını, insan hayatının üzerine koyan vahşi kapitalizmin yarattığı çalışma koşulları ülkemizde Soma, Tuzla, Ermenek, Davutpaşa, Hendek, Kozlu gibi büyük işçi katliamlarına yol açarken bunların yanında farkına varmadığımız yavaş ölümlere de neden olmakta. Uğur Şahin Umman’ın Çalışma Acısı adıyla İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı Türkiye solunu, emekçilerin bedeninde ve ruhunda derin yaralar açan, arkadaşlık ve aile ilişkilerine ağır darbeler indiren, intiharın kıyısına sürükleyen ceberut emek rejimini görmeye davet ediyor. Önsözünü İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği gönüllüsü Aslı Odman’ın yazdığı kitapta orjinali “la souffrance au travil” olan “çalışma acısı” kavramının Fransa’da ortaya çıkışı anlatılırken Fransız sendikalarının çalışma acısı üzerine verdiği eğitimin grevlere varmasını izliyoruz. Kitaptaki işçi tanıklıklarını dinledikçe Eğitim Sen, BTS, Dev Yapı-İş, Basın-İş gibi sendikalarımızın mobbinge karşı yürüttüğü çalışmaları görüp takdir ediyoruz ancak yolun henüz başında olduğumuzu, almamız gereken daha çok mesafe olduğunu da kabulleniyoruz. Çalışma acısı kavramını ortaya koyan kitabın önemi de bu noktada anlaşılır oluyor.
İş cinayetleri ve meslek hastalıkları böyle bir çalışmanın olmazsa olmazı ancak yazarın (ve Aslı Odman’ın) asıl katkısı; emekçilerin yavaş ölümüne yol açan performans sistemi, mobbing ve güvencesizleştirmenin yöneticilerin kötü kişiliğinden değil kapitalizmin işletme tekniklerinin bilimsel kılıflar altında (insan kaynakları, örgüt psikolojisi, endüstri mühendisliği) işyerlerini savaş alanına çevirmesinden kaynaklandığını göstermesinden geliyor.
Madencinin de pilotun da aynı acıyı yaşadığını dinlediğimizde kapitalizmin yasalarının yerin altında da havada da yürürlükte olduğu, mavi yakalı ile beyaz yakalıların ortak dertlerini duyduğumuzda eğitimli ya da eğitimsiz olmanın bir fark yaratmadığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Uğur Şahin Umman, banka çalışanından kot kumlama işçisine, diş teknisyeninden deri işçisine, akademisyenden depo işçisine, medya çalışanından otel görevlisine, film seti çalışanından kamu görevlisine kadar çeşitli sektör çalışanlarıyla yaptığı görüşmeleri aktarırken bu gerçek yüzümüze defalarca çarpıyor. Anksiyete, majör depresyon, kalp ritmi bozukluğu, migren, deri döküntüsü gibi sağlık sorunları ne diploma takıyor ne statü. Kum kadar değeri olmadığını söyleyen inşaat işçisi ile uğradığı mobbinge dayanamayıp ofiste ağlamaya başlayan muhabir, kendisine toz bezi gibi davranıldığından yakınan ev işçisi ile saçını kestirmesi izne bağlanan sunucu aynı kaderi yaşıyor. Madenlerde kontrolsüz patlatılan dinamitten kör olan, siyanür havuzunda yüzmeye zorlanan işçi ile bankacılık sektöründe yaşanan ölümlerin yolu kesişiyor.
Diyarbakır zindanından sağ kurtulmuş bir öğretmene “dışarısı, içeriden zor” dedirten ceberut emek rejimi çalışanlardan tazminatsız kurtulma derdiyle onları bezdirmeyi seçiyor. Çalışanlar arasında yaratılan rekabet birbirinin kuyusunu kazmaya dönüşünce patronun şiddeti görünmezleşerek kendi benzerinden gelen yatay bir şiddet halini alıyor. Görüşülen Eğitim Sen’li üyeler de mobbingin kişiselleştirilmemesini öneriyorlar.
Yapılan görüşmelerde hukuki mücadele arayışına girenlerin olduğunu görmek harekete geçenlerin varlığını göstermesiyle ufak bir umut uyandırıyor. Eğitim Sen’in avukatı Metin İriz ile Şebnem Korur Fincanı bu alanda öncü çalışmaları başlatmış olmalarıyla takdir edilmeyi hak ediyorlar. Ancak uzayan davalar, hakimlerin olumsuz tavrı, iş cinayetlerinin bile düşük para cezasıyla geçiştirilmesine bakıldığında toplumsal muhalefetin bu konuda daha fazla rol alması gerektiği görülüyor. Yazının başında belirttiğim sendikalara ek olarak Bir Umut Derneği, Adalet Arayan İşçi Aileleri gibi oluşumlar ortaya çıkmış, işçilerin davasını takip etmiş. Yasını bile doğru dürüst tutamamış işçi ailelerine, para kazanmak için kendilerini arayan avukatları gördükten sonra hiçbir çıkar beklemeden davayı üstlenen sol oluşumların varlığı ilaç gibi gelmiş. Eğitim Sen’in laik ve bilimsel eğitimi savunduğu için ihraç edilen, BTS’nin piyasalaştırmaya karşı çıktığı için sürülen üyelerine verdiği destek ise kongreler sürecine girmeye hazırlanan KESK’in varlığının önemini ortaya koyuyor.
Kimsenin işsizlikten intihar etmeyle mobbing yüzünden intihar etme arasında tercih yapmak zorunda kalmaması için sendikalarımız; iş cinayeti, meslek hastalığı, mobbinge karşı başlattığı mücadelelerini çalışma acısı kavramını içerecek şekilde genişletemezse emekçiler daha çok antidepresanlara mahkûm olacak gibi görünüyor. Emeğin terbiyesi için sistematik şiddet uygulayan kapitalizme karşı ufkumuzu genişletecek bu kitap hak ettiği ilgiyi görmeli.
İhsan Gülhan: Büro Emekçileri Sendikası Ankara 2 No’lu Şube Başkanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.