türkiye’de iktidarın, bölgede değişen dengeler ve ilişkilerle birlikte ve tabii filistin halkına ait olan kaynakların pazarlanmasına ortak olma hedefiyle, israil ile ilişkilerini normalleştirdiği bir dönemde, bir mossad elemanının bir antifaşist olarak tasviri tesadüf olabilir mi? ölüm yıldönümü bile değil!
1911’de, yahudilerin nüfusun yarısını oluşturduğu stanislav’da doğdu. o sırada polonya sınırları içinde olan bu şehir bugün ukrayna’da. henüz genç bir çocukken katıldığı yahudi gençlik örgütü maccabi hatzair daha sonra, israil devletinin kurulmasında büyük rol oynayacaktı. mühendislik lisesinde okudu, 1933’te ingiliz mandası altındaki filistin’e göçtü ve hayfa bölgesindeki hadera’da “notre dame”[1] takma adıyla anılan, yahudi polis gücüne katıldı. ingiliz polis gücünün “eki” olarak görülen bu yapı, 1936-39 arasında, ingiliz mandası’na karşı yürütülen büyük arap kalkışması’nın bastırılmasında önemli rol oynadı ve haganah[2] yönetiminde hareket ediyordu. 1936’da manda polis gücüne katıldı, aynı zamanda artık haganah’nın bir mensubuydu. küçük yaşta stanislav’da yakınlaştığı elsa, 1939’da avrupa’dan kaçtı, çift aynı yıl iskenderiye’de evlendi, ertesi yıl, daha sonra bir kazada kaybedecekleri oğulları gideon oldu. israil devleti’nin kurulmasından sonra manda polisinin yerini alan israil polisine katıldı ve kısa zamanda yükseldi. çeşitli yolsuzluk ve casusluk soruşturmalarında görev aldı. tel aviv polis soruşturmalar bölümünün başına geçti, ulusal karargâh’ta birçok önemli sorgulamayı yürüttü. 1957’de, arjantin’de bir interpol konferansı’na katıldı ve mossad tarafından nazi savaş suçlusu adolf eichmann’ın yerinin bulunmasıyla görevlendirdi. ancak eichmann’ın buenos aires’te 11 mayıs 1960’ta[3] yakalandığı mossad operasyonunda yer almadı. ama onun sorgularına katıldı.
polislikten diplomatlığa
oğlu gideon elrom 1969’da bir uçak kazasında ölünce, efraim hofstetter, soyadını onun ikinci adıyla değiştirdi. bu değişikliğin biraz da güvenlik sebebiyle yapıldığı iddiası da var çünkü efraim elrom aynı yılın ağustos ayında israil’in istanbul başkonsolosluğu’na atandı.
siz de takdir edersiniz ki, bir diplomat için ilginç bir eğitimi ve kariyeri var!
bilindiği gibi, efraim elrom 22 mayıs 1971’de istanbul’da öldürüldü. bu olayla ilgili ilginç bulduğum birkaç ayrıntıyı aktarmadan önce şunu hatırlatmak istiyorum.
adı onunla anılan adolf eichmann israil’de yargılandı ve işlediği suçlara karşılık idam edildi, ayrıca uluslararası kamuoyunda ve vicdanlarda mahkum edildi. efraim elrom, filistin halkına karşı onlarca suç işlemiş, nakba sürecinde aktif, paramiliter güçlerin parçası olmuş bir adamdı. bu suçlarıyla ilgili yargılanmadı.[4]
filistin halkının aynı dönemde serpilen mücadelesiyle yakın ilişkileri olsa da, türkiyeli devrimciler efraim elrom’u cezalandırmak amacıyla öldürmedi. elrom, bazı taleplerin gerçekleşmesi için rehin alındı.[5] israil başkonsolosluğu önündeki bir varile bırakılan bildiride şöyle denmişti:
17.5.1971
Saat: 17.00
Amerikancı Bakanlar Kuruluna,
Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, 1 Mayıs Harekâtı’nda, Ortadoğu halklarının baş düşmanı Amerikan emperyalizminin maşası siyonist İsrail’in Türkiye Başkonsolosu olan ve de ülkemizdeki siyonist hareketlerin organizasyonunda önemli rolü olan Efraim Elrom’u kaçırmıştır.
Efraim Elrom’un hayatına karşılık, derhal şu şartların yerine getirilmesi gerekmektedir:
- Tutuklu bulunan bütün devrimcilerin derhal serbest bırakılması (yer sonra bildirilecektir),
- Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi’nin 1 No’lu bülteninin 07.30, 13.00, 19.00, ve 22.45 TRT Haber Bültenlerinde 3 gün devamlı ve eksiksiz anons edilmesi,
- Mühlet doluncaya kadar polisin ve diğer zabıtanın hiçbir takibe girişmemesi ve aleyhte propaganda yayın yapılmaması.
Mühlet bu ültimatomun verildiği tarihten itibaren 3 gündür. Şartlar yerine getirilmezse derhal Efraim Elrom kurşuna dizilecektir. (Mühlet: 20.5.1971, saat 17.00’ye kadar.)
Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Merkez Komitesi[6]
bir diğer nokta şu; bu eylem 1 mayıs’ta planlanmıştı ancak bazı aksaklıklar sebebiyle 17 mayıs’ta gerçekleştirildi. komplocu bakış açısı için bir hayal kırıklığı olabilir ama elrom’un başka bir tarihte değil de 22 mayıs’ta öldürülmesi tamamen tesadüf. [7]
bir polisten antifaşist yaratmak
elrom’un kişiliğiyle ilgili kısmı bitirmeden şu soruyu da mutlaka sormak gerek: yerleşimci sömürgeci bir apartheid rejiminin kanlı istihbarat teşkilatı mossad tarafından bir nazi’nin yerinin tespit edilmesiyle görevlendirilmiş olması, onu antifaşist bir kahraman, antifaşist bir adam olarak görülmesini gerektirir mi? naziler, dünya tarihinin gördüğü en kanlı katliamları yaptı. ama modern tarihteki tek zulüm onlarınki mi?
olaya dönersek bir başka soru sormamız gerekir.
elrom rehin alındıktan sonra hayatta kalabilir miydi?
bunun mümkün olduğunu gösteren birçok şey var. belki tüm talepler kabul edilmezdi ama eylemcilerle bir müzakere yürütülebilirdi. oysa nihat erim hükümeti, kaçırılma olayıyla[8] ilgisi olan herkesin idamla yargılanacağının söylendiği bir bildiriyle karşılık verdi ve bir sürek avı başlattı. devlet aklı bunu gerektirir diyebilirsiniz ama başka ayrıntılar da var.
o arada elrom’dan eşine, durumunun iyi olduğunu söylediği, ingilizce bir mesaj ulaşmıştı. verilen sürenin bitmesine bir gün kala, elsa elrom’a eylemcilerden bir mesaj daha geldi ancak hükümet mesajın duyurulmasına izin vermedi. bir iddiaya göre, israil hükümeti, ankara’ya, elrom’u kaçıranların, onu serbest bırakması karşılığında yurtdışına hatta suriye’ye gitmelerine izin verilmesi önerisinde bulundu ancak hükümet bu öneriyi dokuz saat tartışıp reddetti.[9] rifat bali, ailenin thkp-c’lilere 1 milyon mark fidye teklif ettiğini, paranın teslimi için randevulaşılan galata köprüsü’nün altında çok fazla polis olduğu için bunun mümkün olmadığını iddia ediyor.
bir başka iddia, elrom’la sohbet eden oktay etiman’ın, onun solcu bir adam olduğunu düşündüğü. bu iddia doğru olabilir ama elrom’la ilgili bir veri sağlamaz, bence. elrom gibi tecrübeli bir sorgucunun, o sırada 24 yaşında olan etiman’ı, kendisinin de onlar gibi solcu olduğuna inandıracak şekilde konuşmasının zor olmadığını düşünüyorum.
peki neden şimdi?
bu konuyu daha önce gündeme getiren yazarlar olmuş. hatta muhsin kızılkaya, elrom’dan “bütün hayatını insanlık tarihinin gördüğü en büyük vahşi soykırımı gerçekleştirmiş olan nazileri, saklandıkları deliklerde bulup mahkemeye çıkarmaya vakfetmiş bir antifaşist” [10] olarak söz ediyor! abartma sanatı deyip geçemiyorum.
elrom olayı, neden tekrar tekrar gündeme geliyor?
konunun üç tarafı var.
birinci taraf, dönemin devrimcileri. türkiye’de 12 mart öncesi dönemde ortaya çıkan bu hareketler, dünyanın pek çok yerinde, geleneksel soldan bir kopuşa işaret eder. 12 mart darbesi, bu insanları, bu hareketleri adeta biçti ama çok kısa bir süre sonra, budanmış bitkiler gibi çok daha güçlü bir solun ortaya çıkmasını engelleyemedi. bu dönemin liderleri halkın vicdanında ve hatırasında kültleşti. bunun, onların çizgisine de zarar veren bir durum olduğunu düşünüyorum. bu insanların teorisi ve pratiği, daha sonraki on yıllarda solun gelişiminden sorumlu olanların teorisi ve pratiği muhakkak sorgulanmalı. ama bu çizgiyi şiddetle bastıramamış olmak, devlet aklının kapatmadığı bir hesap.
ikinci taraf, israil. türkiye, bilindiği gibi, nüfusunun çoğu müslüman olan ülkeler içinde israil devletini tanıyan ilk devlet. olayın gerçekleştiği dönemde resmi görüş “filistinli teröristlere karşı” israil devletinin yanında duruyordu. gelen geçen zamanda çok şey değişti. iktidar kendisini filistin halkının hamisi olarak sundu. bugün yine başka bir noktada. o yüzden şu soruyu sormak zorundayız: türkiye’de iktidarın, bölgede değişen dengeler ve ilişkilerle birlikte ve tabii filistin halkına ait olan kaynakların pazarlanmasına ortak olma hedefiyle, israil ile ilişkilerini normalleştirdiği bir dönemde, bir mossad elemanının bir antifaşist olarak tasviri tesadüf olabilir mi? ölüm yıldönümü bile değil!
üçüncü taraf entelektüeller. türkiye’de, nedense ivmesi artan bir biçimde, devrimci düşüncelere burun kıvırmak entelektüel sayılmanın en önemli kriterlerinden biri haline geliyor. ve devrimci düşüncelere karşı çıkanların adil olmak gibi bir zorunluluğu da yok, yine nedense. somut verilere ya da özenli metin okumalarına da gerek yok. “liberal” ifadesini tasarruflu kullanmaktan yanayım ama neden ne kadar liberal o kadar değerli diye sormaktan kendimi alamıyorum. daha önemlisi, bu insanlara yirmi yıl önce itibar kazandıranların bugünkü halleriyle ilgili hiçbir sorumluluk hissetmemeleri. kendi adıma bu çemberin kırılmasına ufak bir katkım olmasını istiyorum. ödp’ye başkan olması konusunda bir şey diyecek konumda değildim ama “hay elim kırılaydı da ufuk uras’a oy vermeyeydim” diyorum. ve bundan sonra daha özenli olma sözü veriyorum. çünkü bizler bir şey kazanmadık, meclis de çok şey kazanmadı ama akp bir payanda kazandı ya da “bir payanda daha” demeliyim.
Dipnotlar:
[1] Fransızca, bizim hanımefendi.
[2] Manda döneminde kurulan, nakba sürecinde katliamlar yapan Siyonist paramiliter güç.
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Eichmann
[4] Söylemeye bile gerek yok, cezasızlık bugün de aynı suçların işlenmesini mümkün kılıyor. Elrom’un kamu vicdanında aklanmaya çalışıldığını da görüyoruz.
[5] Bir tesadüf olabilir ama esir değiş tokuşu filistin direnişinin bugün de başvurduğu bir yöntem.
[6] Feyizoğlu, Turhan, İki Adalı Hüseyin Cevahir-Ulaş Bardakçı, 2012
[7] gerçi eichmann’ın yakalandığı tarih de 22 mayıs değil 11 mayıs.
[8] bu ifade bildiriden
[9] bu iddiaları efraim elrom’la ilgili ibranice wikipedia’da okudum.
[10] https://www.haberturk.com/yazarlar/muhsin-kizilkaya-2291/2468101-fasist-eichmann-anti-fasist-elrom-ve-devrimci-mahir