“Hak, hukuk, adalet” sloganı alanına giren talepler için mücadele etmek, iktidarı geri adım atmaya ve iyileştirmelere zorlamak doğru ve gereklidir. Kitleler harekete geçtiklerinde silik “adalet” talebini aşabilir, daha ilerileri hedeflere yönelebilirler. Bütün mesele bu talepleri nihai hedef haline getiren düzen partileri ve reformistler ile faşizmi geriletmek ve sosyalizm yolunda ilerlemek için ufak adımlar olarak gören devrimciler arasındaki farkın farkında olunması ve buna göre davranılmasıdır
17 Haziran 2017 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde başlatılan Adalet Yürüyüşü, 9 Temmuz’da Maltepe’de yapılan kalabalık bir mitingle son buldu. Solundan ve sağından geniş bir destek alan yürüyüş, kitleselliği, taleplerinin güncelliği ve iktidara karşı ters akıntı yaratmasıyla tarihsel bir boyut kazandı. Aradan geçen beş yıldan sonra genel bir değerlendirme yararlı olacaktır.
***
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde faşizme karşı mücadelenin ön cephesinde radikal sol vardı. Sol olduğu iddiasındaki CHP ise devlet (düzen) içi mücadelenin, parlamentarizmin ve barışçıl tepkilerin ötesine geçmedi, ufku budanmış reformizmle sınırlıydı. Tercihini her zaman burjuvazinin diktatörlüğünü ayakta tutmaktan ve sağıyla uzlaşmazlıktan yana kullandı. O zamanki TKP ve benzeri sosyal reformist hareketler tarafından, arkadan itilerek faşist diktatörlüğe gidişi durdurabileceği zannıyla desteklendi. Sol; düzen içi ve düzen dışı olmak üzere iki kampa ayrılmıştı ve bunlar birbirlerinden sadece hedeflerinde ve yöntemlerinde değil, slogan ve taleplerinde de ayrılıyorlardı. Devrimciler sloganlarını devrim/sosyalizm/iktidar bileşenleri üzerine kurarlarken, burjuva kampının sol cenahını oluşturan CHP, “Ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen” demekle yetiniyordu. Devrimci ve sosyalist sol kitlesel etki zayıflığına rağmen, dinamizmi ve militanlığıyla reformist sola baskındı. Bu sayede CHP tabanına kadar uzanan solun hâkim söylemi olabildi.
Bugünkü durumsa tersi bir görünüm arz ediyor. Hiçbir zaman kendini mevcut yasalara riayetle sınırlamamış gerçek sosyalistlerin, militan devrimcilerin noksanlığı sayesinde, “sol” olduğunu deklere etmeye cesaret edemeyen düzen partisi sahnenin önüne geçebilmiştir. Kuşkusuz CHP sokağa çıkmaktan, kitleleri eyleme seferber etmekten kuduzun sudan korktuğu kadar korkan, o yüzden de lehine olan bütün nesnel koşullara rağmen hala eşek kulağı gibi yerinde sayan bir partidir. Buna karşın dizginlerini elinde tuttuğu toplumsal muhalefetin gündemini belirlemekle kalmıyor, AKP korkusunu körükleyerek sosyalist kesimi ve Kürt solunu hem seçim platformu sathı mailine hapsediyor hem de yedeğine almaya çalışıyor. Üstelik bunda kısmen de olsa başarılıdır. Düzen karşıtlığını pratiğine yansıtamayan sol, umut vaat etmediğinden, yanına çekebileceği görece ileri bilinçli kesimleri CHP’ye (ve HDP’ye) emanet etmiştir. Bu, ilerici aydınlar, sanatçılar, gençlik ve sol sendikalar üzerinde gittikçe pekişen Atatürkçülüğe bakılarak da test edilebilir.
El altından AKP ile dolap çeviren Deniz Baykal’dan beri sağa açılmayı (hem ulusalcılık hem liberalizm yönünde) düstur edinmiş CHP, bu başarısını sol tarafından kalktığı (varlığını tehdit altında hissettiği diyelim biz ona) ender zamanlarından birinde düzenlediği beş yıl önceki Adalet Yürüyüşü benzeri ataklarına borçludur. Adalet Yürüyüşü, yasalara bağlı kalmasına, isyana dönüşmemesi için dıştan ve içten tedbir alınmasına karşın, günün ihtiyaçlarına ve kitlelerin güncel taleplerine cevap veren bir eylemdi. Adaletsizliklerin, hak-hukuk bilmezliklerin zirveye ulaştığı bir dönemde yapılması, CHP’yi sağ ve sol muhalefetin önüne çıkardı. Sosyalist kesimin çoğu haklı olarak, hukukun yerini alan orman kanunlarına karşı “demokratik haklar” temasıyla düzenlenen bu büyük çaplı eylemi desteklediler. Faşizm altında, suskunluğun ağır bastığı bir dönemde doğru tutum, kitlelerde heyecan, dayanışma ve direnme isteği yaratan bu eylemi desteklemek, onunla da kalmayıp daha genişlemesi ve icazet sınırlarının dışına taşması için çaba göstermekti. Ellerini göğsüne kavuşturup milyonları siyaset sahnesine çeken bir eyleme burun kıvıranlar, kof solculuğu sermaye yapanlardan başkası değildi. Oysa, baş düşman her alanda faşizmi tahkim ederken, onu yavaşlatan, yığınların öfke ve hoşnutsuzluğunu yumuşatarak bile olsa eyleme dönüştüren her girişim desteği hak eder.
Eğer bugün faşist koalisyonun hakkından seçimle gelinebileceği fikri sosyalist saflara uzanacak kadar mesafe almışsa ve hazırlıklar (ittifaklar) bu doğrultuda şekillenmekteyse, bunda CHP’nin büyük kentlerdeki yerel seçim başarısının ve Adalet Yürüyüşü’nün payı olduğunun teslim edilmesi gerekir.
CHP toplantı ve basın açıklamalarının klişesi haline gelen, “Hak, hukuk adalet” sloganının, onun dışındaki gösteri ve eylemlere de sirayet etmesi ne sebepsiz ne de tesadüftür. Bu sloganın köklü bir değerlendirilmesi yapılmadığı, çemberin dışına çıkılarak liberal-reformist adalet anlayışıyla hesaplaşılmadığı için, reformizm her geçen gün biraz daha güç kazanmaktadır. “Adalet” talebini söylemlerine dahil eden sosyalistler, kendileriyle reformistler arasında çizgi çekmedikleri, böyle bir ayrımı önemsemedikleri sürece, saflarında virüsün yayılmasının önünü alamayacaklardır. Elbette “hak, hukuk, adalet”in işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin bir talebi olduğu söylenerek desteklendi. Bu, faşist uygulamaları hedef aldığı, ezilenlerin, sömürülenlerin eşitlik, demokrasi, özgürlük özlemleriyle örtüştüğü sürece yanlış değildir. Önemli olan bunun siyasal mücadele düzleminde nasıl anlamlandırıldığı, menzilinin nerede başlayıp nerede bittiğidir.
“Hak, hukuk, adalet” sloganı alanına giren talepler için mücadele etmek, iktidarı geri adım atmaya ve iyileştirmelere zorlamak doğru ve gereklidir. Kitleler harekete geçtiklerinde silik “adalet” talebini aşabilir, daha ilerileri hedeflere yönelebilirler. Bütün mesele bu talepleri nihai hedef haline getiren düzen partileri ve reformistler ile faşizmi geriletmek ve sosyalizm yolunda ilerlemek için ufak adımlar olarak gören devrimciler arasındaki farkın farkında olunması ve buna göre davranılmasıdır.
***
“Adalet” sloganı düzen içi bir taleptir, kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığı içermez. Faşizme karşı acil talepler içerdiği, bu talep etrafında birlik ve dayanışma oluşturmayı sağladığı için tutundu ve kitlelerde karşılık buldu. CHP’nin ve liderinin dillendirdiği şikâyet ve istekler liberal demokrasilerde var olan şeylerdir. Adalet Yürüyüşü’nde ve CHP liderliğinin siyasi teşhir söylemlerinde sermayenin egemenliğini sorgulayan bir şey yoktur, tersine “laik burjuvazi”yi ve AKP dışı sağı kucaklayabilmek için son derece ılımlı ve uzlaşıcı davranılmıştır. CHP yabancı ve yerli sermayeye karşı değildir, sadece “beşli çete” gibi “kötü sermaye”ye, iktidarın himayesinde ihalelerle ve mafyatik yöntemlerle vurgun yapanlara karşıdır.
Türklerin tarihinde Adalet’ten her devirde başka bir şey anlaşılmıştır. Osmanlı devlet anlayışında Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi padişahtır, ülkeyi yönetme ve adalet dağıtma yetkisi de ona aittir. İttihat ve Terakki, Fransız burjuva devrimini taklit ederek hakkını vermese de, “Hürriyet, müsavat, uhuvvet, adalet” sloganını kullandı. Cumhuriyete geçiş, Batı’daki kapitalist adalet anlayışının anti-demokratik, otoriter bir yorumundan ibaretti.
Dünya ve Türkiye sağının en çok kullandığı parti adlarının başında “adalet” sözcüğü gelir. Terim olarak İslam dininin ana metinlerinde geniş bir yer tutar. Siyasi İslamcılığı gereği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlayışı da özgürlüksüzlük ve totalitarizm üzerine kuruludur; adaleti tanımlarken eşitsizliği baş köşeye yerleştirir. 24 Kasım 2018 tarihinde “Kadın ve Adalet Zirvesi”ndeki konuşmasında şöyle demiştir:
“Adalet herkese hakkını vermektir. Dikkat ederseniz herkese hakkını vermek demek, bir şeyi herkese eşit şekilde dağıtmak veya herkese aynı şekilde davranmak anlamına gelmiyor. Burada da yanlış hareket etmeyelim. Büyükle küçüğü aynı terazide tartamazsınız. Güçlüyle zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. Bazıları eşit, eşit diyor da şimdi yani biz 100 metreyi kadın-erkek aynı şekilde mi koşturacağız? Böyle bir şey olabilir mi? Hadi eşitiz erkekle, bayan 100 metreyi koşsunlar. Bu adalet olur mu? Olmaz.”
AKP ve MHP’nin baş ideologlarından N. Fazıl Kısakürek’te bu tam faşist bir renk alır. Yandaşlarına karşı son derece merhametli ve adilken, kendinden olmayanlara, hasım bildiklerine şiddeti ve ölüm dahil en ağır cezaları layık görür. İdeolocya Örgüsü’nde, adaleti, “mefkûrevî çapta şiddetli merhametle, mefkûrevî çapta şiddetli cezanın iç içe”liği diye tarif eder. “İnsanlar, gerektiği zaman sinekler gibi öldürülecek ve bin sinek için, gerektiği zaman bir dünya yıkılabilecektir.”[1]
Lafa gelince adaletten yana olmayan yoktur. Ama herkes ondan başka bir şey anlar. Adaletsizliğe kökten veya kısmen karşı olmaya da, tersinden onu pekiştirmeye ve ebedileştirmeye de ‘adalet’ denmektedir. N. Erbakan’ın dinsel ve muhafazakâr eşitsizlik anlayışı üzerinde bir şal gibi kullandığı “adil düzen” projesi, etiketinin tersi bir muhtevaya sahipti. Ecevit’in “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen” ve Kılıçdaroğlu’nun “hak, hukuk, adalet” sloganlarıysa, kitleleri kapitalizmin cehenneminden kurtarmayı değil, biraz daha rahat nefes almalarını sağlamayı öngörür. Her biri adaletsizliğin üstüne kendi rengine uygun bir adalet çarşafı örtmektedir. Bu yeni bir şey de değildir üstelik, ilk sınıflı toplum kölecilikten beri böyledir.
Bütün zamanlar için geçerli bir adalet yoktur. Adalet düşüncesi çağa, sınıflara, ideolojilere, ülkelere, hatta kişilere göre değişir. Bu sorun politikacıların, kişilerin erdemiyle, liyakatle ya da vicdanla çözülemez. Kaldı ki, kapitalist toplumun kendisi adaletsizdir. Onu adaletli yapmak, adaletle terbiye etmek mümkün değildir.
Sürecek…
Dipnot:
[1] İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 1986-İstanbul, s. 232.