Memet Gezer yargılanmak üzere değil susturulmak üzere getirildi. Konuşabilecekleri Reyhanlı Katliamı’nın arka planından fazlasıdır. Ancak mesele Reyhanlı Katliamı davası ise, o da bilen ve dahil olan şahısların “kaza” sonucu ölmesi ya da konuşmadan ele geçirilmesi gibi yöntemlerle karartılmaktadır
ABD’de 6 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan ve Türkiye aleyhine tanıklık yapacağı konuşulan Memet Gezer, tam da Tayyip Erdoğan’ın yelkenleri indirdiği NATO Liderler Zirvesi dönüşü Türkiye’ye getirildi. Cemal Kaşıkçı’yı Türkiye’de öldürten Suudi prensin, uzun yıllar Erdoğan tarafından Suudi Arabistan’a karşı bir koz olarak elde tutulan bu davayı, bedelini ödeyerek kapatmak üzere kendi memleketine götürmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Gönül rahatlığıyla iddia edebiliriz ki ABD ve Türkiye yönetimlerinin bazı kirli işleri ve gizli pazarlıklarının düğümlendiği yerde duran, Reyhanlı Katliamı’nın muhbiriyken birden azmettiricisi ilan edilen bu şahıs susturulmak üzere getirildi. Öyle ki karartma, İçişleri Bakanlığı’nın Gezer’in Türkiye’ye getirilişini duyurduğu 30 Haziran 2022 tarihli açıklamasıyla başlıyor.
Açıklama “Reyhanlı katliamının saldırı talimatını veren, ABD’de tutuklu bulunan uyuşturucu baronu Memet Gezer, Türkiye’ye getirildi” diye başlıyor. Gezer’in adı Reyhanlı Katliamı’nda muhbir olarak geçiyordu ama katliamın talimatını verdiği iddiası, Gezer başkalarının eline geçtikten sonra icat edildi. Oraya sonra geleceğiz. Ama şu “uyuşturucu baronu” meselesi de ilginç bir örtü. Gezer “tokatçı” diye bilinen dolandırıcılardandır ve daha çok silah kaçakçılığı ile bilinir. Silahlarla fazla haşır neşir olduğu da sosyal medya hesaplarından alenen görülürdü. Zaten uyuşturucu kaçakçılarına silah satmaya çalışırken, Karadağ’da, DEA (ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi) tarafından yakalanmıştı. Nedense bu “silah” meselesinin üzerinden atlanmış. Oraya da geleceğiz.
İçişleri Bakanlığı, “Söz konusu şahsın ABD’de bulunduğunun tespit edilmesi üzerine, İnterpol Europol Daire Başkanlığımızca gerekli çalışmalar yapılmış, ABD’li yetkililer ile temasların ardından sınır dışı edilmesi hususunda mutabık kalınmıştır” diyor. Breh breh breh… Gezer’in ABD’ye götürüldüğü 6 yıldır biliniyordu, tespit ve mutabakat meselesi neden bu kadar uzamış acaba? Türk istihbaratı daha 2018’de Gezer’in Türkiye aleyhine tanıklık yapacağını ve bombalı saldırılarda devletin “güvenlik” ve “istihbarat” birimlerinin dahlinden söz edebileceğini haber yaptırmıştı. Onlara da yok muamelesi yapmış İçişleri Bakanlığı açıklaması.
Başta söylediğimizi tekrarlayalım, Memet Gezer yargılanmak üzere değil susturulmak üzere getirildi. Konuşabilecekleri Reyhanlı Katliamı’nın arka planından fazlasıdır. Ancak mesele Reyhanlı Katliamı davası ise, o da bilen ve dahil olan şahısların “kaza” sonucu ölmesi ya da konuşmadan ele geçirilmesi gibi yöntemlerle karartılmaktadır.
2011’den bu yana Libya-Türkiye-Suriye hattında yaşananları, ABD-AKP arasındaki ilişkilerin iniş çıkışlı seyrini, AKP’nin cihatçı örgütlerin soluk borusu haline getirdiği Hatay’da olup bitenleri, Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan krizli kontrgerilla ilişkilerini şayet resmî açıklamalardan ya da sahada olup bitenin çok çok sınırlı bir kısmını aktaran geleneksel medya kuruluşlarından izliyorsanız Memet Gezer’in aslında Türkiye ile ABD arasında 6 yıllık bir pazarlığın konusu olmadığını, İçişleri Bakanlığı açıklamasında olduğu gibi yolunu şaşırıp ABD hapishanesine düşmüş bile olsa Türk polisinden kaçamadığını düşünebilirsiniz. Ama o iş öyle değil.
Memet Gezer vakası, Sedat Peker’in de ifşa ettiği uyuşturucu ve silah ticareti etrafında dönen ilişki ağının bir yerinde duran ve Nisan 2016’da DEA tarafından derdest edilip ABD’ye götürülen Hataylı bir silah kaçakçısının hak ettiği ilgiyi görmeyen ve gözlerden kaçırılan tuhaf öyküsüdür.
Öncelikle Peker’in dikkat çektiği uyuşturucu ticaretinin, Türkiye kontrgerillasının Libya’dan Suriye’ye uzanan gayrinizami harp faaliyetlerinin finansmanından ayrı düşünülemeyeceğini, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasları aşıp Latin Amerika’ya uzayan elin bu el olduğunu not edelim. Ayrıca Libya-Türkiye-Suriye hattındaki yeni organizasyonun Libya’daki NATO işgalinden Suriye’ye yönelik cihatçı istilasının başlatılmasına uzanan süreçte ABD-AKP ortaklığında oluşturulduğunu, Eylül 2012-Mayıs 2013 arasında bir sorun oluştuğunu akılda tutalım.
Hatay’da “tokatçı” diye anılan, dolandırıcılık vakalarıyla bilinen silah kaçakçısı Memet Gezer Nisan 2016’da Balkan ülkesi Karadağ’da Latin Amerikalı uyuşturucu kaçakçılarına ağır silah satmaya çalışırken yakalandı. O zaman bilinen tek şey Gezer’in ABD’ye gönderileceği idi.
Aynı günlerde, Lazkiye limanı çevresinde bir etkisi olan ve MİT’in pek çok kere hedef aldığı Mihraç Ural da Suriye’de ortadan kaybolmuş, cihatçılar yine öldüğünü iddia etmiş, bazı ciddi iddialara göre ise Ural koruma amaçlı olarak Suriye yönetimi tarafından alıkonmuştu.
Gezer ve Ural’ın adları Reyhanlı Katliamı Dosyası’nda birlikte geçiyordu. Daha doğrusu Ural sanıklar arasında sayılırken, Gezer’in de polis muhbiri olarak saldırı öncesinde ihbarda bulunduğu öne sürülmüştü. Öte yandan Reyhanlı Davası’nı devlet açısından da içinden çıkılmaz kılan şey, Mihraç Ural üzerine kurulan senaryonun şaibeleri gidermeye yetmediği ve olayda MİT’in de dahli olduğu yönündeki iddialardı. Öyle ya da böyle Memet Gezer gibi Suriye sınır hattında kaçakçılık yapan birinin çok taraflı çalışması ve MİT ile bağlantısının olması, “iş”inin doğası gereği kaçınılmaz.
Ekim 2016’da Memet Gezer’in ABD’de silah kaçakçılığından yargılanacağı açıklandı. Ancak ilginç olan Gezer’in dosyasına Reza Zarrab Davası’nın savcısı Preet Bharara bakacaktı.
Balkanlarda yakalanan Gezer’in çalıştığı bölgeler düşündürücü: Memleketindeki söylentilere bakılırsa Türkiye-Suriye sınırında kaçakçılık yapan Gezer’in trafiğinde Libya da vardı. Yani Memet Gezer’in, Obama ve Erdoğan’ın birlikte kurduğu ve sonra da bozuşmasına yol açan Libya-Türkiye-Suriye cihatçı/silah hattına dair bir şeyler bilme ve istendiğinde söyleme ihtimali var.
Bu hatta dönüp bitenler nedeniyle Obama’nın Mayıs 2013’te yüz yüze görüşmelerinde Erdoğan’a çıkıştığını Seymour Hersh “The Red Line and the Rat Line” başlıklı yazısında anlatmıştı. 2011’de CIA ile birlikte Türkiye kontrgerillasının kurduğu hat, ABD’nin Libya büyükelçisinin cihatçılar tarafından Eylül 2012’de öldürülmesiyle birlikte, Türkiye inisiyatifine bırakılmış, ÖSO’nun işlevsiz kaldığı yerde El Kaide öne çıkmaya başlamıştı. ABD, Mayıs 2013’te AKP’ye özetle “Cihatçı radikallerle ne işler çevirdiğinizi biliyoruz” dedi ama bu bilgiyi operasyonel olarak kullanma noktasında açıktan harekete geçilmedi. Ama Suriye konusunda ihtilaf başladı.
Belki tesadüftür ama Obama ile yaşanan söz konusu görüşme sonrası Gezi Direnişi, 17-25 Aralık ve MİT TIR’ları haberleri dahil her ciddi AKP karşıtı durum/olay Erdoğan tarafından “ABD destekli darbe girişimi” olarak nitelenmeye başladı. Çünkü korku büyük ve boşuna değil.
Nihayet AKP iktidarı ABD’de “Uluslararası terörizme finansal destek sağlama” gibi suçlamaların da telaffuz edildiği bir dava ile (Zarrab Davası) karşı karşıya kaldı. Zarrab Davası’na bakan savcı ile Memet Gezer dosyasına bakan savcının aynı kişi olması tesadüf olmasa gerek.
Gezer ABD’ye götürüldüğünde iyi kötü ne için kullanılacağı tahmin edilmiştir. Ama ABD acele etmedi. AKP karşısında izlenen “stratejik sabır” politikası gereği ağır ağır hareket etti. Ekim 2016’dan Şubat 2018’e geldiğimizde Gezer’in ne için kullanılacağı da açıktan yazıldı: “Türk istihbarat birimleri, Karadağ’da Nisan 2016’da yakalanıp, Ekim 2016’da ABD’ye teslim edilen ‘uluslararası silah ve uyuşturucu kaçakçısı’ Memet Gezer’in Türkiye aleyhine tanıklık yapacağı bilgisine ulaştı.”
Daha sonra tutuklanan MİT TIR’ları savcısı Özcan Şişman’ın “gıyaben tanırım” dediği Memet Gezer’in Reyhanlı Katliamı’na ilişkin önceki açıklamaları MİT’i zora sokacak cinsten. Çünkü Gezer, sınırdaki her pis işin içinden çıkan Heysem Topalca’nın adını vermişti.
Cilvegözü, Reyhanlı, Niğde saldırıları ile Adana’da yakalanan bir TIR dolusu roket başlığıyla ilgili soruşturmalarda adı geçen ve Jandarma, MİT, Emniyet’in hakkında bilgi vermediği Heysem Topalca 10 Şubat 2021’de Konya’da bir trafik kazasında öldü.
Topalca öldü, artık konuşamaz. Gezer yaşıyor, konuşabilirdi. Türkiye’yi artık idare etmeyeceğini söyleyen Biden yönetimindeki ABD’nin elinde bir koz olarak tutulurken, Erdoğan’ın NATO Liderler Zirvesi’nde ABD’nin istekleriyle müthiş bir uyum noktasına gelmesinin hemen ardından Türkiye’ye gönderildi.
ABD, Gezer’i elde tutarken Türkiye’de olmayan adaleti kendisi tesis etmek için yapmıyordu bunu tabiî. Suriye’deki cihatçı istilasında da AKP iktidarına bu görevi veren, Libya-Suriye hattını kurduran ABD’nin kendisiydi.
Mesele zaten ABD ve AKP arasında değil. Onların arasındaki bir emperyalist güçle işbirlikçisi arasındaki kirli bir pazarlıktan ibaret. Oysa mesele Türkiye ve Ortadoğu halklarıyla ABD-AKP arasında. Reyhanlı’dan 10 Ekim’e onca katliamın, on yılı aşkın süredir devam eden savaşın, savaşların hesabı sorulmalı. Gezer bir sus payı karşılığında, AKP iktidarının istediğini söyleyecektir. Ama bu dava bu şekilde bitmez. Şayet katliamlar ve savaş ülkesi olmaktan, bir ateş çemberi içinde kalmaktan kurtulmak istiyorsak AKP’nin kapatmaya çalıştığı bu davanın üstüne gidilmeli, gerekirse yeniden yeniden açılmalı. Reyhanlı halkı davacıdır, Hatay, Antep, Urfa halkı, Türkiye halkları, Suriye halkları davacıdır. Bu davanın kapatılmasına izin verilmemeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.