Kimin hangi fikri kamuoyuna açıklayabileceğine sadece iletişim tekellerinin karar vereceği günler kapıda. Bir de devletler var tabiî. Onlar da tekellerin keyfiyetine müdahale gerekçesiyle kontrol sağlamak istiyor. Bu kontrol çabası, ifade özgürlüğünü bütünüyle ortadan kaldırmak isteyenlere de dayanak olabiliyor
Pandemiyle birlikte hızlanan ve devletlerce özel olarak da teşvik edilen dijitalleşme, iletişim ve ticaretin ana mecrası haline gelen dijital dünyayı kimin kontrol edip yöneteceğine ilişkin tartışmaları da beraberinde getirdi.
Toplumsal hareketlerin, dışlananların, kendini ifade etmesi engellenenlerin internet kanalıyla kullanabildiği göreli özgürlük ortamının sonsuz olmadığı, büyük servetlere hükmeden dijital platformların keyfi işleyişi ve manipülasyonlarıyla tartışılır hale geldi.
Dijital platformların, istediklerini öne çıkarıp herhangi bir hesap vermeden istediklerini sınırladıkları bu keyfiyet hali, bu alandaki kontrollerinin zayıflığından mustarip olan hükümetler açısından da fırsata çevrildi.
Suçu engelleme, dezenformasyonla mücadele, ifade ve iletişim özgürlüğünü koruma gerekçesinin ardına sığınan hükümetler de yeni yasal düzenlemelerle dijital platformların “keyfiyetine son verip”, internette dolaşan bilgiyi denetleme konusunda kendi kontrollerini sağlamak istiyorlar.
İnternetin sunduğu göreli özgürlük ortamı, iletişim tekellerinin hakimiyeti ve devlet kontrolünü pekişmesiyle giderek sınırlandırılıyor ve bu da yeni bir mücadele sürecine kapıları aralıyor.
Her ülke bu süreci kendi özgünlüğü içinde yaşıyor. Türkiye’de bütün iletişim ortamını kontrol etmek, iktidarın açığa çıkmasını istemediği gerçeklerin ve muhalif fikirlerin duyulmasını engellemek isteyen AKP iktidarının son internet medyası düzenlemesinde uluslararası örneklere de referans veriliyor. Ancak biçimsel referans içerikte ve uygulamada oldukça farklı sonuçlar üretebiliyor. Örneğin “yasa” ile bir ülkede Medeni Kanun kastedilirken bir başka ülkede Terörle Mücadele Kanunu kastedilebiliyor.
Peki bu referanslardan Avrupa Birliği (AB) Dijital Yasası tam olarak ne getiriyor? İnternet özgürlüğü mücadelesine ve bu alanda yürütülen tartışmalar katkı sunmak amacıyla AB Dijital Yasası’na dair farklı kaynaklardan yaptığımız çevirileri okurun ilgisine sunuyoruz:
AB, yeni bir yasal düzenleme ile internet şirketlerini nefret söylemi, dezenformasyon ve sahte ürünlere karşı daha hızlı ve daha iyi önlemler almaya mecbur kılmak istiyor. Bu yasanın somut olarak ne anlama geldiğine ve kimler için geçerli olduğuna dair genel bir bakış.
AB ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu’ndan temsilciler gerçekleştirdikleri son bir müzakere maratonunun ardından, dijital hizmetler hakkında bir yasa (Dijital Hizmetler Yasası, kısaca DHY) konusunda uzlaştılar. Bu yasa, çevrimiçi platformların daha sıkı denetlenmesini ve daha fazla tüketicinin korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, düzenlemelerle ilgili tarihi bir uzlaşmadan söz etti.
Kanunun ne dediği ve bu müzakereye nasıl devam edileceğine dair en önemli soru ve düzenlemelere genel bir bakış.
Prensip olarak bu kanunun içerdiği yeni kurallar, örneğin aracı olan şirketlerin ve tüketicilerin mal ve içeriğe erişimini sağlayan dijital hizmetler için geçerli olmalıdır. Ancak AB, özellikle çok büyük çevrimiçi şirketleri daha sıkı bir düzenlemeye tabii tutmak istiyor. 45 milyondan fazla kullanıcısı olan platformlar ve arama motorları olan çevirimiçi şirketler “çok büyük” olarak kabul edilir. Bunların yan kuruluşu olan, başta YouTube ile Google, Facebook ve Instagram ile Meta, sosyal ağ LinkedIn, Amazon, Apple ve Twitter ile Microsoft dahil olmak üzere potansiyel olarak yaklaşık 20 şirket var. Bu büyük hizmet sektörünün uyması gereken kurallar küçük olanlardan daha fazladır. Ancak aylık 45 milyondan az aktif kullanıcısı olan şirketler için bazı istisnalar olacaktır.
Bu yasanın amacı, ilke olarak anayasal temele dayanan internet için bağlayıcı kurallar belirlemektir: Çevrimdışı alanda yasadışı olan, çevrimiçi alanda da yasadışı olmalıdır. Bu uygulama, örneğin nefret söylemi ve terör propagandasının yanı sıra çevrimiçi pazarlarda satılan taklit ürünler için de geçerlidir. Platformlar açısından bu yasa, başlarına gelebilecek şeyler açısından daha fazla sorumluluk almaları gerektiği anlamına gelir.
İlke olarak şirketler, nefret söylemi, şiddet çağrıları ya da terör propagandası gibi yasa dışı içerikleri kendilerine haber verilir verilmez kaldırmalıdır. Bu kontrolün mühleti 24 saattir. Kullanıcılar bu tür içerikleri rahatlıkla bildirebilme olanağına sahip olmalıdır. Yanısıra, platformların silme kararlarına itiraz etme ve tazminat talep etme imkânına sahip olmalıdırlar. Çevrimiçi platformlar, nefret söylemi veya sahte reklamlar gibi genellikle yasa dışı içerik dağıtan kullanıcıları da engellemelidir. Bunun yalnızca Instagram, Facebook ve YouTube gibi en büyük sağlayıcılar için değil, çeşitli platform sağlayıcıları için de geçerli olması gerekiyor.
Aynı zamanda bu yasa, ilke olarak ifade özgürlüğünün korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu şekilde, yasa dışı içerik ile ifade özgürlüğü kapsamına giren ancak zararlı olan içerik arasında bir ayrım yapılmalısı gerekiyor.
Büyük olarak nitelendirilen bu platformlar gelecekte kullanıcılarına hangi reklamların gösterileceği konusunda daha fazla etki sağlamalıdır. Dini inançlar, cinsel yönelim ya da siyasi görüşler gibi hassas veriler, hedeflenen reklamcılık açısından yalnızca sınırlı ölçüde kullanılabilir. Reşit olmayan bireyler, artık ilkesel olarak, kişiselleştirilmiş hiçbir reklam alamamalıdır.
Sosyal ağlar, öneri algoritmalarını daha şeffaf hâle getirmeli ve kullanıcılara seçenekler sunmalıdır. Hizmet alanlarındaki en önemli parametreleri-değişkenleri kendi Genel Karar ve Koşulları’nda (GKK) yayımlamalıdırlar. Kullanıcılar, GKK’yi nasıl değiştirebileceklerini de öğrenmelidir. Ağırlıklı olarak gizli öneri algoritmalarına yönelik eleştiriler her zaman mevcuttur. Örneğin eski Facebook çalışanı Frances Haugen, Facebook’un kâr etmek üzere kasıtlı olarak içeriği kutuplaştıran algoritmalar kullanması faaliyetini eleştirmişti.
“Karanlık desenler” olarak adlandırılan manipülatif tasarım uygulamaları gelecekte yasaklanacaktır. Bazı şirketler bu desenleri tüketicileri satın alma kararı vermeye teşvik etmek üzere kullanır. Yanıltıcı kullanıcı yüzleri -örneğin çerezleri seçerken kullanılan yüzler- başka açılardan da önemli ölçüde yasaklanmıştır. Gelecek açısından düşünüldüğünde pazar alanları, sahte ürünlerin internete girmesini engellemek için de sağlayıcıları kontrol etmek zorunda kalacaktır.
AB, Dijital Hizmetler Yasasını kabul etmeye bir adım daha yaklaştı. Strasbourg’daki Avrupa Parlamentosu, AB ülkeleriyle Dijital Hizmetler Yasası hakkında yapılacak müzakereler kapsamında ortak tutum alma yönünde bir uzlaşmaya vardı.
Bu yasal düzenleme, İnternet Devleri’nin ortak düzenlenişinde bir kilometre taşı olarak kabul ediliyor. İnternet kullanıcıları daha iyi korunmalıdır. Parlamento artık AB Devletleri Konseyi ile müzakerelere başlayabilir. Ancak bu tam olarak neyi ifade etmektedir?
Dijital hizmetler hayatımızda önemli bir rol oynamaktadır: Web siteleri, sosyal medya, e-kitaplar, bulut tabanlı bilgi işlem depolama, müzik ve video akışı. Kullandığımız tüm bu alanlar dijital hizmetler olarak tanımlanır.
Avrupa Komisyonu, Aralık 2020’de sahte ürünlerin satışı, nefret söyleminin yayılması, siber tehditleri ya da piyasa dengesizlikleri gibi çeşitli zorlukların önüne geçmek üzere yeni bir yasal çerçeve önerdi.
Bu önergenin arkasında yatan mantık, gerçek dünyada yasa dışı olanın çevrimiçi dünyada da yasa dışı olması gerektiğidir. Dijital evren daha güvenli bir hâle getirilmelidir. Bu açıdan, esas olarak elektronik ticari işlemlere ilişkin AB yönergeleri modernize edilecektir.
Dijital değişimi bulut tabanlı bilgi işlem, mobil çözümler ve siber güvenlik yönlendirmektedir.
Bu önerge (“Dijital Hizmetler Yasası”) kullanıcılara çevrimiçi gördükleri şeyler hakkında söz sahibi olma fırsatı verecektir. Örneğin hedefli reklamlar tek tip olarak düzenlenebilecek, platformlar ise zararlı ve yasa dışı içerikleri silmeyi taahhüt edebileceklerdir. Hedeflenen zararlı içerikler, özellikle çevrimiçi nefret söylemi, sahte haberler ve sahte ürünlerdir. Platformların, bu içerikleri engelleyemedikleri takdirde diğer yaptırımları beklemeleri gerekecektir.
Yeni yasa, her gün milyonlarca Avrupalı tarafından kullanılan platformları ve çevrimiçi aracıları etkileyecek. Buna Twitter ve Facebook gibi sosyal medya platformları, uygulama mağazaları, Youtube ve Spotify gibi video ve müzik akışı hizmetleri, Airbnb gibi çevrimiçi seyahat siteleri ve diğer dijital pazar alanları dahildir. Büyük çevrimiçi platformlara (ayda 45 milyondan fazla aktif kullanıcıyla) özel bir dikkat gösterilecektir. Yasa iç pazarda hizmet sunarken, AB dışındaki yerleşik şirketler için de geçerli olacaktır.
Dijital medya:
Bu genellikle YouTube’da olur. Video birden kaybolur ve ardından yazarlar tam olarak ne söylediklerini ya da neyi yanlış yaptıklarını bilmeden şaşırırlar.
YouTube içeriği ortadan kaldırır ve kanalları engeller. Bunun nedeniyse çoğu zaman bir sır olarak kalır. AB bu sorunu nasıl çözmeyi planlıyor?
Sürekli olarak mitolojik komplo motifleriyle oynayan sağcı muhafazakâr haftalık Junge Freiheit -Genç Özgürlük- gazetesi için bu bir hit oldu. Bu gazetede geçen hafta yayımlanan bir makalenin manşetinde “Görünüşe göre gülmek yasak” yazıyor. YouTube, sağcı kampta popüler olan hicivci Uwe Steimle’nin kanalını geçici olarak engeller. Ve Steimle, “Beni, ne olduğunu söylemeden bazı topluluk kurallarını ihlal etmekle suçladılar” diye fısıldar.
YouTube, yine ekim ayı içerisinde, yeni sağcı blog “Achse des Guten-İyilik Ekseni” grubunun korona pandemisi hakkında bastırılmış gerçekleri sahneye çıkaran kritik “Her şey masada” eyleminin iki videosunu da tıpkı Steimle gibi engelledi. Platform özellikle, videolardaki hangi ifadelerin sakıncalı olduğunu tam olarak belirtmeden, yanlış tıbbi bilgilerin yayılmasını yasaklayan topluluk yönergelerine atıfta bulundu. Medya avukatı Joachim Steinhöfel, diğer şeylerin yanı sıra düşünce özgürlüğü ve bilim özgürlüğüne istinaden belirlenmiş olan ihtiyati tedbirleri göndererek bu engellemeye itiraz etti. Tüm videolar ve kanallar artık tekrar kullanılabilir durumda.
Tüm bu olanların ardında Uwe Steimle, YouTube’u Doğu Almanya ile karşılaştırır. Platformdaki bu keyfi adalet sistemi hüküm sürmeye devam eder. Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Medya Direktörü ise bu durumu sadece biraz daha diplomatik bir şekilde ortaya koyar: “Kimin hangi fikri kamuoyuna açıklayabileceğine sadece sanayi şirketlerinin karar vereceği günler kapıda.”
Avrupa Birliği bu keyfi duruma son vermek istiyor. Bir “Dijital Hizmetler Yasası” kapsamında bu içerikle ilgilenirken, aynı zamanda dijital platformları bağlayıcı kurallara tabi tutmayı da amaçlamaktadır. Bu yasa muhtemelen ilkbaharda resmileşecek ve ardından ulusal yasalara uyarlanması gerekecektir. Şu anda mevcut olan Alman İletişim Ağları İcra Yasası, sadece platformların suç içerikli içeriği kaldırmasını şart koşuyor. Ancak İletişim Ağları İcra Yasası, yanlış tıbbi bilgilerin yayılması gibi, belirli yönergeleri ihlal eden ve henüz cezalandırılmamış olan vakalara ilişkin bir yükümlülük taşımaz. Yani böylesi durumlarda geçerli olan tek şey yönergelerdir. Medya Hukuku uzmanı Christian Solmecke’nin açıkladığı gibi, sağlayıcıya bir dereceye kadar ikâmet haklarının gerekleri uygulanır. Bunu kısıtlama yetkisine sahip olan tek şey, Federal Adalet Divanı’nın alacağı bir karardır: Platformlar, kanalları engellenmeden önce kullanıcıları bilgilendirmeli, yaklaşmakta olan önlemin nedenini bildirmeli ve onlara yorum yapma fırsatı vermelidir.
Somut bir örnek olarak Köln Bölge Mahkemesi şu sıralar, “Masadaki her şey” videosu davası özgülünde platformun bunu yapıp yapmadığını netleştirmeye çalışıyor.
İrlanda merkezli bir mega şirketin şubesiyle yaşanan bir yasal anlaşmazlığı yönetmeyi, neredeyse hiçkimse tercih etmez:
Bu nedenle Dijital Hizmetler Yasası, platformların tek tip, kolay erişilebilir ve anlaşılır şikâyet prosedürleri getirmesini zorunlu kılmaktadır. Platformlar içeriği engellemeden önce, itiraz etmenin kolay bir yolu da dahil olmak üzere bir videoda neyin sakıncalı olduğunu tam olarak belirtebilmek ve şikayetleri on iş günü içerisinde işleme koymak zorundalar -bu koşul, en azından Avrupa Parlamentosu’nun hazırladığı olası bir yasal metnin bir versiyonunda mevcuttur.
Önergeye göre, kullanıcılar şikayetlerini ilettikleri zaman “gerekirse bir insan muhatabına sahip olmalıdır”. Kararlar “nitelikli personel tarafından” ve “keyfi olmayan bir şekilde” alınacaktır. Bu önerge, AB Komisyonu’nun yalnızca platformun şikayetleri “derhal” ve “dikkatle” ele almasını koşullayan önergesine kıyasla daha net bir denetim sıkılaştırmasıdır.
Önümüzde bulunan AB Komisyonu, AB Parlamentosu ve AB Üyesi Devletler üçlemesinde hangi pozisyon hâkim olursa olsun, bu pozisyon muhtemelen YouTube kara kutusunun sonu olacaktır. Görünüşe göre, Google Grubu’na ait olan bu şirket durumu çoktan fark etmiş. Geçen hafta “Yaratıcı deneyimini geliştirmek için yeni özellikler”i duyurdu. Bu özelliklerden biri, bir videonun hangi dakika ve saniyede topluluk kurallarını ihlal ettiğini belirten “zaman damgaları”. İşte bu nedenle platform şimdi, planlanan düzenlemenin yönergesini beklemekte.
Peki şimdi her şey yolunda mı, ifade özgürlüğü dijital şirketlerin keyfiliğinden kurtuldu mu? Pek değil. AB Parlamentosu’nun taslağında yer alan bir cümle, özellikle Almanya’da tepkilere yol açtı. Bu cümle madde 12 paragraf 1’de bulunmaktadır. “Aracılık hizmetleri sağlayıcıları, Genel İş Kararnameleri içerisinde ifade özgürlüğüne, medya özgürlüğüne ve medya çoğulculuğuna ve Yönerge ve Birlik’teki medya için geçerli hükümlerde güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklere saygı gösterir” diyor. Bu ifade kulağa şüpheli gelmiyor. Ancak Kültür Komisyonu ve Hukuk Komisyonu basın özgürlüğünün daha net bir şekilde formüle edilmesi çağrısında bulunmuş; sadece “saygı duyumak” değil, aynı zamanda geçerli kılmak.
Şu anda kabul edilen ifadeyle, platformların yönergelerinin basın özgürlüğünden daha öncelikli olduğu anlamını çıkarmak mümkün. Bu da yasal olarak yayımlanmış makalelerin görünürlüğünü azaltabilecekleri ya da tamamen engelleyebilecekleri anlamına geliyor olabilir.
Federal Dijital Yayıncılar ve Gazete Yayıncıları Birliği ve Alman Dergi Yayıncıları Birliği, bu ifadeyi internette basın ve fikir özgürlüğüne yönelik bir tehdit olarak görüyor. Yayımladıkları ortak bir bildiride bu yönergenin sınırlarının, hedefinin “büyük dijital şirketlere bağlı daracık Genel İş Kararnameleri değil, genel olarak yasalar” olduğunu belirtiyorlar.
Yasaların sınırlarının da bu şekilde daraltılması durumunda, örneğin Facebook, kullanıcıların bir laboratuvar kazası olasılığı hakkında yayımladığı yasal basın makalelerinin korona nedeni olarak görülüp görülemeyeceğine dahi karar verebilir.
Almanya’da medya ortamı hâlâ makul görülebilecek derecede iyi. Bu nedenle platformlara müdahale etmek üzere yetki seçenekleri sunulmasına da gerek kalmayabilir (Yeşiller’in yetki verilmesini önerdiği bakana itafen). Evet, “ancak burada 27 üye ülke için bir mevzuat yapmaktayız”.
Ve AB Komisyonu bu önerge taslağında basın özgürlüğünden dahi bahsetmemekte.
Dijital içeriğin ve dijital hizmetlerin kullanımı, günlük tüketici yaşamının ayrılmaz bir parçası hâline geldi. Bu dijital ürünler giderek daha önemli bir ekonomik faktör hâline gelmiştir ve özellikle sınır ötesi ticaret açısından da uygundur. Şimdiye kadar yürürlükte olan Alman Sözleşme Kanunu, dijital ürünler alanındaki tüketici sözleşmeleri açısından herhangi bir özel düzenleme içermemektedir. Bununla birlikte, Avrupa Birliği’nin bazı üye ülkelerinde ilk düzenlemelerin yürürlüğe girmesinin ardından, tek tip olarak yüksek bir tüketici sözleşmesi düzeyine ulaşılmasına katkıda bulunmak, tüketicinin korunması ve Avrupa Birliği’nde yasal parçalanmanın önlenmesi amacıyla, dijital ürünlere ilişkin tüketici sözleşmelerine istinaden temel sözleşme kanunu hükümlerinin uyumlaştırılmasının sağlanması uygun görülmüştür.
Yönergenin amacı, AB üyesi ülkelerdeki dijital içerik ve dijital hizmetler sözleşmelerine ilişkin sözleşme hukukunun alt alanlarını uyumlu hâle getirmektir. Genelgenin 4. maddesi tam uyumlulaştırmayı öngörmektedir. Buna göre, AB Üyesi Devletler, direktifin ilgili hükümleri tarafından açıkça izin verilmedikçe, daha sıkı veya daha esnek düzenlemeler uygulayamaz ya da getiremez.
Bu amaçla, Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin 20 Mayıs 2019 tarihli (AB) 2019/770 sayılı dijital içerik ve dijital hizmetlerin tedarikinin belirli sözleşme yönlerine ilişkin genelgesi (OJ L 136, 22.5.2019, s. 1; L 26 Kasım 2019 tarihli 305, sayfa 62, bundan sonraki madde) kabul edilmiştir.
Madde 24(1)’in birinci alt paragrafı, AB Üyesi Devletleri direktife uymak için 1 Temmuz 2021’e kadar gerekli kanunları ve idari hükümleri yürürlüğe koymak ve yayınlamak zorunda bırakmaktadır. Yönergenin 24. maddesinin 1. paragrafının 2. fıkrasına göre, üye ülkelerin uygulama yönetmelikleri 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren uygulanacaktır.
Yönergenin amacı, üye ülkelerdeki dijital içerik ve dijital hizmetler sözleşmelerine ilişkin Sözleşme Hukuku’nun alt alanlarını uyumlu hâle getirmektir.
Bu yönergenin uygulanması, özellikle Alman Medeni Kanunu’nda (AMK) bir değişiklik yapılmasını gerektirmektedir. Bu amaçla, diğer konuların yanı sıra, Alman Medeni Kanunu’nun 2. cildinin 3. kısmına yeni bir “Başlık 2a” eklenmiştir. AMK’nin diğer bölümleri ise bu direktife uygun olarak uyarlanmalıdır.
Yönergenin, Alman Medeni Kanunu’nun Genel Yükümlülükler Kanunu’nda uygulanması için seçilen yasal konumdan başka tercih edilebilir bir alternatifi bulunmamaktadır. Bu yönerge, tüm sözleşme türleri için geçerlidir; üzerinde anlaşmaya varılan hizmet türünden bağımsız olarak dijital ürünlerin temin edilmesine ilişkin düzenlemeler ve mevcut garanti yasası geçerlidir.
Dijital ürünlerin temin edilmesini ele alan yönerge kapsamındaki sözleşmeler, Alman Medeni Kanunu’nun ifa türlerine göre yapılandırılmış olması sebebiyle, özel borçlar kanununa kolayca entegre edilememektedir.
Birlik Hukuku kapsamındaki uygulama yükümlülüğü nedeniyle, yönergenin uygulanması yönüyle, Alman Medeni Kanunu’nda önerilen değişikliklerin yapılmasının dışında başka bir alternatif mevcut değildir.
Dipnotlar:
[1] Tagesschau tarafından 23.04.2022 tarihinde yayınlanan bu yazı, Frances Haugen | REUTERS kaynaklıdır.
[2] Euronews-20 Ocak 2022.
[3] Philipp Bovermann-Süddeutsche Zeitung, 3 Şubat 2022.
[4] Almanya’nın AB yönergelerine uygun bir anayasal düzenlemeye yönelik hazırladığı bu yasa taslağı, Ocak 2022’de onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir. Onlarca paragraf ve maddeyi içeren bu 104 sayfalık yasal düzenlemenin içeriği; kullanıcılara getireceği mali sorumluluk ağırlıklıdır. Ve çözüm bekleyen sorunlara ilişkin de, anayasadaki maddelerin yetersizliğinden kaynaklı ek bir yasal düzenleme taslağı oluşturulmuş, anayasadaki bazı maddeler değiştirilmek zorunda kalınmış ve bu taslak yine anayasada değiştirilen bu maddelere dayandırılarak tekrar formüle edilerek onaylanmıştır. Tüketici yükümlülüklerini içeren ek-detaylı yeni maddeler Nisan ayı itibariyle yürürlüğe girmiştir. Burada aktardığımız bölüm, yasa taslağının hemen ilk sayfasında yer alan ve yeni yasal düzenlemenin sebebini-amacını, bu düzenleme sırasında yaşanan zorlukları ve çözümlerin getirilişini açıklayan bölümdür.
AB Komisyonu’nun hazırladığı ve üye ülkelere yönerge şeklinde sunduğu belirtilen bu yasal düzenlemede “basın-ifade özgürlüğü” kavramlarının adının sadece “saygı” düzeyinde anıldığı belirtiliyor (aşağıda bu konuya ilişkin bir röportaj göreceksiniz). İletişim-medya alanındaki uzmanlar şimdilik, bu kapsamdaki bir yasal düzenlemeye gidilebilmesinin en az bir 5 yıllık pratik süreç gerektirdiğini belirtmekle yetinmekte.
[Bu çeviri dosya Ganime Gülmez tarafından Sendika.Org için hazırlanmıştır]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.