Kendimizi rahat ettirmek için çocukların eline tutuşturup verdiğimiz nesnelerle saatlerce ekrana bakıp oyun oynayan çocuklar esas oyunlardan, arkadaşlarından ve hatta ailesinden uzaklaşıp başka bir dünyaya giriyorlar. Bu dünya tanıdıkları bir dünya değil, çoğu kez sanal. Ekranda gezen eller ya da parmaklar bir nesne yapamıyor, bir topacı döndürmekte zorlanıyor
“Teknolojiler o kadar istilacı oluyorlar ki sadece teknolojik oruç yoluyla neşe ile tanışabiliriz.”
Ivan Illich, La perte de sens, Paris, Fayard, 2004
Yazının başlığına bakarak her gün düzenli ve yoğun olarak kullandığınız bilgisayar ve cep telefonu ile lityum madeni, geri dönüşüm ve çocuklarımızın ilgisi nedir diye soru sorabilirsiniz. Yazının amacı da bu ilişkiyi açıklamaktır. Çünkü yaşamımızın ve hatta fare ile elimizin bir parçası olan bilgisayar ve cep telefonunun elinize gelinceye kadar hangi aşamalardan geçtiğini, insana ve doğaya nasıl zarar verdiğini bilmiyoruz. Yenisini aldıktan sonra da eskisinin nereye gittiğini ya da başına neler geldiği konusunda da pek bilgimiz yok. Günlük yaşamımızda bize ne kadar yardımcı olduğunu anlata anlata bitiremiyoruz da çocuklara nasıl etki yaptığını unutuyoruz.
Tablet ve diğer bağlantılı nesneleri bir kenara bırakarak telefon ve bilgisayarı ele alalım.
Günlük yaşamımızın vazgeçilmez nesneleri. Beş on yıl önce aldığınız telefon ve bilgisayarı karşılaştırın. Sanki orta çağdan kalma nesneler gibi görüyorsunuz. Teknoloji hızı artırıyor, kapasitesi ve işlevselliği de. Örneğin fotoğraf ve video çekimleri çok kolay ve alet her an yanınızda. Çektiğiniz anlık videolar haber öğesi de olabiliyor.
Size zamandan da kazandırıyor. Kazanılan zamanı nasıl kullanıyorsunuz? Dinleniyor ya da başka etkinlik için mi kullanıyorsunuz? Yoksa hâlâ zamanım yok mu diyorsunuz? Yoksa kazandığınız ya da size kazandırılan zamanı kapitalist toplum kendi kâr amacı doğrultusunda size yeni alet ve tuzaklar kurarak mı kullanıyor?
Peki ya hızlanmadan yararlanamayanlar ne yapıyorlar? İnternetsiz yaşamak olanaklı mı?
Bir parmağınız ekrana kilitli. Belleğiniz de. Beyniniz yerine telefonu ya da interneti kullanıyorsunuz. Beyninizi çalıştırmak yerine telefondaki bilgilere bakıyorsunuz. Tembelleşiyor beyniniz. Diyeceksiniz ki “İnternette dolaşarak bilgi ediniyorum.” Okumak yeterli değil. Neden, niçin, kim için gibi sorular ve düşünmek de gerekli.
Parmağınızla sayısal dünyaya girdiğinizde küreselleşmenin içine ve dolayısıyla tek tip insana, tek kültüre, üretime değil tüketime yönlendiriliyorsunuz. İstediğim bilgiyi internette buluyorum diyerek çözümleme yeteneğiniz kayboluyor ve egemen kültürün çözümlemelerini dikkate alıyorsunuz ya da size bunu kullanmaları için sürekli telkinde bulunuyorlar. Gerçek dünyadan uzaklaşıyor, savaş oyunlarıyla, eğlence izlenceleriyle vaktinizi geçiriyorsunuz.
Küreselleşmenin ürünü olan tekleştirme, yaşamın tüm alanlarına piyasa mantığının bütüncül olarak yerleşmesine ve genişlemesine neden oluyor ve sayısal nesneler bu genişlemede büyük öneme sahiptir.
Alışveriş, uzaktan çalışma, yakınlarla görüşme elinizin altında. Bilgisayarınızda ne kadar belge ve fotoğraf var? Ne kadarını kullanıyorsunuz? Gelen e-postalarınızı, gönderdiklerinizi saklıyorsanız iklim değişikliğine katkıda bulunuyorsunuz. Verileriniz “bulutta” (cloud) saklanıyor. Eğer “bulut” ülke olsaydı en kirletici beşinci ülke olacağını bilmiyorsunuz!
2015 yılında dünyada bir günde yollanan e-posta sayısı 295 milyar! Veri merkezleri de tüm bunları yönetmek için devasa enerjiler harcar ve maliyetini size yükler.
Ne yediğiniz, ne içtiğiniz, nereye gittiğiniz, kimlerle görüştüğünüz biliniyor ve bu bilgileriniz reklam şirketlerine satılıyor. Sonra da özel yaşamıma karışamazsınız demek yerinde olmuyor.
Yaşamınız güvenlik adına akıllı kartlara sığdırılıyor. Sağlıktan, eğitime kadar. İz bırakarak yol alıyoruz. Gözetim devleti yaratılıyor. Benimle ne ilgisi olabilir, ben masum bir vatandaşım diyorsanız yanılıyorsunuz. Teknoloji şirketleri ne kadar çok alana girerse kârları o derece artar.
AVM’de, büyük mağazalarda elektronik etiketler tüketici davranışlarına göre değiştirilir. Siz farkına varmazsınız. Bu nesneler ve yaratıcıları bizim isteklerimize, istediğimiz bilgilere göre kullanılmıyor. Bizim yerimize düşünüp hareket ediyorlar ve sizi yönlendiriyorlar.
Mutlusunuz. Elinizde son model ve pahalı bir cep telefonu var. O kadar çok işlevle donatılı ki çoğunu bilmiyor ve kullanmıyorsunuz.
Sadece telefon edip, birkaç ileti yollayıp bir iki de fotoğraf çeken telefon olsa (ki genelde yaptığımız bu) ve daha ucuza alsak ya da kendimiz üretsek daha iyi olmaz mı sorusunu da sorun.
Neyse geçelim bunları. Peki nasıl üretiliyor, nerede üretiliyor ve kullanılan malzemeler, girdiler nelerdir? Bunlar hakkında bilginiz var mı? Çoğumuzun yok.
Bilgisayar ya da telefonunun en önemli öğesi olan bataryasını ya da pilini ele alalım. Plastik, bakır, çinko ve nadir metalleri bir kenara bırakalım. Bataryanın en önemli maddesi ise lityum. Elektrikli arabaların da vazgeçilmez madeni olduğu gibi yenilenebilir enerjilerin de vazgeçilmez madeni. Yoksa rüzgâr ve güneşten enerji elde etmek çok zor.
Lityum tüm metallerin en hafif olanı. Yumuşak ve beyaz gümüş renginde. Isı ve elektriği çok iyi iletir. Rezervlerin çok ama çok azı ya küçük boyutu ya da düşük yoğunluğu nedeniyle ticari yönden işletiliyor. Alaşımları ise umut verici yapı metallerine yol açıyor. Ama magnezyum gibi aşınma sorunu var. Bununla birlikte, lityum diğer kimi alaşımlarda yer alarak kendine iyi bir pazar bulur. Aktif öğe olarak en iyi kullanımı ulaşımda gerçekleşir.
Lityum pil, batarya ve yüksek gerilimde kullanılan bir maden. Yeşil ekonominin “beyaz altın”ı deniliyor. Ayrıca cam sanayi, seramik, metalürji, kimya, termoplastik alanında ve özel yağlayıcı maddelerde de kullanılıyor.
Bipolar kişilerin rahatsızlıklarını düzenlemek için gıda takviyesi olarak da verilmekte.
Kayaların içinde, tuzlu sulak alanlarda (somür) ve deniz suyunda var. Avustralya’da kayalar kırılarak elde edilirken Güney Amerika’da tuzlu sulak alanlarda bulunuyor. En önemlisi ise Şili’deki Atacama Gölü.
Tahmin edilen rezervi 13 milyon ton. Yıllık talebi yüzde 10’u aşarsa 50 yıl içinde rezervler tükenebilir diyorlar. Geri dönüşümü de şimdilik hemen hemen yok.
1 tonu 38 bin dolar. 2021-2022 yılları arası fiyatı yüzde 437 arttı. 2040 yılına kadar talebin 42 kat artacağı tahmin ediliyor.
Beş şirket piyasaya egemen. Avustralya piyasanın yüzde 48’ine, Şili yüzde 29’una, Çin ve Arjantin yüzde 9’una sahipler. Avustralya, Güney Amerika önemli rezervlere sahip. 2011 yılında üretimi 30 bin ton iken 2019 yılında 80 bin tona ulaşır.
Arjantin, Bolivya ve Şili rezervler açısından “lityum üçgeni” olarak adlandırılıyor.
Lityumun yüzde 70 oranda ithal eden ülkeler ise Çin, Güney Kore ve Japonya’dır. Lityuma çok bağımlı olan Avrupa ise ithalatı azaltmak istiyor.
Elektrikli bir bisiklet için 300 gram, araba için 10 kilogram ve otobüs için 200 kilogram lityum kullanır. Bataryanın ömrü 8-10 yıl arasıdır. Geri dönüşümü ise çok zor olup çok enerji harcar. Kısacası batarya/pil çalışamaz hale gelince nereye gideceği belli olmaz.
Ayrıca üretimi çevre sorunları yaratıyor. Kayadan çıkarılınca çok toz yaratıyor. (Avustralya) Güney Amerika’da ise tuzlu sulak alanlardan çıkarılıyor. Aşındırıcı özelliğe sahip. Yeraltı sularını zehirleyebilir.
Biz ise bilgisayar ve telefonu üretemediğimizden lityum konusunda pek bilgimiz yok. Pilin ömrü dolunca zaten telefonu da atıyorsunuz. Artık pili değiştirme olanağınız yok. Aletle bütünleşik.
Ayrıca lityum gibi diğer kimi nadir cevherler de bu nesnelerin üretiminde kullanılıyor. (Örneğin antoryum) Ama hiçbir ekolojik tasanız yok. Antoryum da neyin nesi!
Koltan madeni telefonda, DVD oynatıcılarda, Play Stationlarda kullanılır. İhracatı Kongo’da çıkan savaşa maddi destek sağlamış ve bu savaşta 4 milyon kişi ölmüştür.
Telefonunuzda yazmaz bu ölüler! Ne de ilgi duyarsınız!
Kullandığınız nesnelerin üretiminde kullanılan madenler ve sahipleri istihraçları boyunca ne bölgeye ne kültüre ne de insani değerlere saygı duyarlar. Tek saygı kâradır.
Lityum yerine bakalım yeni bir maden gelecek mi?
Rezervleri sınırlı olan ve günlük yaşamımıza giren bu nadir cevherlerin tükenmesi halinde ne olacak? Kapitalist sistem “Merak etmeyin, yenilik, teknoloji çözüm bulur” ve “felaket tellallığı yapmayın”diyerek kısa vadeli düşünür. Yarın ve öbür gün onları ilgilendirmez.
Telefonunuz, bilgisayarınız eskidi, pili artık şarj olmuyor. Yenisini almak zorundasınız. Peki eskilerin başına ne geliyor? Programlı kullanımdan düşürme ile üreticiler sizi belirli sürede değiştirmeye zorluyor. Neden pil ya da batarya şarj edilip daha uzun süre kullanılmıyor ya da neden geri dönüşümü kolay olan maddeleri kullanmıyorlar diye sormuyorsunuz. Tamir etme olanakları son zamanlarda biraz ortaya çıktı ve ikinci el piyasasında ucuz ve nitelikli telefon bulma olanağı olsa da siz yeni telefonsuz yapamam diye değiştiriyorsunuz. Çöp artık yeniden kullanılması olanaklı olmayan nesne değil ama tek kullanımlı ve sınırlı zamanda kullanılan nesne haline dönüşüyor.
Kullanmadığınız aletlerin toplanması gerek. Ne kadarı toplanıyor, ne kadarı geri dönüşüme gidiyor bilmiyorsunuz. Bu nesneler doğaya atıldığında uzun süre kalır ve zarar verir. Kimileri de ilk telefonum diye saklar. Geri dönüşümü sağlanmalı. Kim toplayacak, kim geri dönüşümü sağlayacak? Biz ürünlerimizi pazarlayalım, satalım geri dönüşüme sonra bakarız diyor üreticiler. Ayrıca geri dönüşümü tüketiciye yükleyip geleceğin hammaddesi olacak olan eski bilgisayar ve telefonları ayrıştırın ve ilgili yerlere iletin ya da koyun diyorlar. Geri dönüşüm yeterli değilse suçlu hep tüketici oluyor.
2019 yılında üretilen elektrikli ve elektronik çöplerin (EEÇ) miktarı yaklaşık 54 milyon ton ve çoğu da gelişmiş ülkelerde. 2014 yılına göre artış yüzde 28. Dünyada kişi başı üretilen çöp miktarı 7,3 kg. Fransa’da ise 21 kg. EEÇ içinde sadece bilgisayar ve telefon yok. Televizyon, radyo, çamaşır makinesi buzdolabı gibi nesneler de var. Avrupa Birliği’nin 2002/96 No’lu direktifi üreticinin sorumluluğu altında bu tür çöplerin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.
Geri dönüşüme konu olan miktar ise sadece yüzde 17,4. Avrupa’da bu oran biraz daha fazla, yüzde 42,5. Gerisi nerede? Bağış, yardım adı altında gelişmekte olan ülkelere gönderiliyor. Eski modeller çocuklara, okullara karşılıksız veriliyor ya da çocuklar, kadınlar sefil bir ücretle geri dönüşüm işinde çalışıyorlar. Bir kısmı doğaya gidiyor, bir kısmı ise yakılıyor.
Geri dönüşüm ise kolay değil. Çünkü bileşen ve alaşım çok olduğundan ayrıştırılması çok zor. Mekanik ve işlevsel kayıp da söz konusu. Sizin sistemin zoraki olarak kullan at dediği nesnelerin çöplerinin nereye, nasıl gittiği konusunda fazla bilginiz yok. Önemli olan telefonun cebinizde olması. Ayrıca çöp içinde tehlikeli, zehirli maddeler de (kurşun, kadmiyum) var ve insanlar zehirlenip genç yaşta yaşama çöplerin içinde veda ediyor.
Bir ton kullanılmış telefondan (pil hariç) geri dönüşüm yoluyla 3,5 kilo gümüş, 350 gram altın elde ediliyor. Kalan kısım plastik, seramik ve diğer kimi metaller.
350 bin ton elektrik-elektronik çöpün geri dönüşümü için 1 milyar avroluk yatırım gerek. En iyisi bunları gelişmekte olan ülkelere yollamak. Bu sayede “Bakın para da kazanıyorlar” demek insanseverlik duygusu yaratacak.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin amacı ne karbondioksiti azaltmak ne yaşanabilir bir çevre yaratmak ne de çöpü azaltmaktır. Her yeni nesne daha fazla tüketiyor ve nesnenin geri dönüşümü zorlaşıyor. Ayrıca iletişimin sağlanması için karada, okyanusların derinliğinde döşenen kabloları aklınıza getirin.
Gelelim çocuklarımıza ve ellerine tutuşturduğumuz tablet, bilgisayar ve telefonlara. Okulda geçirdikleri vakitten daha fazlasını ekran önünde ve özellikle tatil zamanlarında geçiriyorlar. Doğaya gitmek, sokakta oyun oynamak artık sona erdi. Kendimiz rahatlatmak için ellerine oyuncak, kitap, kalem vermek yerine tableti veriyoruz. Bu konuda Michel Desmurget’in yazdığı ve bu aletlerin çocuklar üzerinde ne gibi olumsuz sonuçlar yarattığını anlatan “Sayısal(dijital) aptalın üretilmesi” adlı kitabından söz edelim. Akıllı telefon, tablet ve diğer elektronik nesneleri üreten şirketler ile bilim insanları ya da uzmanlar el ele verip bu aletlerin çocuklar için ne kadar faydalı olduğu konusunda araştırma, inceleme yapar ve yayınlarlar.
Bu araştırma, inceleme ve sormacalara göre sayısal nesneler eğitimde başarımları engellemez. Zeka katsayısını yükseltir. Video oyunları oynamak eğitimde başarıları destekler, iyileştirir. Şiddetli video oyunları oynayanlar sayesinde suç oranı azalmaktadır. Küçük çocuklar için ekranlar tehlikeli değildir. Manyetik dalgaların beyne bir zararı yoktur. Sınıflarda akıllı tahtalar başarıma katkıda bulunurlar.
Ama dev sayısal şirketlerle ortak çıkarı olmayan bilim insanları ise bu sonuçlara itiraz ederler ve sayısal dünyanın çocukları nasıl etkilediğini verilerle, istatistiki sonuçlarla açıklamaya çalışırlar. Sayısal nesneler eğitime yardımcı olabilir ama eğitimin kendisi değildir derler. Bakın Finlandiya’ya. Okulda ne kadar bilgisayar kullanıyorlar öğrenin.
Kendimizi rahat ettirmek için çocukların eline tutuşturup verdiğimiz nesnelerle saatlerce ekrana bakıp oyun oynayan çocuklar esas oyunlardan, arkadaşlarından ve hatta ailesinden uzaklaşıp başka bir dünyaya giriyorlar. Bu dünya tanıdıkları bir dünya değil, çoğu kez sanal.
Ekranda gezen eller ya da parmaklar bir nesne yapamıyor, bir topacı döndürmekte zorlanıyor.
Zeka katsayısı artmadığı gibi aptallaşıyorlar, konuşmaları, sözcükleri zarar görüyor. Robot dili konuşuyorlar sanki, anlaması zor.
Uykuları zarar görüyor, rüyalar farklılaşıyor ve korku veriyor. Dikkatleri dağılıyor, konuya odaklanmaları zorlaşıyor.
Saatlerce ekran başında kaldıkları için hareket etmiyorlar, kilo alıyorlar. Bir de ekran yanında fast food yiyecek varsa durum daha da vahim.
Saatlerce baktıkları konu, film, video ve içeriklerden etkileniyorlar ve siz neye baktıklarını ve kimi kez niye sinirli olduklarını anlayamıyorsunuz.
Çocuklarınız da sayısal teknolojiden yararlanacak kuşkusuz. Yoksun kalmaları zor ama nesnelerle vakit geçirmelerini kısıtlayabilir ve sınır koyabilirsiniz. Bu tür nesneleri kullanamayan geliri düşük hanelerdeki çocuklar sınıfta kalmıyorlar ve başarılı da oluyorlar.
Bu yazıyı okuduktan sonra bir kez daha telefonunuza ve bilgisayarınıza bakıp özellikle çocuklarınızı düşünün. Gelecek kuşaklar nasıl etkilenecek diye sorular sorun.
Sonrada bu nesnelerin doğada yarattığı yıkımı düşünün.
İletişim yollarını yeniden düşünün. Yüz yüze konuşmayı yeğleyin, ekranın aracı olmasını engelleyin. Teknolojiye bağımlı kalmayın, o size bağımlı olsun. Yaşamınıza egemen olmasın. Ivan Illich’in dediği gibi ara sıra kendiniz ve çocuklarınız için teknolojik oruç tutun. Yarın tüm vücudumuza girmeden ve beynimize egemen olmadan mücadele sürmeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.