Toplumsal ve çevresel, ekolojik eşitsizliğin kaynağında kapitalist sistem yatmaktadır. Bu sisteme son vermeden ve her şeyi piyasa yolu ile çözmekten vazgeçmeliyiz. Çevre adaletini sağlamanın yolu çevreye ortak olarak, birlikte sahip çıkmakla başlar ve herkesi eşitçe korumayı sağlamalıyız
Her iki eşitsizlik iç içedir ve eklemlidir. Ekolojik eşitsizliği toplumsal eşitsizlik belirler ve güçlendirir ya da etkilerini azaltır. Doğal felaket tüm toplumu etkilerse de fakiri daha çok etkiler. Toplumsal eşitsizliği giderecek politikalar ekolojik eşitsizliği de dikkate almalıdır. Ekolojik eşitsizliği gidermek toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmayabilir. Sermaye birikimi ve yeniden üretimi ise her iki eşitsizliğin kaynağındadır.
Aykut Çoban’ın ve şaşkın iktisatçıların 2015 yılı manifestosunda dediği gibi; “Sınıf hareketinin ekolojik mücadeleye, ekolojik mücadelenin de sınıf hareketine açılması, kaynaşıp bütünleşmeleri için inandırıcı gerekçeler bulunmaktadır.”
Burada eşitsizlik konusu üzerinde durmayacağız. Gelirden cinsiyet eşitsizliğine kadar giden yolda ekolojik eşitsizlik ve toplumsal eşitsizlik arasındaki ilişkileri kısaca ele almaya çalışacağız.
Eşitliği sağlamada iktisadi eşitsizlik kadar çevresel ya da ekolojik eşitsizliği de ele almak gereklidir.
Yaşadığımız çevre ve doğa için bu bir görev olmalıdır.
Ekolojik eşitsizlik ile çevresel eşitsizlik ve çevre adaleti kavramları kimi kez birlikte, kimi kez de ayrı olarak kullanılmaktadır. İklim adaleti kavramı da bunlara eklenmektedir[1].
Çevre, insan ve üretimleriyle ilgili doğal öğelerin tümünü ele alıp çözümleme yaparken; ekoloji ise canlılar arası ve bunların çevre ile olan ilişkileri ve etkileşimlerini inceler.
Çevresel eşitsizlikte insanların (daha doğrusu sistemin) çevreyi yıkma ve bu yıkımın karşısında eşit olmadıklarını anlatmaya çalışırken ekolojik eşitsizlik daha karmaşık ve daha geniş olup çevresel risk ve zarara karşı koruma ya da karşı karşıya gelmede farklılığı (örneğin kirlilik, çöplük), doğal ve maddi kaynaklara (su, orman, sağlık) erişim konusunda farklılığı ele alır. Ekolojik eşitsizlik, çevresel eşitsizliği içerir.
Ekolojik eşitsizlik kimilerine göre çevre adaleti, Güney (Gelişmekte olan ülkeler) ve Kuzey (Gelişmiş Ülkeler) ülkeleri ilişkileri ve özellikle Kuzey’in Güney’de doğa ve insanlar üzerindeki sömürü ve tahribatı, bölgesel ve kentsel ve kuşaklararası açıdan ele alınırken kimileri de bölgesel eşitsizlik, temel mallara ve gereksinmelere erişimdeki eşitsizliği (su, kanalizasyon, çöp toplama), risk yaratma ve risklere karşı eşitsizliği (sel, deprem, salgın, sağlık) ve iktidar (güç) eşitsizliği (kamu gücünü harekete geçirme, ekolojik mücadelenin önemi) açısından ele almaktadırlar. Başka bir yaklaşımı olanlarsa ekolojik ve toplumsal eşitsizlikleri yerel düzeyde (örneğin kimi azınlıkların ya da fakirlerin çöplüklerin yakınında olması ki buna çevre ırkçılığı adı da verilmektedir) ve küresel düzeyde, özellikle siyasi ekoloji yoluyla ele alıp ekolojik sorunların toplumsal sorunlarla içi içe olduğunun altını çizerler. İnsanın yaşadığı çevrede ayrımcılık olmamasını ve çevreye, doğaya zarar vermeden eşitlikçi politikaların yürütülmesini isterler.
Fabrice Flipo ise çevre adaletini farklı üç boyutta ele alır. Birincisi birey-doğa ilişkisi olup çevresel etik söz konusudur. İnsanın doğadaki yeri nedir? Doğanın kendisine verdiği haklar mı vardır? Doğaya karşı görevi nedir? Bu düşünce çerçevesinde biyomerkezcilik ekosistemin organizmaların yaşamı için bir araç olduğunu, türlerin sürmesi için de bir amaç olup olmadığını sorgular. Hayvan etiği de ele alınır ve giderek de önem kazanır. Ekomerkezcilik ise insan merkezli değil doğa merkezli bir değerler sistemini ele alır.
İkincisi yararcılık kavramıdır. Doğanın insan için yararlı olup olmadığı sorgulanır. Burada düşük sürdürülebilirlik ile güçlü sürdürülebilirlik devreye girer. Birincisi Kuznets eğrisi ile ilgilidir. Gelirler arttıkça yeni kaynak bulunur. İlk başta bu, çevrede sorun yaratabilir (kirlilik). Ama gelir artınca yeni, temiz teknolojiler bulunarak sorunlar, kirlilik giderilir. İkincisinde ise doğal kaynaklar tükenmektedir. Kimi kaynakların yerini başka kaynak alamaz. Ekonomi ekolojiye uyum sağlamalıdır. Ayrıca ülkeler arasında eşitsiz ekolojik değişim söz konusu olup gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere üretimlerini kaydırarak çevresel dışsallık ve maliyetle eşitsizlik yaratmakta. Ayrıca insan ve doğayı sömürüp zehirlemektedir. Üçüncü yaklaşım ise mülkiyet konusundadır. Çevre özel, kamu ortak mülkiyet açısından ele alınır. Örneğin; ormanların, akarsuların, otlakların, sağlık ve eğitim sisteminin ortak mal olarak ele alınması ve ortak yönetim ve erişimin sağlanarak saygı gösterilmesi istenir. Özel mülkiyetin ise doğayı mal olarak ele alıp sürekli tahrip etmesi dile getirilir.
Ekolojik eşitsizlik karşısında gerekli olan yasa ve hakları elde etmek için mücadele de önem kazanır. Yerelde balık avlayan kişi, sanayi balıkçılığı karşısında nasıl hakkını arayacaktır? HES ile deresi kuruyan köylü, su hakkını nasıl arayacaktır?
Çevre ya da ekolojik eşitsizlik zirvelerde de yer alır ve ilk kez 2002 yılında Johannesbourg’da sürdürülebilir kalkınma kavramı içinde ele alınır ve eşitsizliği azaltmada çevresel eşitsizliğin azaltılması gündeme gelir. 25 Temmuz 1998 yılında imzalanan Avrupa Aarhus Sözleşmesi çevre konusunda adalete erişimi ele alarak “çevresel demokrasi”yi amaçlar. Sözleşmenin üç amacı vardır:
1- Çevresel verilerle ilgili olarak kamu yetkililerinin verdiği bilgileri iyileştirmek,
2- Çevreye etkili olabilecek kararların alınmasında halkın katılımını sağlamak,
3- Çevre mevzuatı konusunda adalete erişimi ve bilgiye erişimi sağlama koşullarını genişletmek.
Bunları yaparken de vatandaşlık, milliyet, ırk ya da ikâmet ayrımı yapmadan çevre konusunda adalete erişim ve katılımı sağlamalıdır.
Bizim bu konuda yaklaşımımız doğal eşitsizlik, sistemin yarattığı yakın/uzak çevre eşitsizlikleri ve ekolojik yıkım ve doğal felaketler karşısında eşitsizlik olacaktır. Birkaç örnek vererek açıklamaya çalışalım.
Doğal eşitsizlik: Yaşadığımız dünya doğal güzelliklerle donatılı. Her yer orman kaplı değil, her yerde akarsu yok. Özelliği, değişik ekosistemlere ve biyoçeşitliliğe sahip olması. İnsan da yaşadığı ortama uyum sağlamaya çalışarak doğaya saygı göstermesini bilmiş. Kimisi deniz ya da akarsu kenarında yaşarken kimisi dağlık bölgede, orman içinde, vahada yaşamını sürdürmekte. Dolayısıyla herkes aynı ekosisteme sahip değil ama her ekosistem kendine özgü. Doğal bir eşitsizlik vardır demek doğru olur mu, tartışılabilir.
Sistemin yarattığı ekolojik kıyım karşısında eşitsizlik: Kapitalist sistemin yarattığı doğa katliamı ise her yerde toplumsal eşitsizlik yarattığı gibi ekolojik eşitsizlik yaratır. Kapitalist sistem hem kendi içinde hem de egemenlik altına aldığı gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde insan ve doğayı sömürerek eşitsizlikler yaratır. Sömürgeleşmeden günümüze kadar doğal kaynakları ele geçirme konusunda (altın, gümüş madeninden yerel üretimleri ele geçirmeye kadar) yerel iktidarı gerekirse zorla ele geçirerek ya da yoldan çıkararak egemenliğini sürdürmüş ve toplumsal eşitsizliği artırdığı kadar ekolojik eşitsizliği de artırmıştır. Çevrenin katli insan kaynaklı değil sermaye kaynaklıdır.
F.Scheidler’in dediği gibi “Doğa kapitalizmin hizmetinde hareketsiz bir yığındır ve Tanrı resmi gibi istediği şekilde (dünya) değiştireceğine inanır. 30 şanlı yıl aynı zamanda 30 doğa yıkım yıllarıdır.” Zaman ve mekânı baskılayarak kimliklerin ve türlerin kaybolmasını hızlandırır. Kullan-at tüketim modelini zorla benimsetir. Doğanın tüketilmesini hızlandırır. İnsanları yarattığı uçurumun kenarına iterken eşitsizliği daha da derinleştirerek başka mekanlar fethetmek için ayrılır. 1820 yılında İngiliz tüccarları Bengal’i teslim alır. Manchester’daki tekstil fabrikaları için pamuk ekimi yapılır ve fiyatını da belirlerler. Bu fiyat Bengalli köylü için çok azdır ve 12 milyon Bengalli açılıktan ölür. Eşitsizliğin ötesi sefalet, açlık ve ölüme mahkûm olmaktır.
2015 yılında Brezilya’nın güneybatısında maden havuzu (Fundao Barajı) çöker. 60 milyon metreküp zehirli çamur köylülerin tarlasını ve yaşamını etkiler. Su zehirlenir. 40 kişi ölür.
Çöpünü gelişmekte olan ülkelere yollar, insanı ve doğayı zehirler. Eşitsizliği daha da artırır.
Sanayisini, tarımını, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini gerekirse zorla ele geçirerek eşitsizlikle oynar. Hatta denizdeki balığına bile göz koyar. Çevreye erişimi, doğal kaynaklara erişimi eşitsiz kılar. Sadece erişim de yeterli değildir ve nitelik de önemlidir. Fakire simit, zengine pasta vermek söz konusu değildir.
Çöplük zenginin semti yakınında kurulmaz. Kaz Dağlarında birkaç ton altın için ormanı, ekosistemi yıkıp yereldeki insanların nefes almasını ve geçim tarımını yıkması ekolojik eşitsizlik de yaratır. Katı, sıvı çöplerini arıtmaksızın akarsulara, denizlere akıtan sistem insanların denizden yararlanmasını engellerken zengin, kendine özel kumsal yaratır.
Ormanların yakılıp, ağaçların kesilip palmiye yağı üretimine izin veren yönetim ve ortakları çok uluslu şirketlerin maşası olarak ekolojik eşitsizliğe yol açarlar.
Kimileri susuzluktan ölürken, geçim tarımı için tarlasını sulayamazken kimileri havuzunu doldurur.
Kirliliği yaratan ve zorunlu kılan, ekolojik eşitsizliği de yaratır. Kentlerin solunamaz havasından, asit yağmurlarından hep çalışan zararlı çıkar.
Kanalizasyon fakir semtlerde yoktur. Çocuklar kirli suların içinde oynarken zengin, bahçesinde film izler.
Konutların sağlamlığı, yalıtımındaki eşitsizlik çoğunluğun bütçelerinde önemli sorunlar yaratırken varlıklı kimileri şömine karşısında keyif yapmaktadır.
Zenginin gösteriş tüketiminin zararlı sonuçlarına fakir maruz kalır. Elektrikli arabayı kim alabilir? Arabanın aküsünü üretmek için gelişmekte olan ülkelerde nadir maden çıkaran işçinin yaşamı tehlikeye girer.
Aşırı sıcaklıkta zengin klimasını çalıştırır ve daha fazla salınım yaparken fakir hastalanır, ölüme mahkum olur,
Kamunun çevre konusunda karar, bilgi ve iletileri eşitçe herkese ulaşmaz. Bunu fırsat bilen üçkâğıtçılar kararlardan önce parsayı toplarlar.
Zengin kirlilikten kaçıp başka yere yerleşebilir. Fakir nereye gidebilir? Kirlilik içinde boğulur.
Eşitsizliği yaratan ile maruz kalan farklı izler taşırlar. Kimileri tasını toprağını toplayıp geçim derdinde göç eder. Kentlere gider, yabancı ülkelere gitmeye çalışır. Zengin ise sınırları rahatlıkla aşar.
Eşitsizliği yaratan doğal kaynaklara erişimi de eşitsiz kılar. Çitfçi tarlasını sulamada zorluk çekerken dev tarım ve besi çiftlikleri suyu tepe tepe kullanır, savurganlık yaratır.
Doğal felaketler karşısında eşitsizlik: Burada ise eşitsizlik tümüyle gözlerimizin önündedir. Bu konuda Eloi Laurent’in verdiği istatistiklere bakalım. Doğal felaketler (sel, deprem, salgın, fırtına, aşırı sıcaklık) 1970 yılından sonra hızla artmaya başlıyor ve gelişmekte olan ülkeler daha fazla etkileniyor. İklim değişikliği ile felaketlerin hızı, sayısı ve şiddeti de artıyor. Bu değişiklik ülkeleri farklı etkiliyor ve var olan toplumsal eşitsizlik ekolojik eşitsizliği daha da artırarak sefaletin boyutu mali olanaklarla karşılanamaz hale geliyor.
1984-2004 yılları arasında gerçekleşen doğal felaketler ve ülkelere göre neden olduğu ölüm sayılarına bakalım.
Gördüğümüz gibi ölü sayısında önemli bir fark var ve doğal felaketlerin sayısı, nüfus ve gelir düzeyi açısından çok fark olmasa da fatura fakir ülkeler için çok daha ağır.
10 zengin ülke ile 10 fakir ülkede doğal felaket sonrası ölenlerin sayısına bakalım.
Bu çizelgede de görüleceği gibi fakir ülkeler doğal felaketler karşısında daha çok etkilenmektedirler ve hasarların maliyeti yüksek olup gelirleri itibariyle üstesinden gelmeleri zor görünmektedir. Eşitsizlik uçurumu daha da artmaktadır.
Gelir eşitsizliği arttıkça ekolojik/çevresel eşitsizlik de artmaktadır. Gelir eşitsizliği çevreye zarar vermektedir. Belirli bir gelir düzeyinde eğer toplumda gelir eşitsizliği var ise kamunun kaynakları çevre koruma yerine daha çok büyümeye ayrılmaktadır ve büyümeden de daha çok zengin bir azınlık yararlanmaktadır.
Sistem felaketin ardından kendi çıkarlarına göre fırsat yaratır, yaratmaya çalışır. Felaketin ve sonuçlarının ağır olmasının sorumlusu, önlem alamayan fakir insanlardır. Apartmanı depreme dayanıklı yapmayan girişimci değil bu evlerde oturan insanlardır ve apartmanın depreme dayanıklı olup olmamasına dikkat etmemiştir. Bu konuda Serge Audier’nin ABD’de 2005 yılında meydana gelen Katrina Kasırgası’yla ilgili örneğini verelim. Kasırga sonrası iktidarın önlemler konusundaki beceriksizliği ya da güçsüzlüğünü gösteren bir örnektir. Şikago okulunun temsilcisi M. Friedman felaket sonrası okulların çoğunun yıkıldığını ve öğrencilerin çok sayıda diğer okullara dağıldığını saptayarak bu felaketin okulları yeniden inşa etmek yerine eğitim sistemini tümüyle değiştirmek için kullanılacağını söyler. Hükümet felaketzede ailelere yardım ederek ve bu yardımın özel eğitim kurumlarında kullanabileceklerini önerir. Böylece daha “etkin” eğitim sistemine geçilecektir ve kamu eğitimi yetersizdir. Felaket tüccarları her zaman var olmuştur ve bir sonraki felakette özelleştirilmiş okullar hiç zarar görmeyecektir!
Yaraları sarmak yerine yaradan yararlananları alkışlamaya ne zaman son vereceğiz? Kirlenen suyu filtre ile önlemek yerine suyu kirleten nedenleri neden ortadan kaldırmıyoruz?
Toplumsal ve çevresel, ekolojik eşitsizliğin kaynağında kapitalist sistem yatmaktadır. Bu sisteme son vermeden ve her şeyi piyasa yolu ile çözmekten vazgeçmeliyiz. Toplumu, insanı ve doğayı gözeten katılımcı, demokratik, halkçı bir düzene geçmeliyiz. Hem ağacı hem de ormanı kurtarmalıyız. Çevre adaletini sağlamanın yolu çevreye ortak olarak, birlikte sahip çıkmakla başlar ve herkesi eşitçe korumayı sağlamalıyız. Eğer çevre vergisi uygulanacaksa, ekolojik olarak etkili ve toplumsal olarak artan oranlı olmalıdır. Teknoloji aktarımı, piyasa yollu çözüm (karbon piyasası, karbon denkleştirme), sözde yapısal reformlarla eşitsizlik çözülmez. Sonuçlarla değil nedenlerle mücadele etmek zorundayız. Çevre sağlığı (kentsel, bölgesel de dahil olmak üzere) hem tüm insanlar için önemlidir hem de doğada yaşayan canlılar için. Eşitliği sağlamak doğal felaketlere karşı da korumayı sağlar. Zengin çevresini korumak için daha fazla harcar düşüncesi yanlıştır. Eşitsizlik arttıkça özel tüketim de artar ve çevre daha fazla zarar görür. Eşitsizlik azaldıkça çevre harcamalarının arttığı saptanmıştır.
Eşit toplum çöküşe uğramaz. Çöküşü hızlandıran toplumsal eşitsizliktir. Seçkinlerin, siyasilerin saray yaşamıyla fakirin gecekondu yaşamı çöküş belirtisidir.
Çevreye zarar veren toplumsal eşitsizliktir. Kaynağında da hangi sistemin olduğunu yinelememe gerek yoktur.
Dipnot:
[1] İklim ya da çevre adaleti, İsmail Kılınç, 27 Kasım 2018
https://sendika.org/2018/11/iklim-ya-da-cevre-adaleti-ismail-kilinc-519651/
Kaynakça:
- Lucas Chancel: İnsoutenables inégalités, pour une justice sociale et environnementale, Les petits matins, 2017.
- Catherine Larrière: Les inégalités environnementales, la vie des idées, 2016.
- Nouveau manifeste des économistes atterrés, 15 chantiers pour une autre économie, Les liens qui libèrent, 2015.
- Hartmut Rosa: Accélération, une critique sociale du temp, Découverte, 2005.
- Serge Audier: Neo-libéralisme(s), Grasset, 2012.
- Herve Juvin: Produire le monde, Pour une croissance écologique, Gallimard, 2008.
- Fabian Schedler: La fin de la megamachine, seuil, 2020.
- Dominique Bourg: İnégalités sociales et écologiques, Revus de l’OFCE, 2020/1(cairn.info)
- Bruno Villalba, Edwin Zaccai: İnégalités écologiques, inégalités sociales,; interfaces, interactions, discontinuités, Develeoppement durable, 2007/9.
- Marianne Chaumel, Stepahne Labrnache: İnégalités cologiques; vers quelle définition, espace, population, sociétés, 2008/1(journals.openedition.org).
- Fabrice Flipo:Les inégalités écologiques et sociales, Mouvements, 2009/4(cairn.info)
- Lionel Charles, C. Emelianoff, C.Gharro-Gabin, İ.Roussel, E.X.Roussel, H.Jane Scarwell: Les multiples facettes des inégalités écologiques, develeppement durable&Territoires, c.11, no:2, 2020(journals.openedition.org).
- Eloi Laurent: Ecologie et İnégalités, Revus de l’OFCE, 2009/2(cairn.info).
- İnegalites.fr; mutualité.fr; encyclopedie-environnement.org; aykutcoban.org.