“Ananı da al git” dönemini hatırlayalım, “eyvallahımız olmaz” siyaseti yapan Erdoğan gibi İmamoğlu da “vız gelir tırıs gider” diyerek adımını atmış oldu. Yalnız şunu demeden de geçmek olmaz; iktidarı taklit ede ede muhalif safta duran İmamoğlu’nun kopyaladığı ilk şeyin ‘kibir’ olması da çok manidar
Prompter’a göz atmadan sarf edilen cümlelere, uçakta çekilen fotoğraflara bir benzeri daha eklendi. Aslında yeni benzerleri diyelim. Erdoğan’ın devasa iletişim danışmanları ordusu, ki bunun için kurulan İletişim Başkanlığı var, tabiri caizse her adımda arkasını toplamakla Türkiye’yi ‘inşa’ ediyorlar. Biz Cumhurbaşkanı’nın öfkesiyle sağa sola, sanata zanaata, okuyana yazana, türkücüye sanatçıya, doktora mühendise nasıl lisan-ı acz ile saldırdığına defalarca şahit olduk. Doktorların kovulmasından Sezen Aksu’nun 7 yıl sonra fark ettiği şarkısına tepkiye kadar birçok ‘gaf’ sonrasında sağından solundan tutularak düzeltilmeye çalışıldı. Fahrettin Altun’un, ben ona neo-Goebbels demek istiyorum, ‘o aslında öyle demek istemedi’ başkanı olarak iletişim danışmanlığında çuvallama serüvenlerini burada anlatmaya gerek yok. Camiden havalimanı basın salonuna dek hemen her yerde Erdoğan’ın sözlerini ‘bunu böyle yazmayın yazmayın’ diye muhabirlere direktif veren neo-Goebbels Fahrettin, son dönemde iletişim kazası tamlamasının çokça tüketilmesine de neden oldu.
Siyasal iletişimciler politikacıların giydiği gömlek renginden parmak hareketlerine kadar hemen her şeyin bir anlamı olduğunu düşünürler. Ben pek öyle sanmıyorum. Türkiye gibi bir ülkede Erdoğan ve benzerlerinin siyaset yapmaya çalıştığı yerde saatlik davranış programı yapsanız bile platformda kurdele kesen çocuğun kafasına darbeyi almasını engelleyemezsiniz. Satranç takımı dağıtırken ‘açım sayın Cumhurbaşkanım’ diyen vatandaşa ‘bu biraz abartı oldu’ cümlesini buharlaştıramazsınız. Siz iletişim kitaplarını yalayıp yutarsınız, danışman ordusu kurarsınız, neo-Goebbels memuru da atarsınız ama kitapların özetlerini danışmanlarım bana iletiyor diyen birine bunlar ‘vız gelir tırıs gider’. O yüzden iletişim kazası Türkiye’de pek yoktur, çürümüş ve yoz gazeteciler vardır, keza onları el üstünde tutan yöneticiler…
Vız gelir tırıs gider dedik madem, buradan hareketle son 4 günde yaşadıklarımızı ‘iletişim kazası’ çerçevesinde inceleyelim. Malum İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Karadeniz turuna çıktı, kalabalıkları Rize’de de topladı, coştu, coşturdu. Ama ne bu tur konuşulur oldu ne de İmamoğlu’nun şöhreti. Bir fotoğraf dışında her şey yalan oldu. Olmalıydı, olsun da. Junior Erdoğan rolüne girerek büyüyünce uçağım da olacak havasıyla otobüse doldurduğu gazetecilerle bir poz verdi ki evlere şenlik. En ‘muteber’ isimlerden birini yanına diğerini karşısına oturttu. Gördük, görmez olaydık.
Yanında oturan Ertuğrul Özkök’ün CV’sini buraya yazmak istesek ne midemiz kaldırır ne de Sendika.Org bu kadar uzun bir yazıyı yayımlar. O yüzden tek ve en taze örnekle Türkiye’de basının bu hale gelmesinde en önemli pay sahibi Özkök’ün son röportajına bakalım.
Ertuğrul Özkök, TV100’de yayımlanan röportajda namı dünya ihale şampiyonları listesinde yer alan Cengiz Holding sahibi Mehmet Cengiz’le konuşurken “kamuoyunda size çete deniyor, şahsen bu hiç hoşuma gitmiyor” dedi. Cengiz’in ülkeye yaptıklarını bilmeden gerçi bilse de umursamadan bunu söyleyebilen Özkök, gazetecilikte son zamanlarda kullanılmaya başlanan ‘imtiyaz gazeteciliği’ kavramının tam altında duruyor. Gazeteciliğin yüz karası olarak rahatlıkla sıfatlanabilecek Ertuğrul Özkök, elitist ve kibirli meslek ahlakıyla öyle sanıyorum ki; ölümüne dek Türkiye’de gazetecilikle mücadele edecek. Şimdi bu örnekle Özkök’ün İmamoğlu’nun yanındaki fotoğrafına bakıp bir kez daha öfkeleniyoruz.
İmamoğlu’nun karşısında oturan Nagehan Alçı’nın Özkök kadar gazetecilik geçmişi olmasa bile o kadar çok vukuatı var ki, Özkök’ü kıskandırır. Gezi’den Ergenekon, Balyoz’a, Bank Asya kredisiyle yalı almaya dek türlü çeşit ‘başarılara’ imza atmış Alçı’nın İmamoğlu’nun karşısına oturması beni şaşırtmadı doğrusu. Çünkü Nagehan Alçı ve benzerleri artık yeni konum aramaya başlarken yine tereyağından kendini sıyırmış kıl gibi hayatlarına devam etmenin ustası sayılırlar. Her dönemin kazananı olma, hiçbir şey için hiçbir zaman hesap vermeme özellikleriyle parazit bir hayatın yeni evresine geçtiler.
Hadi biz bu iki ismi evvelinden ahirine biliriz de İmamoğlu’nun hem Gezi’yi selamlayıp hem otobüsüne çağırmasını öfkeyle karşılarız. Hakkımızdır da… Ben İmamoğlu’nun bu tarz davetler yapmasına şaşırmıyorum. “Abdülkadir Selvi’yi de çağırırım” demesini de gayet çizgisine uygun buluyorum. Çünkü hem Alparslan Türkeş’i hem Yılmaz Güney’i aynı sayfada anan biri için gayet normal ataklar bunlar. İmamoğlu’nun ve danışmanı Murat Ongun’un tepkiler sonrası ilk elden yaptıkları açıklamaları da kibrin görünür yüzü olarak kabul etmek gerekir. Ananı da al git dönemini hatırlayalım, eyvallahımız olmaz siyaseti yapan Erdoğan gibi İmamoğlu da ‘vız gelir tırıs gider’ diyerek adımını atmış oldu. Yalnız şunu demeden de geçmek olmaz; iktidarı taklit ede ede muhalif safta duran İmamoğlu’nun kopyaladığı ilk şeyin ‘kibir’ olması da çok manidar.
Yazının başlığında belirttiğim ‘iletişim kazası’ kavramının da bu sayede boşa çıktığını söylemeliyim. Siyasetçilerin arkalarını toplayan ekibin veya onları aklama gayretinde olan gazetecilerin ‘iletişim kazası’ olarak yorumladıkları her fotoğraf, her söz, her sosyal medya mesajı tasarlanarak piyasaya sürülmekte. Ortada bir kaza yok, neysem o’yum hali var!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.