Garip Şahin göz önünde olan birçok eser bırakarak ‘Bu güzel ve rezil dünyadan’ çekip gitti. Uzun yıllar yaşadığı gurbetin onun üzerinde ne tür etkileri oldu? Onu varın sizler düşünün…
Ateş oldun düştün şu yüreğime
Nasıl anlatayım hasretim seni
Pir Sultan’ın şahı Ferhat’ın aşkı
Nasıl anlatayım hasretim seni
Güneş mi diyeyim düş mü diyeyim
İsyan mı diyeyim öç mü diyeyim
Yeni bir dünyaya göç mü diyeyim
Nasıl anlatayım hasretim seni
Bazen kızıl kanlı savaş olursun
Bazen zeytin dalı barış olursun
Bazen çok sevgili uğraş olursun
Nasıl anlatayım hasretim seni
Garip Şahin seslenirim gelirler
Gelirler sesime kulak verirler
Senin için öldürürler ölürler
Nasıl anlatayım hasretim seni
Garip Şahin
Destanlarını, ağıtlarını, marşlarını, elden ele, kulaktan kulağa dolaşan müziklerini biliyorduk. Hayatımızın en genç, en dinamik zamanlarına dokunmuştu. Hayır, yalnızca dokunmayıp bizleri de kendisiyle birlikte alıp götürmüştü.
Şimdi ölümünü öğrendik.
Yaşamı boyunca eğmediği başı son kez düşmüştü.
Bu hassas, ince ruhlu, aşırılara varacak kadar gururlu Ozan’ın ölümünün ardından yazamamak korkunç bir şey değil mi?
Kendisini, kendi yüreğini avuçlarına alarak büyülü sazıyla birlikte yerelden evrenselin kapılarını aralayan bu büyük sanatçının arkasından yazabilmek onun ölümünde en acıklı yan bu olmalı.
Birçok şey biliyorsun ama oturup onun sözcükleri yüreğinin derin imbiğinden geçirip, soyutlayarak anlattığı gibi anlatamıyorsun.
Puşkin’in bir sözü vardır; sanatçıların ancak öldükten sonra değerlendirildiklerini, bir bakıma övüldüklerini anlatmak isterken şöyle der: “Yalnız ölüleri sevmeyi biliyorlar.” Özellikle bizim toplumumuzda böyle değil mi?
Biliyoruz ki bazı sesler, bazı renkler ya da bazı cümleler insanın aklına mıh gibi çakılıp kalıyor!
Garip Şahin’den ilk duyduğumuz ya da ilkler arasında yer alan “Dağ Dumandır” veya “Kırmızı Gül Buz İçinde” bir dönemi sarsarak anlatır. Tufana yakalanmış bir dağın çığlığına Zel Dağına alır götürür sizi. Bizim Homerosumuz Yaşar Kemal “Dağları yerinden ancak sanat oynatır” derken ne kadar haklıydı.
Yetmişli yılların ortalarına doğru Anadolu’nun birçok yerinde 6 Mayıs, Kızıldere ve Vartinik’in buz içindeki kızıl güllerinin sesleri sokaklara, anfilere ve salonlara taşınmaya başlandı.
Garip Şahin’i bu kez büyük metropollerde görürüz. Büyük bir kırımı yaşamış Dersim’in çığlığını kendi ana dilinden Zazaca haykırmaya başlar.
“Demenu way Demenu, Demenu”, “Hayderê, Hayderê” salonları dolduran kalabalıkları karanlık bir tarihle yüzleştirir.
“Kuş uçtukça genişliyor gökyüzü” demişti Rilke. Barikatlar, İşçi Grevleri, Gezgin Tiyatro Grupları, Büyük Halk Konserleri egemenleri derinden düşündürüyordu.
Şivan Perver, Garip Şahin, Ali Asker, Emekçi, Zamani, Rençber ve birçok ozan yaralı-bereli Anadolu coğrafyasının birçok yerlerinde gözükmeye başlamışlardı.
Yılmaz Güney filmlerinin sarsıp-düşündüren önemini buraya elbette eklemek lazım.
Köylerde yaşayan yoksullar kamyon kasalarında, traktör römorklarının üzerinde Yılmaz Güney filmlerine, Gezgin Tiyatrolara ve Büyük Halk Konserlerine giderlerdi.
Anadolu’nun yoksul biçare insanları durup dururken neden o kadar derinden etkilediklerini, içlerinde uyuklayan karanlığı aydınlatan ya da ruhlarının yırtılan yerlerini sanatın bu devasa gücünün nasıl tamir ettiğini birbirlerine anlatır dururlardı.
Bu durum uzun sürmedi… Yaktığı ağıtlar, marşlar, anadilinde Zazaca söylediği klamlar egemenleri çok rahatsız ettiğinden Garip Şahin ve arkadaşları Ankara Merkez Cezaevine konuldular…
Dışarı çıktıklarında yavaş yavaş 12 Eylül’ün alaca karanlığı ülkenin üzerine çökmeye başlamıştı.
O kanlı darbenin ardından nelerin yaşandığını herkes biliyor.
Yaratılan bu çöl sessizliğini önemli ölçüde Yılmaz Güney sarsmayı başarmıştı.
Uzun ve meşakkatli çabalar sonucu çektiği Yol filmiyle birlikte ülkeyi terk etmeyi başarmıştı.
1982 yılında Cannes Film Festivaline Avrupa’nın birçok yerinden yüzlerce insan akın akın gelmişlerdi.
Festival yeri 12 Eylül rejiminin kanlı yüzünü dünyaya anlatan bir gösteriye dönüşmüştü.
Cannes sokaklarında gezinen birkaç sanatçının içerisinde Garip Şahin de vardı.
Festival sonrası küçük bir salonda düzenlenen toplantıya Yılmaz Güney ve sanatçılar renk katmışlardı.
Yol filminin büyük başarısının ardından Duvar filminin çekimleri için Pont St. Maksenses kasabasında büyük bir manastır cezaevine çevrilerek film seti haline getirilmişti. Onlarca insanla birlikte Garip Şahin de önce yattığı Ankara Merkez Cezaevi’nin platosunda günlerce çalıştı.
Duvar filminin müziğini de yaptı. Türkçe-Zazaca seslendirdiği parçalar filmin konusuyla bütünleşip yatağını zorlayan bir nehir gibi akıp gidiyordu.
Garip Şahin ayak izlerini sürdüğü Sey Qaji, Sa Heyder, Weliyê Wuşênê İmami’nin ahlarını evrensel dünyaya taşıyordu.
Garip Şahin uzun yıllar kendi garip dünyasına çekildi… Sazının büyüsüne sığınarak bir derviş gibi yaşamını sürdürdü.
Bu arada insanı anlatan, insandaki parçalanıp dağılmayı anlatan ”Dost Özlemi” gibi düşündürüp sarsan parçalar yaptı. İyi okuyup zamanı iyi takip eden Şahin’in bizi bize anlatan eserini de buraya alalım…
COVID-19’la birlikte bütün dünya büyük bir çöle dönüştü. Evlerimize yığıp-yıkıştırdığımız eşyalara benzememek için edebiyat dünyasının büyülü dünyasına sığındık.
Garip Şahin durmak bilmiyordu… Dünyayı kasıp kavuran bu salgının orta yerinde “Dersim Bir Dünya Vatan” destanını yazmaya başladığını söyledi. Adına hayat denilen bu muhteşem dağınıklığın içinde Şahin boş durmuyordu.
Çok geçmedi Hatice, Şahin’in ağır mide rahatsızlıklarından dolayı hastaneye kaldırıldığını söyledi…
Teşhis konulmuştu.
Çok sevdiği Yılmaz Güney gibi Şahin de mide kanserine yakalanmıştı.
Ağrıyan, acıyan, kanayan yerlerine tutunarak “Dersim Bir Dünya Vatan” destanını yayına hazır hale getirdi.
Sözcükleri tek tek kafasının içinden alıp yüreğine koydu. Yüreğinden damıttığı sözcükleri destanına taşıdı.
İnsanların büyük bir çoğunluğu yaşanmamış bir hayattan ölüyor.
Garip Şahin göz önünde olan birçok eser bırakarak ‘Bu güzel ve rezil dünyadan’ çekip gitti. Uzun yıllar yaşadığı gurbetin onun üzerinde ne tür etkileri oldu? Onu varın sizler düşünün…
Nasıl bir ülkedeydi? Ne kadar sanatçısını sürgün yollarına çıkardı?
Güle güle şiirlerin, destanların, ağıtların, klamların, müziğin vicdanlı sesi güle güle.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.