Yüz kişiden fazlasının intihar ettiği, binlercesinin çocuğunu, anasını babasını terk ettiği, gurbetin ateşine adım attığı, kalanların her gün kendilerini savunma durumuna düşürüldüğü KHK kanserinin insanı nereden nereye getirdiğine bakalım
‘Dert bir değil, elvan elvan…’ diye bir türkü vardı. Annem çok söylerdi.
Anonim sanırım. Son 40 senesini bu ülkede geçirmiş her nefes için dert hiçbir zaman bir değil. Ne varoluşsal derdiniz biter ne yoksulluk tehdidiniz ne geleceğe dair umutsuzluğunuz ne de toplumsal kederiniz.
Her dönem hayatları çalındı bu ülke yurttaşlarının ama biz şimdi güncel kangrene bakalım. Yüz kişiden fazlasının intihar ettiği, binlercesinin çocuğunu, anasını babasını terk ettiği, gurbetin ateşine adım attığı, kalanların her gün kendilerini savunma durumuna düşürüldüğü KHK kanserinin insanı nereden nereye getirdiğine bakalım.
Uzun listede adınızı ararken neyi yaşadığınızı veya nelerin olacağını düşünmüyorsunuz. Sayfaların aktığı dosyada her satırda bir hayatın, bir ailenin, bir çocuğun gözyaşının düştüğünü idrak edemiyorsunuz. Yoksulluk dehlizinde kendine inatla hayat kurmuş her yurttaşın, belki de annesine ‘atandım’ müjdesini verdiği günkü neşenin kursaklara oturacağını hiç ama hiç anlayamıyorsunuz. İsminizi gördüğünüz anda da bir şey değişmiyor. Acı bir gülümseme ağzınıza yapışıyor. Sonra kapatıyorsunuz sayfayı, birkaç dakika sonra tekrar açıp listedeki isminize bakıyorsunuz. Bunu adınıza ve soyadınıza yabancılaşana dek yineliyorsunuz.
Güneş doğuyor, insanlar uyanmaya başlıyor. Uyananlar ve haberdar olanlar telefonla sizi arıyor. “Oldu valla n’apalım” gibi yanıtlarla geçiştirmeye çalışıyorsunuz. Bazıları “her zaman yanındayız, bir ihtiyacın varsa lütfen söyle” tarzında destek cümleleri kuruyor. “Eyvallah”, diyorsunuz. Bazı ses tonları ayıp olmasın aramış olalım diyerek 20. saniyeyi bitirmeden ivedilikle kapatıyor telefonu. Sizin artık suça bulanmış, adı kirlenmiş, listedeki ‘o’ kişi olduğunuzu onlar sizden önce kanıksıyor. O sebeple derhal kapatıyor telefonu. Çünkü, “bunların telefonu da dinleniyordur” sohbet arası tavsiyelerine kulak kabartıp sizden o son o en soğuk telefon görüşmesiyle uzaklaşıyorlar. Bir daha aramayacak olanların listesine onlar da kendi adlarını hevesle yazdırıyorlar.
Zaman geçiyor. Cebinizdeki para azalıyor. Bir sonraki ayın maaş günü geliyor ve hesabınızda geçiminizi sağlayacak meblağı bulamıyorsunuz. Bunun artık iyice gerçek olduğuna hesabın dibini görünce siz de inanıyorsunuz. Ara ara mesajlar aramalar sürüyor ama artık umursamıyor ve hakikate boyun eğerek ekmek derdine düşüyorsunuz. Tıpkı işe girmeden önce her gün hesaplayıp yaşadığınız günlerdeki gibi. Şimdi daha kötü durumdasınız. Çünkü artık iş de bulamıyorsunuz. Gittiğiniz her kapı, gerçekleşen her iş görüşmesi KHK’li olduğunuzu duydukları an ağızlarını kıvırarak, biraz acıma biraz korkuyla size “yol veriyor”.
Eski alışkanlıklarınızı, aynı ortamı paylaştığınız arkadaşlarınızı, eski düşünce yapınızı, bir parkta oturup sadece ağaçlara baktığınız ve gerçekten hiçbir şey düşünmediğiniz o en kıymetli anları yitirmeye başlıyorsunuz adım adım. Bunları hemen her gün, bazı dönemlerde her uyku arasında zihninize çivi gibi çakıyorsunuz. Düşünmeden edemiyor, düşündükçe içinden çıkamıyorsunuz. Yeni bir hayatı kurmak için eskinin yıkıntısından sıyrılmak istiyorsunuz. Bunu yaparken kendinizle savaşıyor ama en çok dert anlatamamanın yarasıyla boğuşuyorsunuz.
Sonra özel günler, bayramlar, tatiller geliyor. Aile ziyareti oluyor. Uzun süredir görmediğiniz hısım akraba, eş dost, yoldaş arkadaş, kardeş, kim varsa size o soruları sormaya başlıyor: “Peki var mıydı bir şey? Ne oldu senin dava? Bir tek sen mi atıldın? Diğerleriyle ilgili neden işlem yapılmadı?” Bunların anlamını siz de onlar da çok iyi biliyorsunuz aslında. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz ne de olsa. Siz artık anlatsanız da anlatmasanız da, inansanız da inanmasanız da alnınızda bir suç, savunmanız gereken bir kişiliğiniz var. Neyi savunduğunuzu bilmeden o zehir tecrübeyi sayısız defa en baştan sırf meraklarını gidermek için anlatıyorsunuz da anlatıyorsunuz.
Mahcup ve çaresiz sözcükleri hayatınızın özetini sağlayan en işe yarar kelimeler oluveriyor. Kimse sizi suçlamasa da size bunu yapanların suçlu olduğuna da inanmıyor mesela. Asıl çaresiz kaldığınız an bu oluyor. Herkes sizin bir şekilde hayatınızı kazanacağınıza inansa da kimse nasıl hayatta kaldığınızı sormuyor. Bu da en mahcup yaşadığınız zamanları miras olarak bırakıyor size.
Hele bir de bakmakla yükümlü olduğunuz bir çocuğunuz, güldürmekle hayata tutunduğunuz bir masumiyet dağı varsa, karşısında un ufak oluyor, yarını bile bilemezken ona gelecek kuramamanın ağırlığı altında beliniz bükülüyor. “Mutlaka döneceksiniz” telkinini bıçak gibi göğsünüze dayayıp etrafa bakıyorsunuz ama ne siyasi bir umut ne toplumsal bir dirilme görebiliyorsunuz. Her teselli gerçeği biraz daha boğazınızı sıkıp sizi çıplaklığınızla baş başa bırakıyor.
Önce günlerin, ayların geçmesini zamanın ilaç olabileceği yalanıyla boyuyorsunuz. Sonra bakıyorsunuz 5 yıl geçmiş, siz yaşama sevincinizi yitirmiş, eski takatinizi kaybetmiş, hiçbir şey değişmemiş, kötüye gitmiş, nefesiniz daralmış, saçlarınız beyazlamış, hayatınızın en verimli zamanları artık geri dönülmez şekilde kaybedilmiş. Hâlâ ‘belki’lere sarılarak yarına bakıyorsunuz ama artık günü kurtarmak size boş yaşamanın ne demek olduğunu gayet iyi anlatıyor.
İkili ilişkilerinizi, dostluklarınızı, ailenize sunamadığınız güzel günleri terk etmeye başlıyorsunuz. Ne onlara ne de kendinize ümit vermeye gerek kalıyor. Bu yükü atıp yönetemediğiniz insani vasıflarınıza sövmeye de başlıyorsunuz.
Bir KHK’li hikâyesidir bu. Detaylarıyla, iç çalkantılarıyla birlikte anlatmaya sayfalar yetmez belki. Yaşanan bir işten atılma mevzusu değil. Örümcek ağı gibi birbirine bağlı ve gün geçtikçe örülen içinden çıkılmaz, her yerine bulaşan bir dert yumağı. Çokça anlatıldı, anlatılacak bu yaşananlar ama bilinsin ki bu ülkede başına bir çorap örülmüş yurttaşın derdi bir değil ‘elvan elvan’…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.