ABD-İngiltere ittifakının sürükleyiciliği ve oldu-bitti politikasını Fransa’nın uzun süre izlemesi mümkün değildir ve bu politikanın devamı sonucunda Fransa’nın faşist bir yönetime sürüklenmesi sürpriz olmayacaktır. Bu ise Avrupa’da faşist iktidarların yaygınlaşması sonucunu doğurabilir ve hatta Rusya üzerinde de etkide bulunarak Rus iç politikasının tamamen faşist bir rejime kaymasına neden olabilir
Görünen odur ki, Rusya’nın Ukrayna karşısında yapmış olduğu yanlışın bir benzerini, ABD Rusya karşısında yapmaktadır. Bu yanlış kısaca, karşıya alınan gücün tarihsel yeri ve potansiyelini yeterince bilince çıkaramama ve ona karşı mücadeleyi yanlış bir stratejiye bağlamak olarak tarif edilebilir. Buradaki yanlışlığın temel nedeni, konjonktürel olan ile tarihsel olanın birbirine karıştırılmasıdır. Konjonktürel eğilimler sanki tarihsel eğilimlermiş gibi ve yine tarihsel eğilimler de sanki konjonktürel eğilimlermiş gibi ele alınmaktadır. Bu karışıklık böylece bütün politik aktörleri esir alarak, hepsinin içerisinde hapsolduğu bir kaosun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Ne Rusya Ukrayna’nın dünya siyaseti içindeki yerini ne de ABD Rusya’nın dünya siyaseti içindeki yerini tam olarak doğru tahmin edebilmektedir. Bunun nedeni ise bellidir: Ne Rusya ne de ABD yöneticileri, kapitalizmin dinamiği ve tarihselliği ile ilgili derin bir görüşe sahiptir. Bu güçler rekabetin baskısı altında ve güç ilişkilerinin düzeyini göz önüne alarak politika üretmektedirler (zaten başka bir durum da beklenemez) ve olayların nasıl bir tarihsellik içinde devindiği onların genellikle ilgi alanının dışındadır. Ama olayın bu tarihsel yönününü, devrimci ve demokratik hareket olarak hesaba katmak zorundayız. Çünkü genellikle bu sonuncuların tarihsel eylemlerinin yaygınlık ve derinlik kazanması, emperyalist güçlerin yanlışlıklarının sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Şimdi de gelelim bu yanlışın somut belirlenimine, niçin yanlış olduğuna ve sonra da olası tarihsel sonuçlarına.
Putin, Ukrayna işgalinden kısa bir süre önce yapmış olduğu açıklamada, Ukrayna ile ilgili olarak “evlere şenlik” bir analizde bulundu. Lenin’i eleştirdi ve Stalin’i övdü ve de Ukrayna’nın niçin “yapay bir ulus” olduğunu belirtti. Putin bunu söylerken ya Ukrayna’nın BM’de bağımsız bir ülke olarak yer aldığını unuttu ya da Rusya’nın gücünün dünyada her şeye yeteceğini zannetti. Ukrayna gibi büyük bir ülkeyi direk işgal etmenin (ABD gibi bir güç Irak ve Afganistan’da bunu başaramadı) ve orada sorunsuz bir şekilde kendisine bağlı kukla bir hükümet kurmanın hangi stratejik aklın ürünü olduğunu insan gerçekten merak ediyor. Hele bu işgale başlarken, müdahale edecek ülkeleri nükleer silah ile korkutmak istemesi (ki ABD’liler alayla karşıladılar), modern dünyada her şeyin alaşağı edilmesinden başka bir şey değildi. Nükleer silah opsiyonunu bizzat Rus halkının istemeyeceğini ve böyle bir tansiyon yükseldiği zaman Rus halkının ayaklanıp kendisini alaşağı edeceğini anlamayan bir devlet başkanı profili çizdi. En bilinçsiz Rus yurttaşı dahi, Batı’nın elindeki nükleer silahların Rusya’dan fazla olduğunu ve bu opsiyon devreye girdiği zaman Rusya’nın da bu silah ile vurulacağını bilir. Kısacası Rusya’nın yöntemlerinin modern dünyanın siyaset yöntemleriyle uyuşmayan ve zamanı geçmiş bir yapıya sahip olduğunu görmek için politika uzmanı olamaya gerek yoktur.
Peki Putin’in bu dar politik bakış açısının (ki ABD tarafından kendi stratejisi için kullanılmaktadır) nedeni nedir? Bunu kısaca üç noktada toplamak mümkündür: Rus milliyetçiliğinin dar ideolojik bakış açısı; diktatör bir yönetim ve bunların neden olmuş olduğu ve silahların güçlülüğünden kaynağını alan yanlış bir politik ideoloji. Bu rejim günümüz dünyasını otuz ya da elli yıl geriden takip eden ve Soğuk Savaş dönemine ait bir dönemin politik eğilimlerini kullanmaktadır. Bundan dolayı kendisini belirli bir tarihsel açmazın içerisine sokmuş durumdadır ve orta dönemde büyük bir politik darbe yemesi kaçınılmazdır.
Elli-atmış yıldan beri ama özellikle de internetin ortaya çıktığı ve yaygınlaştığı dönemden beri, dünya farklı bir dönüşüme uğramaya başlamış ve bu süreç hala daha da devam etmektedir. Dijital sosyal ağların oluşturduğu ve giderek etkisini artıran bir politik fenomen giderek güç kazanmaktadır: Farklı kamuoylarının uluslararası ölçekte birbirine bağlanması. Teknoloji farklı kamuoyuları arasındaki bilgi değiş-tokuşunu arttırarak, iç kamuoylarını etkileme süreçlerini geliştirmiş ve bu durum muhalif hareketlerin ya da vatandaşların politik davranışlarına yansımıştır. Başka bir deyişle araç, farklı bir birey davranışına yol açmıştır/ yol açmaktadır. Bu haliyle ülkerin içerisinde bir tür “politik kara delik” gibi hareket etmektedir ve bu kara deliği etkileme gücüne sahip olanlar, devletlerin “geri cepheleri”ni de pasifize etme gücüne sahip olurlar. Çünkü dijital sosyal ağlar “değerler sisteminin” bir ülkeden başka bir ülkeye akmasında önemli araçlar haline gelmiştir. Çıplak bir gözle dışarıdan baktığımız zaman dahi, bu gücü Batılı devletlerin etkin bir şekilde uyguladıklarını ama Rusya ve Çin gibi devletlerin bunların etkinlik düzeyine ulaşamadıklarını görürüz. Bunun nedeni ise bu sonuncuların geri resmî ideolojileriyle otoriter yönetimlerinde yatmaktadır. Kısacası kendi “değerler sistemi”nin insanlığın evrensel değerleriyle olan genel ilişkisindeki sorunlu durumdur. Bizzat kendi toplumsal şekillenmeleri, kendi kendilerinin temel engelleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Böylece Batılı emperyalistler, güçlü ekonomilerinin yanına, teknolojik güçlerini, gelişmiş ordularını, liberal demokrasilerini ve esnek politika yapma tarzlarını koydukları zaman uluslararası alanda daha etkili bir siyaset yapma gücüne sahip olmaktadırlar. Batı’nın daha “geçirgen” ve esnek olan politikası, Rusya’nın ve Çin’in içlerinde de taraftarlar bulabilmekteyken, bunu Rusya ve Çin için söylemek mümkün değildir.
***
Ama Batılı emperyalistlerin Rusya ve Çin karşısındaki tarihsel mevzilenmelerinde de Rusya’nın Ukrayna karşısında yapmış olduğu yanlışlığa benzer bir yanlışlık bulunmaktadır. Batılı emperyalistler Rusya ve Çin’de rejimleri yıktıktan sonra, bu ülkeleri Batı’nın eklentisi ya da onların sömürü alanlarından birine çevirebileceklerini sanmaktadırlar ki bu çok büyük bir tarihsel yanlışlıktır. Batılı emperyalistler Rusya ve Çin’deki rejimleri yıkabilirler (bu güçleri vardır) ama bu ülkeleri kendi emperyalist çıkarlarının uzantısı durumuna getirme olanakları yoktur. Ne Rusya ne de Çin bir Almanya, Japonya, Brezilya, Türkiye gibi bir ülke olmayı kabul edecektir. Bu ülkelerin böyle bir sıkıştırılmaları, bu ülkelerde tepeden tırnağa faşist rejimlerin (geçmişte İtalya, Almanya ve Japonya’daki gibi) ortaya çıkmalarıyla sonuçlanacaktır. Batılı emperyalistler bu noktada tam bir ham hayalin peşinde gitmektedirler ve orta ile uzun dönemde Rusya ile Çin’in iç politikasında çok köklü bir kırılmanın ortaya çıkmasına neden olacaklardır. SSCB’nin çökmesi, beklentilerin aksine nasıl Rusya’yı Batı’ya bağlamadıysa, Putin rejiminin çökmesi de Rusya’yı Batı’ya çivilemeye yetmeyecektir. Tam tersine Rus iç politikasını Jirinovski gibi faşist siyasetçilerin kollarına itecektir. Hatta muhtemeldir ki, gelecekte Rusya’daki faşist hareket Nasyonal-Bolşevizm biçimine dahi bürünebilir. Bu noktada uyanık olmak gerekmektedir.
ABD ile İngiltere’nin önderlik ettiği Batı emperyalist ittifakı, Rus-Çin ittifakına karşı aslında küresel ölçekte stratejik olarak saldırı pozisyonundadır ama Ukrayna’da taktik olarak savunma pozisyonundadır. Rus-Çin ittifakı ise, Batı ittifakına karşı küresel ölçekte stratejik savunma pozisyonundadır ama Rusya’nın Ukrayna’daki yanlış işgal hareketinden dolayı taktik olarak saldırı pozisyonundadır. Bu çaprazlık, ki ABD ile İngiltere’nin Rusya’yı aldatması ve bunu Rusya’nın politik hatasıyla birleştirebilmeleri sonucunda ortaya çıkmış olup, ABD-İngiltere ittifakının saldırgan pozisyonunun gizlenmesine de neden olmuştur.
Anlaşılan o dur ki, Batı emperyalist ittifakı, önce Ukrayna’da Rusya’yı provoke ederek bu ülkede batağa saplanmasını sağlamış ve böylece Ukrayna üzerinden Rusya’yı şimdilik dolaylı bir emperyalist savaşın içine çekmiş ve de Rusya üzerinde uluslararası bir baskı kurmuştur. Bunu yaparken de Çin’e göz dağı vererek onu tarafsız tutmak istemektedir. Amaçları önce Rusya’da Putin rejimini devirip ve Batı işbirlikçisi bir rejim kurmak, sonra da Çin rejiminin aynı şekilde kıskaca alınmasına geçerek bu sefer de aynısını ona yapmaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Batı ittifakı Rus ve Çin rejimlerini devirebilir ama bu ülkelerde uzun dönemli olarak kendilerine bağlı işbirlikçi rejimler kuramazlar. Bu da bu ülkelerde bir “tarihsel boşluğun” ortaya çıkacağını ve bu toplumlar ile birlikte dünyayı bir kaosa sürükleyeceği anlamına gelmektedir. Bütün bu sonuçlara kapitalizmin tarihine kabaca bakarak da ulaşabiliriz. 16. Yüzyıldan beri yaşanan deneyimler bizi bu sonuca götürmektedir: Katolik-Protestan savaşlarında Katolikler protestanları kendilerine bağlayamadılar. Fransa devriminden sonraki İngiltere-Fransa mücadelesinde yine aynısı oldu. Almanya’nın I. ve II. Dünya savaşlarında yenilmesinden sonra da dünya her seferinde kazananların istediği gibi bir yere dönüşmedi. Tam tersine zaferler yeni güçlerin ve meydan okumaların tekrar ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.
Batı emperyalist ittifakının Rusya’da Putin rejimini devirmesiyle ortaya çıkaracağı politik boşluk da, onların istemediği ve hatta daha da saldırgan bir Rusya’nın ortaya çıkmasına neden olabilir. Burada okur şunu ileri sürebilir: Ama böyle bir rejim ortaya çıkmadan önce Rusya’da tekrar devrim olabilir ve Rusya’nın böyle bir yola girmesine engel olabilir. Bu şimdilik zayıf bir ihtimaldir ama tamamen de dışlanamaz elbette.
Batı emperyalist ittifakının Doğu emperyalist ittifakıyla savaşında, savaşın yaratacağı toplumsal zorlamadan dolayı kendisinin de büyük bir kaosa sürüklenme olasılığı bulunmaktadır. Özellikle de Batı Avrupa, Batı ittifakının zayıf karnı olarak görünmektedir. ABD-İngiltere ittifakının sürükleyiciliği ve oldu-bitti politikasını Fransa’nın uzun süre izlemesi mümkün değildir ve bu politikanın devamı sonucunda Fransa’nın faşist bir yönetime sürüklenmesi sürpriz olmayacaktır. Bu ise Avrupa’da faşist iktidarların yaygınlaşması sonucunu doğurabilir ve hatta Rusya üzerinde de etkide bulunarak Rus iç politikasının tamamen faşist bir rejime kaymasına neden olabilir. Rus faşistleri Putin rejiminin düşüşüyle ortaya çıkacak boşluktan, Avrupalı faşistlerden destek alarak iktidara ilerleyebilirler. Başka bir ifadeyle Batı’nın memnun olmayan emperyalistleri, Rusya’nın Batı karşıtı faşist hareketiyle yakınlaşma içerisine girebilirler. ABD-İngiltere ittifakının savaş siyaseti, Avrupa’yı da farklı bir yöne itebilir.
***
Bugünkü emperyalist stratejilerin asıl hedefi Avrasya’dır ve Avrasya’nın kimler tarafından kontrol edileceği üzerinedir. Çünkü Avrasya’dan dışlanan emperyalist güçler tarihsel olarak büyük darbe yiyeceklerdir. Bu noktada ABD ile İngiltere, Avrasya’nın kendileri dışında şekillenmesini önlemek istemektedirler. (Başka bir makalede bu noktayı biraz daha açacağız.)
Makaleyi bitirmeden önce, başka bir noktaya da Ukrayna savaşı bağlamında değinmek gerekmektedir. O da ABD-İngiltere ittifakının, Rusya’yı bu düzeyde baskı altına almışken, bu baskıyı sürekli kılmak için atacakları politik adımlardır. Onların stratejilerine göre, Rusya’ya karşı Batı’nın bu baskısının sürdürülmesi gerekmektedir ve bu durum Ukrayna’nın dışında başka bölgelerdeki sorunların Rusya aleyhine kaşınmasını gerektirmektedir. Bu noktada İran sorunu ve bununla bağlantılı olarak Suriye sorunu öne çıkmaktadır. Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) davet edilmesini bu bağlamda okumak mümkündür. İran üzerine yoğunlaşmadan önce Suriye’nin Arap Körfez ülkeleri aracılığıyla tarafsızlaştırılması ve sonra da İran’ın üzerine çullanılması büyük bir olasılıktır. BAE’nin bu diplomatik adımının, ABD ile İngiltere’den ayrı atması biraz tuhaf ve şüphelidir.
Aynı şekilde bu gelişmeler Türkiye’nin Batı ittifakı içerisindeki durumunu da hassas hale getirmektedir ve Erdoğan’ın denge politikasını da giderek zora sokmaktadır. Türkiye’nin Rusya ile yakınlığı ve Rusya’yı yıpratma potansiyeli göz önüne alındığında, Batı’nın Türk iç politikasında etkili olmak için her şeyi yapacağı eşyanın tabiatı gereğidir. Ama bütün bu gelişmelerin de Millet İttifakı’nın aleyhine olduğu da aynı şekilde doğrudur. ABD ile İngiltere Türkiye’de Rusya ile cepheleşecek ve hatta savaşacak bir iktidar istemektedirler. Millet İttifakı’nın bölgede barış yanlısı bir politika gütmesi onlar için hiç de kabul edilmeyecek bir politikadır. Bu durum farklı güçler arasında bir politik yakınlaşmaya neden olabilir ki bunların kim olduğunu az çok biliyoruz.
Türkiye ve dünya çok ilginç gelişmelere gebe gibi görünmektedir!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.