Dolandırıcılarla aynı kategoriye sokulamayacak ama iyi ki kitapta yer almış denilebilecek bir bölüm var ki, o da uğruna şiirler, şarkılar, filmler yapılan, yaşarken halkın gözünde efsaneleşen, mezarı yıllarca ziyaretçi akınına uğrayan “yüce dağlar aslanı” Koçero’nun anlatıldığı bölüm. Halka zulmeden yüzbaşının evini basarak ünlenen Koçero’nun, parasını ödemeden köylülerden bir yumurta bile almamasına, birçok silahlı çatışmadan kuşatmayı yararak çıkıp, devletle pazarlığa girecek güce ulaştıktan sonra, Barzani’den gelen binbaşılık teklifini ülkesine olan bağlılığından dolayı reddetmesine bakarak onu ilkel bir gerilla sayabiliriz
“Göğe baktım yerli yerinde,
haydutlar dalavereciler yerli yerinde
vurguncular hayınlar vurdumduymazlar öyle.
İyi dedim içim rahatladı
düzen bozulmamış dedim sevindim”
Turgut Uyar
Alavere dalavere konusunda maşallahı hak eden, şeytana pabucunu ters giydiren dolandırıcılık yöntemlerinin birbirini izlediği, hile hurdanın gırla gittiği ülkemizde bu suçların yakın tarihimiz boyunca gelişimin izlemenin ilginç olabileceğini hiç düşündünüz mü? Cengiz Erdinç ile Murat Toklucu böyle düşündüklerinden olacak, Osmanlı’nın son döneminden Tansu Çiller’li yıllara kadar bu topraklarda görülen en renkli, en yaratıcı dolandırıcı ve soyguncuların öykülerini Kanun Dışında adını verdikleri bir kitapta bizim için toplamış. Fantoma Mehmet’ten başlayıp Selçuk Parsadan’a gelinceye kadar suç dünyasının en parlak isimleri bulunup çıkarılmış. Öyle ki meşhur dolandırıcı Sülün Osman bile bu çalışmaya girememiş.
Böyle bir çalışmada dolandırıcılık yöntemlerinden bahsetmemek kaçınılmaz ama arka planda akan edebiyat, siyaset ve basın tarihi her dönemin ruhunu sayfalara yansıtıyor. Örneğin “faaliyetlerin” gayrimüslim burjuvaların üstüne yoğunlaştığı yıllarda mübadele, Varlık Vergisi ya da Kıbrıs krizinin gündemde olduğunu görebiliyoruz. Demokrat Parti ile 27 Mayıs sonrası dönemde değişen pozisyonlar, karaborsaya düşen sinema biletlerine karşı İTÜ’lü öğrencilerin mücadelesi, Doğu Anadolu’daki yoksulluk, uluslararası ilişkiler, devletin içinde olduğu kirli işlerden her dönemin politik, kültürel ve sosyal açıdan fotoğrafı görülebiliyor.
Mezarlıkta altın diş ve kefen hırsızlığından tarihi eser kaçakçılığına, sahte paradan banka soygununa, kendini Hint prensi olarak tanıtmaktan, evlendirme vaadiyle kandırdığı zengin kadınların paralarını alıp kaçmaya kadar geniş bir spektrumda hareket eden, sahte karakol kuracak kadar cüretkar dolandırıcılar içinden anıları yazması için teklif edilen yüksek meblağı aralarında bakanların, iş insanlarının bulunduğu müşterilerinin adını vermemek için reddeden meslek etiğine sahip pezevenkler de çıkıyor. Zurnik’le aynı ilkelere sahip Lüks Nermin’in, polis kendisine kumpas kurduğunda Belediye Başkanı ile Emniyet Müdür Yardımcısının adını saymaya başlamasıyla karşısındaki güce geri adım attırabilmesi ama Endonezya Devlet Başkanının bel soğukluğuna yakalanmasına neden olduktan sonra aldığı ağır para cezası, bir randevuevi patroniçesinin devlet hiyerarşisindeki sınırını göstermesiyle ilginç.
Osmanlı Devleti ile Almanya arasında uluslararası krize yol açan Habil Adem’in öyküsü, yattığı hapishaneden Mussolini’yi dolandırmaya kalkan ve İtalyan Konsolosunun yanında parayla ziyaretine gelmesine bakılırsa bunda başarılı olan Eyüp’lü Halit’in yanında sönük kalıyor. Türkiye Cumhuriyeti adına düzenlediği sahte belgelerle Kanada’dan sipariş edilen 40 bombardıman uçağını gemilere yükletip iç savaş halindeki İspanya’ya doğru yollatan Ekrem König için söylenebilecek bir şey yok. Şapkası olan çıkarsın.
Soymaya gittiği bankada müşterinin bankonun üstüne koyduğu paraya dokunmayan John Dillinger efsanesinin benzerinin yaşandığı gangster hikayesi en nefes kesici bölüm. 700 asker ve polisin katıldığı kovalamacada Chevrolet arabasıyla İstanbul sokaklarında izini kaybettiren gansteri okurken polisiye film izlemiş gibi oluyoruz. (John Dillinger’i merak eden varsa Halk Düşmanları filmini izleyebilir.)
Tiyatrocu Vasfi Rıza Zobu’nun yeğeni olan Raki lakaplı dolandırıcının Dev Sol lideri Dursun Karataş sanılarak polis tarafından yaylım ateşine tutulması 90’lı yıllardaki yargısız infazları ve polisin ruh halini özetliyor.
Nazım Hikmet’in Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında bahsettiği Bolu’daki idealist hakim Yusuf’un asıl adıyla anlatıldığı bölüm, tarihsel TKP geçmişinden bir kesit olduğu kadar yine şairin “En güzel günlerimin/ üç melun adamı var” diye başladığı şiirin hangi koşullarda, kimlere yazıldığını da açıklamasıyla edebi dersler içeriyor. O dönemde toplumun narkotiğe bakışı da fonda görülebiliyor. Kitapta adı geçen bir diğer şair olan Necip Fazıl’ın kumarhanede basılması bu bölümün konusu değil.
Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar
Dolandırıcılarla aynı kategoriye sokulamayacak ama iyi ki kitapta yer almış denilebilecek bir bölüm var ki, o da uğruna şiirler, şarkılar, filmler yapılan, yaşarken halkın gözünde efsaneleşen, mezarı yıllarca ziyaretçi akınına uğrayan “yüce dağlar aslanı” Koçero’nun anlatıldığı bölüm. Halka zulmeden yüzbaşının evini basarak ünlenen Koçero’nun, parasını ödemeden köylülerden bir yumurta bile almamasına, birçok silahlı çatışmadan kuşatmayı yararak çıkıp, devletle pazarlığa girecek güce ulaştıktan sonra, Barzani’den gelen binbaşılık teklifini ülkesine olan bağlılığından dolayı reddetmesine bakarak onu ilkel bir gerilla sayabiliriz. Turgut Uyar’ın Yokuş Yol’a şiirinde İçişleri Bakanının Tatvan yolunda şakiler tarafından soyulmasından bahsedip bahsetmediğini edebiyat tarihçilerine bırakarak şunu söylebiliriz: Yaşar Kemal, İnce Memed’i yazmamış olsaydı, Koçero’yu kesinlikle yazardı. Hayat, büyük ustanın eserini taklit etmişti. Yine de; 1962 yılında Yılın Adamı adayları arasında gösterilen, yarış atına adı verilecek kadar batıda da sevilen, gazetelerde yazı dizilerine konu olan, Aksaray Küçük Sahnesinde “Koçero” adıyla kendisine ithafen 3 perdelik oyun oynanan, öldüğü gün Adana’da “Koçero’yu Sevenler Derneği” kurulan efsane şaki için Hasan Hüseyin Korkmazgil’in yazdığı şiiri Selda Bağcan besteleyerek Ahmet Kaya ile birlikte seslendirmiş, Yılmaz Güney’in senaryosu sinemada canlandırılmıştı.
Günümüzdeki dolandırıcılık yöntemlerinden örnekler verilerek sonuna geldiğimiz kitabın yazarları, neredeyse sanat inceliği ile icra edilen bu suçların başarıya ulaşmasını Tansu Çiller döneminin meşhur dolandırıcısı Selçuk Parsadan’ın “ya umacak, ya korkacak” sözüyle açıklıyorlar. Bazen cebir, bazen hileye başvurmayı gerektiren dolandırma sanatında devletin ceberrut yüzünden duyulan korku sık sık kullanılıyor. Telefonlarımıza Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından gönderilen ve “Kendini polis olarak tanıtan…” diye başlayan uyarı SMS’lerinin böyle bir ortamda ne yazık ki bir faydası olamıyor.
Kanun Dışında kitabı tarihin başka bir yanını öğrenmek, devleti ve toplumu tanımak, suç ve suçlu üzerine düşünmek isteyenler için değerli bir araştırma olmuş.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.