UNICEF’in verilerine göre her 4 dakikada bir, dünyanın herhangi bir yerinde, küçücük kız çocuğunun klitorisi kurban edilmektedir ilahlara. Kadının temizliğinin ve saf bir anne olabilmesinin yolunun Afrika’daki kabile toplumlarınca ve bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde yaygın olarak yapılan ve yapıla yapıla artık gelenekselleşen bu uygulamadan geçtiği sanılmaktadır
Benim acım acıların beyidir
Canıma bir doru kısrakla gelir
Öfkeyi sabırda eritir
Gülten Akın
Eğer Fransa’nın kuzey batısındaki Mans bölgesinde yaşayan 7 çocuklu Cibutili bir ailenin en büyük kızları zihinsel engelli olması nedeniyle bir sosyo-eğitim kurumu tarafından takip ediliyor olmasaydı olay bu kadar çabuk açığa çıkıp yargılama konusu olur muydu? Sanmam. Hele de uzun yıllar bu tür olayların töre mi yoksa suç mu teşkil ettiğine karar verememiş olan Fransa’da.
Hep tesadüfen ya da dikkatli gözlemcilerin zorlamasıyla gün yüzüne çıkmıyor mu bu tür olaylar; tıpkı 10 yıl önce, 2012 yılında Nevers bölgesinde küçük bir çocukta, apandisit ameliyatı nedeniyle yattığı hastanede ortaya çıktığı gibi. Çocuk rahatsızlanmasa ne olacaktı peki? Ne doktorların ne hemşirelerin haberi olduğu için yargıya intikal etmeyecekti tabiî ki. İyi ki o yargılama yapılıp gerekli cezalar verilmiş, böylece de kamuoyunun dikkati bu soruna çekilmişti. O günden beri de ne böyle bir şey görülmüş ne de duyulmuştu Fransa’da.
Nevers’teki olayda Gineli bir aile idi söz konusu olan, bunlar Cibutili, hem de Cibutililerin en yoğun olarak yaşadığı Sarthe şehrindeki ağır ceza mahkemesidir yargılamanın adresi. Hassas bir konudur bu, işi sıkı tutup gelenekle suçu birbirinden ayırmak, üstelik de geleceğin potansiyel suçlularına şimdiden iyi bir gözdağı vermek gerek.
Bilmeyenler için hemen ekleyeyim, Cibuti Kuzeydoğu Afrika’da, Umman denizine bağlı Aden körfezi ve Kızıldeniz kıyısında, adı sanı fazla duyulmayan bir ülkedir. 1977 yılında bağımsızlığını kazanan bu eski Fransız sömürgesinin nüfusunun %95’i Müslümandır.
Söz konusu zihinsel engelli çocuğumuz, 2013 yılında, ailesi ile birlikte gittiği memleketi Cibuti’den acayip bir davranış değişikliğiyle dönmüştür geriye.
O güne kadar genellikle konuşmayan ya da çok az konuşan çocuğun hiç durmadan konuştuğu gözlemlenmiş eğitimcilerce; en çok da ‘zizi’sinden bahsedermiş herkese. Zizi, Fransız aile jargonunda küçük çocukların cinsel organlarını ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Sadece arkadaşlarına da değil, diğer çalışanlara, eğitimcilerine de genital bölgesini gösterip “cici yok, zizi yok” demeye başlamış sıkça. Önceleri buna bir anlam veremeyen eğitimciler, onun çizdiği kan ağlayan çocuk resimlerini görünce afallamışlar. Dikkatlerini çocuk üzerinde yoğunlaştırıp araştırmaya başlamışlar. Sonuç? Yapılan tıbbi muayeneler sonucu çocuğun “zizi”sinin kesik olduğu anlaşılmış, hem de kendisinden küçük iki kız kardeşiyle birlikte; klitoris diye bir organ yokmuş artık çocukların hiçbirinde.
Devamı, suç duyuruları, mahkeme salonları, sosyologlar, psikologlar…
“15 yaşının altındaki bir çocuğa karşı şiddete suç ortaklığı, sakatlama veya kalıcı sakatlık bırakma” suçundan hâkim karşısına çıkartılır, “haberim yoktu” diyerek kenara çekiliveren baba kadar şanslı olmayan anne. O baba değil midir, daha fazla başlık getirmeleri için erken yaşta kızlarının sünnet olmaları gerektiğinden bahseden; kendisi de geçmemiş midir aynı yollardan. Ne yani, evde mi kalsınlardı, kim alırdı klitorisiyle dolaşan kızları. Bulup buluşturup o vermemiş miydi operasyon parasını. Ama mahkeme celbi gelince eve, kenara çekilivermişti işte böyle birdenbire. Her zamanki gibi bütün suç annede.
Annelerinin yargılandığını gören çocuklar atılır ortaya; “annemizin suçu yoktu biz istedik, gönüllü gittik” diye.
“Bu işte bir kötülük yok ki” diye savunur kendini anne; “bakın ben de geçtim aynı yollardan, ne cinsel yaşamımda bir arıza var ne de doğurganlığımda. Sünnet olmayan kız evlenemez ki bizim oralarda.”
5 yıllık hapis cezası verilip, cezası ertelendiğinde bile hala anlamamıştır niye cezalandırıldığını.
“Gözümüz üzerinde” demiş mahkeme başkanı o babacan tavrıyla, geçen süre içinde doğan diğer çocukları kurtarmak için gözdağı niyetine, “gözümüz üzerinde bir daha bu işe kalkışırsan doğru cezaevine.”
Niye cezalandırıldığını anlamamış olsa da bu işin yasak olduğunu anlamış hem Fransa’da hem de kendi ülkesi Cibuti’de; 1995 yılından beri hem de. Kendisi de o yılda mı “sünnet” edilmişti acaba, kim bilir, belki de.
Eskiden “Kadın Sünneti” olarak anılırmış bu kadın genital organının kısmen veya tamamen çıkarılması. İlk defa, 1929 yılında Marion Scott Stevenson tarafından kullanılmış “Kadının Genital Organlarının Sakatlanması” (MGF) terimi.
İskoçya kilisesinin misyonerlerinden biriymiş Marion Scott, o zamanlar Britanya Afrika’sı olarak da anılan ve bugün üzerinde Kenya devletinin bulunduğu doğu Afrika’da faaliyet yürüten. Bölgede kızlar için bir okul kurup yönetmekle başlamış ise İncil’in çevirisinden önce.
Biçki-dikiş, örgü-nakış dersleri veriyor, hastanelerle ilgileniyor, yeni öğretmenlerin yetiştirilmesi için çalışıyormuş. Kızların sünnetli halini görünce şaşkınlıktan küçük dilini yutacakmış. Sünnet değil bu demiş, Kadınların Genital Organlarının Sakatlanması hali, kadınların cinsel zevkini engelleyip, erkeklere daha çok haz sunmalarını sağlamaktan başka ne amacı olabilir ki?
Onun ardından Kenya kilisesi de kullanmışsa da bu terimi, 1980’li yıllara kadar kullanılmaya devam etmiş Kadın Sünneti terimi.
Bu dönemde konuyla ilgili pes peşe yazılan eserlerin ardından, 1991 yılında Uluslararası Sağlık Örgütü (OMC) kullanmaya başlar bu terimi, çok geçmeden UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) ve UNFPA (Birleşmiş Milletler Nüfusa Yardım Fonu) da kullanır aynı terimi.
Yine de büyük zorluktur bu uygulamanın yaygın olduğu ülkelerde faaliyet yürüten aktivistler için bu terimi kullanmak; yöresel nüfusun inançlarına ters düşmemek için kadın sünneti deyip geçerler çoğu zaman.
Her ülkede de farklı farklı tanımları olsa da kadın sünnetinin ortak özellikleri arınmadır Arapçada olduğu gibi; t-h-r kökünü kullanır arınma burada ve erkek ve kadın sünnetleri bu köke uygun biçimde de tahur ve tahara diye anılmaktadır; Mali’de el yıkama (Bambara) olur, Nijerya’ya geçerken Banyo Yapmak (isa aru) olarak çıkar karşımıza.
Her nerede nasıl anılırsa anılsın, genital sakatlama (mutilasyon) insan cinsel organında kalıcı ve önemli bir değişikliktir. Cinsel organın sakatlaması terimi günümüzde hem uluslararası kuruluşlar hem de Ulusal Tıp Akademisi tarafından genital mutilasyon yerine tercih edilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından dört kategoride sınıflandırılmaktadır bu sakatlamalar:
1- Klitoridektomi: Klitoris başlığının tamamen ya da bir parçasının çıkarılması veya kesilmesi; en nadir uygulanan yöntemdir bu.
2- Eksizyon: En yaygın kullanılan yöntem, klitorisin yanında küçük dudakların da kesilmesi. 25’ten fazla siyah Afrika ülkesinde ve daha az ölçüde Asya’da (özellikle Endonezya ve Malezya’da), Ortadoğu’da (özellikle Mısır’da, Sudan’da ve Irak Kürdistan Bölgesinde) uygulanmaktadır.
3- İnfibülasyon (veya Firavun Sünneti): Bazı dillerde dikmedir karşılığı. Hepsi ayrı bir vahşet de en berbatı bu Firavun Sünneti denilendir sanırım. Kadının cinsel organının, idrar ve âdet kanaması için küçücük bir delik bırakılarak tamamen dikilmesinin adıymış firavun sünneti. Kadının evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmesini engellemenin en barbar yolu. Öyle bir dikilirmiş ki kadının cinsel organı, sadece evlendiğinde, evlendiği erkek tarafından açılırmış dikişleri; elbette ne klitoris kalmıştır geride ne de dudaklar dikilmeden önce. En çok Cibuti, Mısır, Etiyopya’nın bazı bölgeleri, Mali, Somali ve Kuzey Sudan’da görülür bu, kalıcı izler bırakan ve geri dönüşü mümkün olmayan insanlık dışı işkence eylemleri.
4- Kadın bedeni ve cinselliğine yönelik bu üç ana tahribatın dışında kalan diğer tüm tahribatlar da ayrı bir kategoride toplanır. Bunlar arasında, klitoris ya da dudakları çizmek ya da dağlamak, vajinayı genişletecek şekilde kesmek veya bazı otlarla daraltmak gibi yöntemler sayılabilir.
İnsanın kanı donuyor değil mi sırf kadın cinselliğini kontrol altına alabilmek, erkeğe biraz daha fazla zevk vermesini sağlamak için kadına görülen bunca cefayı okudukça.
Dini bir kılıf bulmak için sünnet denilmiş adına ama bildiğimiz erkek sünnetiyle bir ilgisi var mıdır bu uygulamanın sizce? Erkek sünneti, penisin ucundaki deri parçasının ucundan alınmasıdır. Halbuki kadın sünneti adı altında yapılan uygulama öyle midir ya? Eğer erkekteki tam karşılığını bulmak istersek penisin ucunun ya da bir kısmının tamamen kesilmiş olması da diyebiliriz, hatta bu bile yetersiz kalır bence kadınların çektiği acıyı anlatmada.
Sanılanın aksine az da değildir bu yöntemlerle sakatlanan kadınların sayıları. UNICEF’in 2016 verilerine göre 200 milyon sünnetli kadın yaşamaktadır dünya üzerinde; 2014 yılında sayılarının 140 milyon olduğu bilinmekte. Bu 200 milyon kadının 53 bini Fransa’da, 500 bini diğer Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır.
Ve yine UNICEF’in verilerine göre her 4 dakikada bir, dünyanın herhangi bir yerinde, küçücük kız çocuğunun klitorisi kurban edilmektedir ilahlara. Kadının temizliğinin ve saf bir anne olabilmesinin yolunun Afrika’daki kabile toplumlarınca ve bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde yaygın olarak yapılan ve yapıla yapıla artık gelenekselleşen bu uygulamadan geçtiği sanılmaktadır.
Bazı kabileler öyle üç noktaya vardırırlar ki bu klitoris düşmanlığını, sünnet olmayan kadın evlenemez derler mesela, hadi bir yolunu buldu da evlendi diyelim, çocuk doğuramaz ki o derler. Hamile kalsa bile mümkünü yok doğuramaz o klitoris onlarda olduğu müddetçe, çocuk doğarken basını sürter sürtmez oraya, can verir hemen anında. O kadar uğursuzdur kadınların bu organı.
İşin en kötü yanı da kökenini cinsiyet eşitsizliğinden alan ve kadın cinselliğini kontrol altına alma çabasından başka bir şey olmayan bu uygulamanın, sosyal dışlanmaya maruz kalmaktan korkan ya da korkutulan kadınlar tarafından başlatılıp uygulanıyor olmasıdır.
Yani “sünnetçi”miz genellikle yaşlı bir kadındır ancak berberlerin geleneksel olarak sağlık hizmeti de verdiği topluluklarda erkek berber de “sünnetçi” olarak bu işi yapabilir.
Kullanılan aletler, bıçak, ustura, makas olduğu gibi, keskinleştirilmiş kaya, cam ya da tırnak gibi steril olmayan nesneler de olabilir.
Klitorisin kesilmesi, herhangi bir din tarafından açıktan desteklenmese de gelenekselleşmesinde bazı bölgelerdeki dini liderlerin de oldukça etkili oldukları açıktır. Müslüman inancının yanı sıra, Hristiyan ve Yahudi inancın yaygın olduğu ülkelerde de bu uygulama geniş bir şekilde görülmektedir.
Yahudiler bunu dinsel bir tören şeklinde yapmamakta ancak, klitorisi kesecek kişinin kadın olmasını şart koşmaktadırlar.
İslam’da durum biraz farklıdır:
“Sünni İslam içerisinde yer alan Hanefilik, Hanbelilik ve Malikilik mezheplerine göre kadın sünneti zorunlu değil, ancak uygulanması makruma (sevap) olarak yorumlanmıştı. Şafilik mezhebine göre ise vacib, yani uygulanması zorunlu olarak ele alınmıştır. Bu konu hakkındaki görüşler, Muhammed ile Ummu Habibe (veya Ummu Atiye) adlı bir kadın arasında geçtiği rivayet edilen şu hadisin yorumlanmasına dayandırılır:
“Kadın kölelere sünnet uygulamasıyla tanınan Um Habibah adlı kadın, Muhammed’in hicretine katılanlardan biridir. Bir keresinde Muhammed onunla karşılaşır ve aralarında bir konuşma geçer. Muhammed ona işini yapıp yapmadığını sorar. Kadın da işini yapmaya devam ettiğini, yasaklanmadığı ya da yapmaması için kendisinden talimat almadığı sürece işini yapmaya devam edeceğini söyler. Bunun üzerine Muhammed, ‘Evet, devam et, yakınıma gel de sana öğreteyim eğer kesiyorsan abartmadan kes, çünkü bu yüzeye daha çok gerginlik verir ve kocası için daha hoş olur’ diyerek kadın sünneti konusundaki görüşünü ifade eder.”
Ve hep o “kocası için daha hoş olur” anlayışı değil midir zurnanın zırt dediği yer.
Ve yine İslam’da mezhepler kadar, dini eğitim veren üniversite kürsüleri de karışıktır. Örneğin, El Ezher Üniversitesi’nden Şeyh Gad El-Hak, Muhammed’in kadın sünnetini yasaklamadığını söylerken aynı üniversiteden, “Dünya Müslüman Ulemalar Birliği” genel sekreteri Dr. Muhammed Salim Salim al-Awwa klitoris kesiminin İslam’da yeri olmadığını ve böylesi zayıf bir hadise dayanarak hüküm verilmesinin mümkün olmadığını belirtir.
Ama nedense kadın sünnetinin en yaygın ve en katı uygulandığı ülkelerin başında Mısır, Sudan, Irak gibi Müslüman ülkeler gelmektedir. IŞİD’in Musul’a girer girmez hilafet ilan ettikten sonra verdiği ilk fetva daha dün gibi. Nasıl da ilan edivermişlerdi 11 ila 46 yaş arasındaki bütün kadın ve kız çocuklarını sünnet ettireceklerini bir çırpıda.
1970’lerden beri bu uygulamanın son bulması için yoğun çabalar harcanmaktadır. Bu çabalar sonunda bugün birçok ülkede klitoris kesimi yasaktır ancak bu yasaklamaların halk nezdinde bir kıymeti yoktur; kesim son hızla devam etmektedir. Yukarıda bahsettiğim davada da görüldüğü gibi hem Gine’de hem de Cibuti’de yasak olmasına rağmen Avrupa’dan “kestirme” turları düzenlenmektedir buralara; diğer ülkeler de öyle. Üstelik de bu yasağa uyulmasını isteyenler bazılarınca yöresel kültüre saygısızlık ya da insan haklarını hiçe saymakla suçlanmaktadır. Yavuz hırsız mı deniliyordu ev sahibini bastıranlara?
Kadın sünnetini sona erdirmek için zorlu mücadelelerin verildiği yerlerden biri de Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’dir (IKBY). Klitorisin kesilmesi, burada da oldukça yaygın olduğu bu yörede, UNICEF’in 2014 yılı araştırmalarına göre kadınların yüzde 58,5’i bu uygulamadan kısmetini almıştır. Yoğun kampanyalar sonucu, 2018’de yapılan araştırmalarda bu oranın yüzde 37,5’e düştüğünü gösterse de bu bile hayli yüksek bir orandır.
Aslında trajikomik bir durum vardır diğer ülkelerde olduğu gibi IKBY’de de. Bir kısım erkek, işini gücünü bırakmış, camilere çağırdıkları kadınlara bu uygulamanın “kadının kadına kendi eliyle yaptığı bir şiddet” olduğunu anlatmaya çalışmaktadırlar. “Kadının kadına kendi eliyle yaptığı şiddet”, ne kadar kolay bir yoldur tetikçiyi suçlu ilan etmek? Azmettiriciler nerede? Elbette, yıllardır sünnetin dinen zorunlu olduğu anlayışıyla yetişen kadınlar da buna direnmekte, yasaklanmasına rağmen anneler kızlarını gizlice sünnet ettirmektedirler.
2011 yılında yasaklanmış IKBY’de bu olay. Çıkarılan bir yasaya göre sünnet yasağını delenler, üç yıla kadar hapis cezası ve yaklaşık 80 bin dolar para cezasına çarptırılıyorlarmış.
Ancak yine de çok etkili olduğu söylenemezmiş, uygulamaya maruz kalan çocuklardan annelerini şikâyet edene rastlanmıyormuş.
Bütün çabalara rağmen hala tabu olmaya devam etmektedir bu konu. Köylerde, şehirlerde, derneklerde rahatlıkla bahsedilen bir konu değildir. Hele de kırsal kesimde.
Eğitim ve aydınlanma dışında başka bir çözüm yolu var mıdır bu kadına hiçbir getirisi olmayan uygulamanın. Halbuki neler götürmektedir neler.
Geç de olsa, 1993 yılından itibaren kadın ve insan haklarına saldırı olarak görülmeye başlandı bu olay. O günden beri de ağır aksak da olsa epey yol kat edildiğini söyleyebiliriz.
Yerel düzeyde örgütler, dernekler ve en önemlisi de kadın ve erkek aktivistler sayesinde çalışmalarda ilerleme kaydedilebilmiştir. Son araştırmalara göre, küçük bir kızın sünnet olma riski, otuz yıl öncesine göre üçte bir oranında azalmıştır, Liberya’da bu oranın yarıya düştüğünden bile bahsedilmektedir. Ancak hala kat edilmesi gereken uzunca bir yol vardır. Ve hala her yıl 4 milyon genç kız sünnet olma riskiyle karşı karşıyadır.
Birleşmiş Milletler, 2012 yılında 6 Şubat gününü Kadın Sünnetine Karşı Uluslararası Sıfır Hoşgörü Günü ilan etti.
Uygulamayı yasaklamak, cezai tedbirler yolun yarısıdır; geriye engellerle dolu, mayın döşeli, upuzun bir yol kalmaktadır. Azimle aşılacaktır bu yol, sabırla, diyalogla. Zaman alacaktır elbette, uzun soluklu mücadelelerle varılacaktır yolun sonuna.
Ama bir gün mutlaka o yol bitecek ve hem “cicileri” olacaktır bütün kız çocuklarının hem de “zizi”leri; ne de kan ağlayacaktır çizdikleri resimlerdeki çocukların gözleri.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.