Gidip TBMM’de iktidar kulisine girin ve bir koltuğa oturup sadece izleyin. Milletvekillerinin etrafında dolanan insanlara verilen cevaplara, susmayan telefonlara söylenen sözlere kulak kesilin. Duyacaklarınız arasında şunlar kesinlikle var; iltisaklı mı, irtibatlı mı?
“Biz sizin hukuken suçsuz olduğunuzu biliyoruz. Sırf bu yüzden yargı yolunu da kapattık zaten. Mahkemenin karşısına çıktığınızda ekseriyetle görevlerinize iade edileceğinizin garantisi var. Ama bunu yapamayız! Peki neden işlerinizden atıldınız? Hakkınızda kanaat vardı. Kanaat varken gerekçesini yaratmak çok kolay oldu. Özetle, bizimle aynı çizgide olmadığınız için devlet görevinde bulunmanız bizim için tehdit olurdu, biz de bunun yolunu kapattık. KHK’lerin anlamı budur!”
Bu sözlerin ardından ‘ben tabiî bu uygulamaya karşıyım ama şartlar bunu gerektirdi’ dese de, kanaatlerinin hayatlarımızı tarumar ettiği gerçeğine kafasını hafif yana çevirerek, yarım gerdan kırarak ‘ne yapalım’ minvalinde karşılık vermekle yetindi.
Girişteki cümlelerin sahibi üst düzey bir AKP’li siyasetçi. Karar alma mekanizmalarında da adı geçen biridir. Haftalar önce bir vesile ile kendisiyle uzunca konuştum. Daha doğrusu o konuştu ben dinledim. Kibrini gizlemeye çalışsa da tevazu perdesinin arkasından beni bir oyuncak karaktere çevirecek kadar lafı çevirmeyi bildi, oyaladı da oyaladı, yıllardır yaptıkları gibi.
Konuyu tekrar en baştaki sözlere getireceğim şüphesiz ama bir karakter analizinin KHK kanserini nasıl yarattığını tahlil etmeye çalışayım.
Ununu elemiş eleğini asmış, üstüne ‘her koltuğa oturdum’ ses tonu çökmüş eda ile karşısındakinin sözünü mütemadiyen kesen bir ‘bilirimci’ tavırla konuşan iktidar mensubu. Sohbetin sabit noktasının etrafında ustaca gezen, başkasının bilme ihtimali olmayacak mevzuyu tüccar marifetiyle satıp ufka bakarken izlendiğini fark eden bir şahsiyet. ‘Oluyor böyle şeyler’ aymazlığına da hiç üşenmeden sarılan, nefesini kestikleri binlerin; yıllarını çaldıkları, ölümlerine sebep oldukları, ailelerini, evlatlarını perişan ettikleri binlerin; toplumsal kanser ilan ettikleri, ağaç köküne çömel dedikleri, göz kapaklarına uyku girmeyen binlerin yaşadıkları her zerreyi de bilen ama arkasını dönen iktidarın mensubu. Evet burada bir şerh düşmek zorundayım. Hayatları ellerinden alınan KHK’lilerin ne durumda olduklarını biliyorlar. Hiç öyle habersizler denecek bir durum yok. Bunu şerh düşmemin nedeni, ne kadar kesif bir kötülük barındırdıklarını belirtmek. Gözlerinizin içine bakarak ve hatta evlatlarınızın da gözlerine bakarak, ‘sizi aç bırakacağız’ diyecek kadar derin bir kötülük bu.
Başa dönüyorum. Kaynağımı açık etmeme rahatlığı ile biraz tesadüf biraz da zorlama bir sohbetle konuştuğum bu kişi bana KHK meselesinin sandığımızdan daha keyfi, sandığımızdan daha çözülemez, daha uzun vadeli bir garantör faaliyet olduğunu öğretti. KHK, bu iktidarın 15 Temmuz kaymağını ekmeğine rahatça sürdürecek bir bıçaktı(r). ‘Yarın devlet memuriyetinde oturacağınız koltuklar rahatça faaliyet yürüteceğiniz alanlara dönüşmesin diye işten atıldınız’ cümlesinde bu devlet dairelerinin kime ait olduğunu, tepenizde zalim bir babanın onun istediği kadar ekmek sunacağını anlamış olmalısınız.
Kurum amirinizin sizinle ilgili bir kanaati varsa başka bir gerekçeye ihtiyaç yoktur! Bu kanaat politik farklılık olarak anlaşılmakta ama sırf gözünün üstünde kaşın var diyen bir üstünüzün sizin hayatınızla ilgili ölümcül bir karar almasına da yetmekte. Şimdi burada ‘e zaten bunları biliyorduk’ diyebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız. Genelde bildiğimizi sandığımız şeyler kendi içimizde, hele ki bu mevzuda, şehir efsanesi mesabesinin ötesine geçmiyor. Yine bildiğimiz ama nasıl bir silaha dönüştüğünden çok da haberimizin olmadığı ‘iltisak’tan bahsedeyim.
Bildiğimiz şey iltisak sözcüğünün yıllarca neye yaradığını anlamaya çalışmakla geçti. İrtibatlı ve iltisaklı diye anlatmak istenilen, hukuki zeminde de karşılığı olan bir kavramdır. Hiç öyle hukukta yeri yok demeyin. Hangi hukukta yok? Arzu ettiğimiz mi yaşadığımız mı? Bir terör örgütüne sempatizan olan kişiyi tespit etmenin de yolu budur. Ne yapacaktık? Bu teröristleri devlet dairelerinde tutmaya devam mı edecektik?’ diyen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın sözleri, cümlesini bitirmeden hukuki gerekçesini üretmeye yetti bile. Oktay, yargıda ‘aklanmış’ (beraat veya takipsizlik almış) kişilerle ilgili olarak sorulan soruya bu cevabı verdi. Yazının başındaki açıklamayı yapan şahıs ile Fuat Oktay’ın sözleri arasındaki bağı kurmak zor olmasa gerek. Bir şeyler uyduralım da hukuk arkasından gelmese de olur aslında.
KHK girdabında gerekçe AKP ve MHP’li olmamak. Tüm özetlenen budur. Bizden olmayanların listesine girdikten sonra gerekçesi kolay. Bir gerekçe olmasa ne olur peki? Hiç! Hiçbir şey olmaz!
Gidip TBMM’de iktidar kulisine girin ve bir koltuğa oturup sadece izleyin. Milletvekillerinin etrafında dolanan insanlara verilen cevaplara, susmayan telefonlara söylenen sözlere kulak kesilin. Duyacaklarınız arasında şunlar kesinlikle var; iltisaklı mı, irtibatlı mı? İktidar sözlüğünde en çok referansı bulunan kelime; iltisak. Sözlükte, kavuşma, bitişme, birleşme olarak karşılık bulan iltisak, bir iktidarın can damarı haline gelmiş durumda. Tabiî insanın aklına bazı Bakanların, Başkanların, vekillerin, elçilerin her gün önümüze düşen fotoğrafları, sosyal medya mesajları geliyor. Uzun uzun konuştuğum kişiye ben de bunu sordum: Bu fotoğraflar iltisak mıdır?
Yarım gerdan kırmasıyla, dudaklarını birleştirerek yanıtsız sorumla mekândan ayrıldım.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.