hdp de dahil olmak üzere solundaki parti ve grupları bir aritmetik toplam içinde, aritmetik değişkenler olarak ele alıyor millet ittifakı. ama üçüncü ittifak bir aritmetik toplam olmamalı, bir program, bir siyaset, bir iddia olmalı, her alanda eylemiyle ortak sözünü söyleyebilmeli. bu koşullarda, üçüncü yol da, önemli günlerde -örneğin 1 mayıs’ta- içlerinden tercih ettiğimiz biriyle yürümemizi ve zamanı geldiğinde işaret ettikleri yönde oy kullanmamızı önermekle yürünemez
diyalektik materyalizm, dünyayı yorumlayabilmemizi sağlayan araç, belki de en önemli silahlarımızdan biri.
materyalizmden maddi koşullarının belirleyiciliğini, fikirlerin ancak maddi bir güce dönüştüklerinde bir anlam ifade ettiklerini öğrendik. dünyada söylenecek sözler, siyaset ve devrimle sınırlı değil ama eğer bu alanda konuşuyorsak, söylemin, ancak tarihin o ânındaki durumu anlayabilmeyi sağladığında ve bir eyleme yol açtığında değerli olduğunu da biliyoruz.
diyalektik yöntem sayesinde birbirinden bağımsız gibi görünen durumlar arasındaki bağları açığa çıkartmayı, toplumu ve hayatı değiştirecek çelişkileri görmeyi, ilk bakışta göze çarpmayan, belki bir karmaşanın gölgelediği dinamikleri harekete geçirmeyi biliyoruz.
bugünün türkiye’sinde bu yönteme her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. çünkü önümüzde bir kaos görüntüsü duruyor.
zor bir on yıldan geçtik. umudun zaferden değerli olduğunu söyleyenler var, belki de haklılardır. ajitasyonun -yani duygulara hitap etmenin- analiz, propagandanın öneri, dileklerin öngörü olarak sunulduğu ve daha önemlisi kabul gördüğü bir ortamdayız. belki eli kalem tutanların sorumlulukları onları böyle bir yöne itiyor, belki gerçekten umudu ayakta tutmak için bu gerekiyor. bilemiyorum. yine de, ayakta kalmak için bundan fazlasına ihtiyaç var bence.
yeni bir baskı dalgasından söz etmek pek doğru değil çünkü zaman zaman duran, sonra tekrar yükselen ama hiç çekilmeyen bir dalga var. şimdi bir yükseliş dönemindeyiz ve bunu iktidarın güçsüzlüğüne yormayı gerçekçi bulmuyorum. bu iddia gerçekçi olmamak bir yana, aynı zamanda, -en azından siyasetle biraz mesafeli bir ilişkisi olanlarda- “zaten gitmek üzereler, idare edelim,” fikrine yol açıyor. oysa iktidar ortaklarının, bir biçimde galip çıkmayı başaracakları ortamı oluşturmak ve o ortam oluştuğunda bir baskın seçim yapmak niyetinde olma ihtimalleri yüksek görünüyor. korkarım ki, trafoya giren kedileri mumla arayacağımız, şenyaşar ailesinin yaşadıklarının tekrarlanacağı bir ortamda yapılacak bir seçim. üstelik de karşıda kümeleşen partiler yani millet ittifakı, birçok temel konuda iktidarla benzer şeyler söylüyor; eleştirileri de git gide daha fazla yolsuzluk ve beceriksizliğe odaklanıyor. seçimlerle iktidardaki adlar değişse bile politikaların aynı kalması ihtimali yüksek.
herhangi bir şekilde harekete geçmiş ve geçmekte olan herkes baskı altında. ama hdp ve kürtlere yönelik baskının boyutu çok başka. görünüşe bakılırsa amaç; kapatarak ya da hazine yardımından mahrum ederek, siyasi yasak ve tutuklamalarla kadrolarını devre dışı bırakarak, hdp’yi hareket edemez hale sokmak ama bir seçimde işe yarayabilecek, pazarlık edilebilecek bir oy deposu olarak varlığını sürdürmesini engellememek. hdp’yi ve seçmenini bir oylar toplamı olarak görmek sadece iktidarın değil resmi muhalefetin de bakış açısı. bir arada dursunlar, kıpırdamasınlar, biz onları “suçlu” sayalım, lazım olunca sandığa gelsinler.
ama kürtlere yönelik baskı hdp’nin elini kolunu bağlamakla sınırlı değil. cezaevlerinde, sistematik bir baskıyla cinayetler işleniyor. tutsaklar intihara zorlanıyor, hasta olanlar, ölecekleri bilinerek hatta ölsünler diye tahliye edilmiyor, evlerinde sevdiklerinin yanında can verme şansına erişenler bile azınlık. yani açık bir imha politikası var.
diğer yandan 17 nisan’ı 18’ine bağlayan gece, ırak’taki bazı kamplara yönelik, ırak yönetimi ve kürt bölgesel yönetimi ile eşgüdüm içinde, hulusi akar yönetiminde, sivil nüfusa da zarar veren bir harekât başladı. ukrayna-rusya arasındaki arabuluculuk rolünün uluslararası planda sağladığı prestije de güvenerek yürütülen bu harekât, suriye’de iki ışid’linin yakalandığına dair haberlerle birlikte düşünülünce, kürtlere yönelik imha politikasının yanı sıra bir seçim stratejisi gibi gözüküyor. onlarca insanın canı pahasına, enflasyonla boğuşan bir halkın kaynaklarıyla yürütülen bir seçim çalışması bu; iktidar “terörün her türlüsüne karşı kararlı bir mücadele” içinden oyları toplamak istiyor.
millet ittifakı ve bu ittifakın içinde bulunmadığında dahi chp, malum, böyle konularda hep iktidarın arkasına dizilir. ama işte seçmenin bu tutumlara prim veren kanadı, neden aslı varken destekçisini tercih etsin?
chp’nin, toplamı hdp’nin oy oranına ancak ulaşan sağcılar toplamını neden tercih ettiğini de sadece parlamenter siyasetin dengeleriyle açıklamak mümkün değil bence. derin devlet, devlet aklı gibi isimlerle anılan güçler belirliyor bu tercihi.
“altılı çete” adını git gide daha fazla hak eden millet ittifakı’nın programında parlamenter sisteme geçilmesi dışında somut hiçbir vaat yok. bu, halka yetmez! seçimi bekleyip oy vermek dışında bir öneri de yok. oysa halkın gücü bunun çok ötesinde! hdp de dahil olmak üzere solundaki parti ve grupları bir aritmetik toplam içinde, aritmetik değişkenler olarak ele alıyor millet ittifakı.
bu koşullarda, üçüncü yol’da, önemli günlerde -örneğin 1 mayıs’ta- içlerinden tercih ettiğimiz biriyle yürümemizi ve zamanı geldiğinde işaret ettikleri yönde oy kullanmamızı önermekle yürünemez.
bizim üçüncü yol’un da bir aritmetik değil, bir program ve mücadele hattı olmasına ihtiyacımız var. bunun taşıyıcısı bence ancak alan çalışmaları olabilir.
alan çalışması esas olarak demokratik kitle mücadelesi anlamına geliyor ve düzen içinde bir sol alternatif oluşturmaktan, düzeni değiştirecek bir devrimi örgütlemeye kadar uzanan hedefleri bulunan her hareket için önemli. çünkü tarih, ortak tarihimiz bize programatik talepleri merkezi bir akıl yürütmeyle değil, alanlardan gelen önerilerle oluşturmanın daha doğru, hatta en doğru işleyiş olduğunu gösterdi.[1]
ama bugün, ekonomik, toplumsal, siyasi, hukuki her alanda hem saldırı hem de direniş güçlüyken ve özellikle parlamenter siyaset bu kadar dar bir alana sıkışmışken, alan çalışması her zamankinden daha önemli ve gerekli. zeytinlikleri korumaktan, erkek şiddetinin önlenmesine, güvenli çalışma koşullarının sağlanmasından asgari ücretin yükselmesine kadar her konuda ancak alan çalışmasıyla mesafe kat edebiliyoruz; sol içindeki parti ve grupların sempatizan ya da kadro sayısının artmasıyla değil.[2]
militan, eylemci, aktivist, hangisini tercih ederseniz edin, “barınamıyoruz”, “geçinemiyoruz”, “tarım alanımızı, suyumuzu, can güvenliğimizi istiyoruz” ve bunun gibi daha onlarca şeyi dediğinde militan, eylemci, aktivist oluyor. hem yaptığı işin anlamıyla hem de o mücadele içinde oluştuğu, oluşacağı insan olarak. üçüncü yol, bunun imkânlarını genişletemez mi yoksa bileşenleri, sadece kadro/sempatizan devşirebileceği çalışmaları mı tercih etmeli?
bu topraklarda barış için mücadelenin çok uzun bir tarihi var. 1950’de, istanbul’da kurulan barışseverler cemiyeti’nin kurucuları arasında behice boran, adnan cemgil gibi isimler bulunuyor. kürt savaşıyla birlikte, çoğu kadınlar tarafından oluşturulmuş barış girişimleri oldu.[3] geçtiğimiz yıllarda barış akademisyenleri’nin çok değerli çıkışı, daha sonra khk’lere karşı mücadelenin parçası oldu. kapsamlı bir barış mücadelesine dönüştüğünü söylemek zor. oysa geçtiğimiz on yıl, bir barış hareketine çok ihtiyacımızın olduğu bir dönem oldu; sadece kürt meselesinde barışçıl çözüm için değil, aynı zamanda türkiye cumhuriyeti’nin yayılmacı politikalarına karşı çıkmak, milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliğini savunmak, refaha ulaşmanın başka halkların kaynaklarına el koymaktan başka yolları olduğunu, zaten bu el koymaların da sadece belli bir kesimin servetini genişlettiğini söylemek için.
diyalektik yöntem bize, kandıra’da, silivri’de olanlarla 1 mayıs alanı arasındaki bağı hatırlatıyor. çünkü hukukun da dışına taşmış ceza caydırıcılık amacını taşır. silivri’nin bir hapishaneden fazlası, bir işkencehane, bir idam merkezi haline gelmesi, ülkenin herhangi bir yerinde 1 mayıs alanına gelmeyi aklından geçirebilecek olanlar için de caydırıcı oluyor.
siliviri cezaevi’nde, iki kişinin alık grevine başladığı haberi var. açlık grevi, hapisteki insanın son çaresidir çünkü elinde bedeninden, canını ortaya koymaktan başka çok az mücadele aracı bulunur. ama intiharın eşiğine gelmiş insanların bu araca başvurmasından daha doğal ne olabilir? grev ilerlesin, ölümün çözüm olmadığı anonsları, sosyal medyayı dolduracak!
hayata dönüş operasyonu’nu hatırlıyorum. 2000 yılında, hdp’nin bugünkü toplamından çok daha dar bir siyasal toplamı hedef alan operasyon çok daha geniş bir tepkiyle karşılaşmış, adeta sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen sokaklar günlerce boş kalmamıştı.
insan hakları mücadelesi türkiye’de bir demokratik kitle hareketi olarak ortaya çıktı. demokratik kitle hareketleri, her zaman binlerce üye anlamına gelmez, bazen de yüzlerce, binlerce kişiyi harekete geçirebilen, etkileyebilen bir grup kadrodan oluşur. nitekim, insan hakları mücadelesi, çevresinde cumartesi insanları gibi güçlü, etkili, kararlı, sabırlı bir hareketin de mayalandığı bir kitle hareketiydi ama maalesef gün be gün stk’leşiyor. siyasi sonuçları da olan belli türde çalışmalar için sivil toplum kuruluşları çok elverişli yapılar bence. ama bugün, geniş kitlelere sesini duyurabilen, onları harekete geçirebilen o demokratik kitle örgütü yapısına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. nitekim, tutsaklarla dayanışma inisiyatifi’nin adli tıp kurumu önünde gerçekleştirdiği eylem, gücünün sınırına rağmen çok anlamlı ve önemli. ama bundan daha geniş ve etkili bir hareketliliğin mümkün olabileceğini biliyoruz. şunu da unutmamak gerek. herhangi bir konuda sessiz kalınmaması gerektiğine işaret etmek politik bir anlam ifade etmiyor. mesele sesin nerede, nasıl çıkartılacağına dair bir öneri var sunmak ve çağrı yapmak. bunu, işçi direnişleri, kadın hareketi, çevre hareketlilikleri yapıyor; insan hakları hareketinin de canlandırabileceği dinamiklere sahip çıkmasının ve yönlendirmesinin tam zamanı bence. çünkü baskı genişlerken sistem dışı muhalefeti koruyacak gücün de genişlemesi gerekiyor.
son olarak şu soruyu sormak istiyorum. üçüncü yol, halkın, seçmenin direnişle, mücadeleyle tanıdığı, güvendiği, benimsediği insanları temsili düzeyde olsun, aday gösterebilir mi?
türkiye solunun alışkanlıklarının, ilişkilerinin -şöyle bir günde bile- selahattin demirtaş’ın, nuriye gülmen’in, acun karadağ’ın, kamil kartal’ın aynı listede yer almasına imkân vermediğini biliyorum. ama bu andığım insanların adları halkın kalbinde, mücadeleleri halkın aklında yan yana duruyor.[4] Gerçeklik, solun diplomasisi, temsil gelenekleri ve alışkanlıklardan oluşuyor. bölünmüşlük gerçekliğin önemli bir parçası, onu görerek devam etmekten başka çaremiz yok ama bu, kabul etmek ve sorgulamamak anlamına gelmiyor.[5]
üçüncü ittifak bir aritmetik toplam olmamalı, bir program, bir siyaset, bir iddia olmalı, her alanda eylemiyle ortak sözünü söyleyebilmeli. yukarıdaki hayali gerçekleştirmese de, aritmetiğin ötesine geçmeli ki sözde muhalefetin aritmetiğindeki rakamlardan biri olmasın. o iddianın yaratacağı umut, aritmetiği de değiştirecektir. öyle ya da böyle, bu defa farklı olsun. yoksa “olmasaydı sonumuz böyle” dememiz muhtemeldir.
dipnotlar:
[1] alanları kapsamayı değil, alanlara kulak vermeyi kastediyorum.
[2] Muhtemel çarpıtmalara karşı şunu da yazayım: solun gövdesinin güçlenmesinin önemli olduğunun farkındayım ama bununla yetinmeye itiraz ediyorum.
[3] kadın hareketine ben de çok güveniyorum ama her şeyi kadınlardan beklememek gerek değil mi?
[4] kadın ve lgbti+ hareketleri anmamamın sebebi bu hareketlerin kolektif yapısında isimlerin öne çıkmaması.
[5] kadın hareketinin bugünkü başarısında solun bu alışkanlıklarını aşmış olmasının büyük rolü olduğunu sanırım herkes teslim eder. bu başka bir yazının konusu olsun.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.