İnsan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı, sınırlandırıldığı, yok sayılmaya çalışıldığı bu dönemlerde, bu ihlallere karşı mutlak bir biçimde ses çıkarması gereken avukatların Ankara’daki meslek örgütünün yöneticileri geldikleri gibi gidebileceklerini de Ankara Barosu’nun sahipsiz olmadığını da umarım akıllarının bir kenarında tutuyorlardır
Geçtiğimiz birkaç aya kadar stajyerken emek vermeye başladığım ve her dönem çalışma yürüttüğüm Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi’nde son hazırladığımız işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin raporumuzun yayınlanmaması üzerine divan üyesi meslektaşlarımızın biri hariç istifa etmiştik. Tek neden raporun yayımlanmaması değildi ama raporun yayımlanmaması bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu süreçten önce bir kısım dirençlerle karşılaşmıştık.[1] Bunların çözüleceği ve insan haklarına karşı saldırılar karşısında mücadele etme inancıyla çalışmalarımıza devam ediyorduk. Karşılaştığımız dirençleri aşmak adına yönetim kurulundan randevu beklerken, merkeze gelen işkence ve kötü muamele iddialarını araştırdık, raporlaştırdık ancak yayımlanmadı. Artık çalışma barışımız kalmadığı gibi baronun da insan haklarına dair perspektifini doğru bulmadığımız için burada kalıp işkence ve kötü muamelelerinin örtbas edilmesi suçlarına ortak olmak istemedik ve istifa ettik.
Erinç Sağkan’ın Türkiye Barolar Birliği (TBB) başkanlığına seçilmesinden sonra Ankara Barosu Yönetim Kurulu kararıyla başkanlığa seçilen ve bu süreçte “Kalın birlikte mücadele edelim” diyen Kemal Koranel de bizlerin istifasından kısa bir süre sonra raporun yayımlanmasını istediğini ancak en büyük pişmanlığının karşı oy yazmamak olduğunu, muhalefet şerhine rağmen bir kısım merkez başkanının görevden alındığını ve en son avukatlara aidat konusunda gönderilen tebligatlardan haberdar olmadığını, kendisine itibar suikastı yapıldığını söyleyerek Ankara Barosu Başkanlığından istifa etti.
Birkaç gün önce de; Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi’nin yeni divanının hazırladığı üç raporun yayımlanması talebinin reddedildiği, altı farklı raporun da yayımlanması sürecinin bekletildiği basına yansıdı. Böyle olunca Ankara Barosu’nda neler olduğu merak ediliyor. Biraz bunlardan ve bu sürece nasıl gelindiğinden bahsetmek lazım.
Süreç
Şu anki Ankara Barosu yönetim kurulunun çoğunluğunu Ankara Barosu Demokratik Sol Avukatlar (DSA) Grubu Başkan Aday Adayı Deniz Aksoy’a yakın kişilerden oluşuyor. Bu kişiler Erinç Sağkan’ın TBB seçimleri öncesinde Ankara Baro Başkanlığı seçimlerindeki listesine aldığı kişiler. Yani Sağkan, TBB’ye gidince gökten zembille gelmediler. Sağkan, Ankara Barosu seçimleri sonrasında yaptığı kapanış konuşmasında bir kişiye ismini de vererek özellikle teşekkür etmişti. O kişi Deniz Aksoy.
Sürecin sonuçları
Aslında biraz sebep sonuç ilişkisinin “sonucunu” yaşıyoruz maalesef. Sağkan, TBB Başkanlığına seçildi ancak Ankara Barosu seçimleri için yaptığı Aksoy ittifakının sonucu olarak geldiğimiz durumda; Ankara Barosu yönetimi avukatların sorunlarını çözmekten uzak ve insan haklarında sınıfta kalan bir yönetim anlayışına büründü.. Hak ihlallerine dair raporlar yayımlanmıyor, genç meslektaşlar işsizlikle ve yoksullukla boğuşurken aidatlarını ödemedikleri için baro kayıtlarının silinmesi ile “tehdit” ediliyor, cinsel tacize uğrayan bir stajyer meslektaşımızın davasının duruşmasına görevlendirme yapılmıyor. Nerede burada demokratlık ve solculuk? Hiçbir yerde.
Ankara 1 Nolu İşkence ve Kötü Muameleyi Gizleme Barosu
Sağkan başkanlığındaki bir önceki yönetimin insan hakları konusundaki tavrı- Mali Şube’de yaşanan işkence iddialarının raporlaştırılmasından sonra- mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyordu. Genel kurulda da bu yönetimi aynı sözlerle eleştirdiğim için burada yazarken aslında sadece tekrar ediyorum. O genel kurulda “Korkabilirsiniz ama korkuyorsanız o koltuklarda oturmamalısınız” diyerek eleştirilerimi iletmiştim. Bugün mevcut yönetimin yapısına baktığımızda korkmaktan daha öte kendisine demokratik solcu diyen “İşkence ve Kötü Muameleyi Gizleme” mantığı ile hareket eden bir baro yönetimi anlayışı ile karşı karşıyayız. Belki de bilinçli bir iktidar politikasının bir sonucudur bu bilemiyorum. Belki de iktidar birileri eliyle Ankara Barosu’nu sindirmek ve kendine yakın bir yönetim anlayışı ile duracak bir baro yaratmaya çalışıyordur. Çünkü 2 nolu barolardan istedikleri etkiyi yaratamadılar. İnsan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı, sınırlandırıldığı, yok sayılmaya çalışıldığı bu dönemlerde, bu ihlallere karşı mutlak bir biçimde ses çıkarması gereken avukatların Ankara’daki meslek örgütünün yöneticileri geldikleri gibi gidebileceklerini de Ankara Barosu’nun sahipsiz olmadığını da umarım akıllarının bir kenarında tutuyorlardır.
Son olarak şunu da eklemek gerekir; DSA sadece bu dönem bu şekilde değil. Yedi yıldır mensubu olduğum Ankara Barosu yönetimi bu grup eliyle yönetiliyor ancak sorunlar, engellemeler, kısıtlar, dirençler, korkaklıklar her dönem oldu. Şimdi ise farklı bir boyuta geçti; tuz koktu. Ancak bilinmeli ki Ankara Barosu avukatları; gerçek sorunlarına gerçek çözümler üretebilecek, insan hakları için yavan, ilgilisine göre yapılan açıklamalarla değil etkin bir mücadele perspektifi ile mücadele edecek yöneticiler çıkacaktır ve DSA’ya mahkûm değildir.
[1] Aynı zamanda hukukçu olan Aysel Tuğluk ile ilgili açıklama yapma talebimizin reddedilmesi, AİHM kararları ile ilgili hazırlanan bültenin yayımlanmaması, bir kısım yazı seçkisinden oluşan başka bültenin yayınlanmaması gibi.
Bu yazı anayurtgazetesi.com ile eş zamanlı olarak yayımlanmaktadır