ABD-İngiltere politikası, Rusya’nın Ukrayna’da yıpratılması siyasetinin başka bölgelerde de devam ettirilmesini gerektirmektedir. Bu noktada Türkiye Rusya’nın yıpratılmasında önemli bir potansiyele sahiptir. ABD ile İngiltere’nin Türkiye’de desteklerini giderek Pantürkist hareketlere kaydırması sürpriz olmayacaktır
Başlıktaki soru ilk bakışta biraz tuhaf kaçabilir. Çünkü bugün Rusya-Ukrayna savaşında saldırgan ve işgalci Rusya, kendisini savunan da Ukrayna ile ona destek veren başta ABD olmak üzere Batılı devletlerdir. Rusya’nın uluslarası hukuku çiğneyerek Ukrayna’ya saldırması elbette kınanması ve mahkûm edilmesi gereken bir politikadır. Bu noktada hiçbir ikircikli tutuma yer yoktur ve olamaz da. Ama Rusya’nın bu yanlış politikası, işin özünü de saklamamalıdır.
Rusya’nın savaşta hatalı olması Batılı emperyalistlerin haklı olduğu anlamına da gelmemektedir. Rusya’nın saldırganlığı Batılı emperyalistlerle ilgili birçok noktanın üzerinin örtülmesine ve olayların kaynağının görülmemesine de neden olmaktadır. Batı’da özellikle bu durum ile ilgili olarak yani olayların öncesinin yok sayılması ve mevcut durumun her şeyin başlangıcıymış gibi bir hava oluşturulmuştur. Ama ABD ile İngiltere’nin uzun zamandan beri, Ukrayna’yı kendi işbirlikçileri aracılığıyla, Rusya’yı provoke ederek Ukrayna’ya saldırması için kullandıkları da sır değildir. Hem NATO’nun Ukrayna’yı içine alacak şekilde genişlemesi ve bu genişlemeyi de ısrarla gündemde tutması hem de Ukrayna’da Rus nüfusa karşı gerçekleştirilen birçok politika, Batı’nın Ukrayna provokasyonunun daha büyük bir küresel planın parçası olup olmadığı noktasında insanı bazı noktalarda şüpheye düşürmektedir.
İki nokta çok önemlidir: 1-Özellikle ABD ile İngiltere’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin Ukrayna provokasyonu, tasarlamış oldukları bir dünya savaşının bir parçası mıdır? 2- Eğer bu böyle ise başta Fransa ile Almanya olmak üzere Avrupalı devletler bu politikanın bilinçli bir parçası mıdır yoksa ABD-İngiltere stratejisinin peşinden zoraki mi sürüklenmektedirler?
***
Önce ilk soruyu cevaplanmaya çalışalım.
Uzun zamandan beri (neredeyse SSCB’nin çöküşünden beri) ABD’de, dış politikanın merkezinde şu sorunlar bulunur: Rusya ve Çin’in emperyalist nitelikleri nasıl yok edilebilir, Avrupa (özellikle Almanya-Fransa) ABD hegemonyası altına nasıl alınır ve bazı bölgesel güçler eğer Batı karşıtı ise (İran gibi) nasıl bertaraf edilir ve Batı İttifakı’nı terk edebilecek güçler (Türkiye gibi) nasıl tekrar kontrol altına alınabilir. Bu politika hedeflenen ülkelere karşı uzun yıllardan beri, yumuşak (diplomatik, ekonomik, kültürel ve ideolojik) ve sert güçlerin (açık ve gizli askeri güçler) karışımından oluşan bir metotla uygulanılmaktadır. Bu politikanın en önemli özelliği, özellikle hedef belirlenen ülkelerle (Rusya, Çin ve İran gibi) yeri geldiğinde ya da başka araçlar tükendiğinde savaşın da devreye konulmasını içerir. Bazı devletlerin gelişim ivmelerinin dinamiği tek yumuşak güçlerle kırılamamaktadır ve bu güçlere karşı yumuşak güçler ile desteklenmiş bir savaş sonuç almak için zorunlu olarak görülmektedir.
Ama burada bir sorun vardır. Batı emperyalist ittifakına sahip ülkelerin çoğunluğunda bir burjuva demokrasisi ve savaşa karşı hassas bir kamuoyu söz konusudur ve de savaş-karşıtlığı çok güçlüdür. Yeni emperyalist güçler olarak yükselen yeni devletlere karşı direk bir savaşa destek hemen hemen imkansızdır. İkincisi ise Batı ittifakı NATO ekseninde bir “savunma ittifakıdır” ve savaşa girebilmesi için, ittifaka dışarıdan bir saldırı olması zorunludur. Aksi takdirde Batı ittifakının yekpare olarak bazı devletlere karşı savaşması imkansızdır. İşte ABD ve onunla kaderini ortak eden İngiltere’nin, Rusya ve Çin rejimlerinin devrilmesinde, bu ülkeler ile cepheden bir karşılaşma için bu çok önemli sorunları çözmesi gerekmektedir. Üstelik ABD ile İngiltere, Batı İttifakı’nı Rusya ve Çin ile bir savaşa bu sonuncular giderek daha da güçlenmeden önce sürüklemek istemektedirler. Çünkü on yıl sonra Rusya ve Çin’in güçlenmesi daha da gelişeceği ve caydırıcılıkları artacağı için ve bu durum da Batı İttifakı’nı içeriden böleceği için, onlara karşı savaşın şimdi yapılmasını istemektedirler. İlk bakışta bu analiz oldukça abartılı gelmektedir ama bu devletlerin “yüksek siyasetleri”nde dünya bizim gördüğümüz gibi görünmemektedir.
ABD ile İngiltere görünen odur ki, birçok aşamanın iç içe geçtiği ve bir merdiveni andıran ve de giderek dünya savaşına evrilen bir strateji tasarlamışlardır. Bu stratejide nükleer savaş opsiyonu “karşılıklı nükleer denge”den dolayı devre dışıdır ve savaş konvansiyonel sınırlar içinde düşünülmüştür. Birçok alanın (ekonomik, diplomatik, enformasyon, askeri ve ideolojik) iç içe geçtiği (bundan dolayı da bazı uzmanların Hibrit Savaş dediği) ve birinin diğerini koşullandırdığı bir strateji düşünülmüştür. Bu stratejide rakip devletlerin yapacakları siyasi hatalar ise bir tür müttefik gibi düşünülmüştür. Örneğin Putin’in Rusya’da “çok geniş alarak” direk Ukrayna’nın işgaline girişmesi gibi.
Ukrayna’da Zelenski Hükümeti’nin Rusya’ya karşı provokasyonlarına hız vermeden önce, ABD ile İngiltere’nin küresel diplomatik örülme ağına baktığımız zaman (Uzak Asya’daki AUKUS ve QUAD ile Afganistan’ın Taliban’a bırakılması, IŞİD’in tekrar canlandırılması ve cihatçıların Ortadoğu’da giderek bir araya toplanması vs.) sanki Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı bir cephenin açılmasının zamanı geldiği izlenimi oluşmaktadır. Rusya’yı Ukrayna’ya çekme ve orada yıpratma siyaseti genel stratejinin yani Rusya ile genel bir çatışmaya girişin ilk adımı gibi durmaktadır. Amaç adım adım bu savaşı Rusya’ya karşı genel bir savaşa dönüştürmektir. Bunun için de merdiven basamaklarını andıran bir strateji düşünülmüştür: 1- Önce Rusya ile cepheleşmek ve Çin’i tarafsız tutmak; 2- Ekonomik ve diplomatik yatırımlar ile Rusya’yı dış dünyadan tecrit etmek; 3- Bir provokasyon ile bir NATO üyesine saldırmasını sağlamak ve 4- Bütün NATO ittifakı ile Rusya’ya saldırmak ve ordusunu savaşamaz hale getirerek teslim anlaşmasını imzalayarak rejimi değiştirmek.
***
ABD-İngiliz ittifakı, Rusya ile cepheleşme siyasetini Ukrayna üzerinden Rusya’yı provoke ederek gerçekleştirdiler. Her ülkenin olduğu gibi Rusya’nın da iç ve dış siyasette kabul edemeyeceği bazı “ulusal” meseleleri vardır. Bu meseleler bazı dış güçler tarafından kaşındığı zaman tepkisizlik siyaseti izlemek mümkün değildir. Çünkü böyle bir durum iç siyasetteki rekabetten dolayı güç kaybına neden olur ve “sürekli geri çekilme” bir iktidar kaybı ile sonuçlanır. Ukrayna meselesi de Rusya için böyle bir meseledir. Burada tepkinin düzeyi ve uygunluğu hayati bir meseledir. İşte ABD-İngiliz ittifakı, Ukrayna üzerinden Rusya’yı provoke ettikleri zaman (Zelenski gibi bir kukla bularak) Rusya’nın aşırı bir tepki vermesini sağlayarak, bir cepheleşme durumu yaratmak istediler. Rusya’nın Ukrayna’daki aşırı tepkisi, onların stratejisinin ilk adımını başarıyla gerçekleştirmesine vesile oldu. Bu ilk adımın amacı “Rus korkusu”nu Avrupa’da kışkırtarak, Avrupa’nın yekpare ABD-İngiltere hegemonyası altına girmesini sağlamak ve NATO dışı arayışlara Avrupa’da son vermek, ki Fransa’nın tecridi anlamına gelir. (Bu durum Fransa’da faşistlerin daha da güçlenmesine neden olabilir.) Rusya’ya karşı tarihin en büyük ekonomik yaptırımlarına temel yaratmak ve Rusya ile cepheden karşılaşmadan önce oldukça zayıf düşmesini sağlamak. Bu ekonomik yaptırımları Çin’i hareketsiz tutmak için kullanmak. Bu yaptırımların Çin’e de genişleyebileceği algısının oluşması Çin’in Rusya’ya fazla yakınlaşmaması için bir önlem olarak düşünülmüştür.
İkinci aşamada Rusya’nın ekonomik ve politik olarak dünyadan tecriti düşünülmüştür. Bu durumun hem Rus ordusunun savaş kapasitesini düşüreceği hem de iç politikada ekonomik durumun bozulmasından dolayı Putin rejimine karşı huzursuzluğun baş göstereceğine neden olacağı varsayılmaktadır.
Üçüncü aşamaya geçiş, Rusya’daki durumun olgunlaşmasına ve Batı ittifakının sağlamlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkacaktır. Bu aşamada Batı ittifakının NATO çerçevesinde Rusya’ya karşı saldırıya geçebilmesi için sadece bir komplo gereklidir. Dışarıdan NATO’nun bir üyesine yapılacak bir saldırı, bütün ittifakın savaşa sürüklenmesine neden olacaktır. Minareyi çalan kılıfını da bulmuştur. Bu kadar hesap kitap yapan ABD ile İngiltere bunu mu yapamayacak?
Dördüncü aşama ise, birçok bölgedeki yerel savaşlardan oluşan (Doğu Avrupa, Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya) bir genel savaş ile Rus ordusunu sürekli bozguna uğratarak içeride Putin rejiminin düşmesini sağlayarak Rus iç politikasını uzun yıllar sürecek bir karışıklığa sürüklemektir. Böylece Rusya’nın bütün nüfuz alanlarını tamamen elinden alarak Batı’ya bağlamak ve de Rusya’yı daha küçük bir ülke haline getirmek mümkün olacaktır. Bu sırada da yarı kalmış birçok iş de tamamlanmış olacaktır: Örneğin Ukrayna’nın NATO’ya üye olması, Kırım ile Donbass’ın tekrar Ukrayna’ya verilmesi, aynı durumun Gürcistan için de yapılması vs.
***
Peki bütün bu ABD-İngiliz stratejisinde Fransa ile Almanya nerede bulunuyorlar? Bilerek mi bu stratejiyi izliyorlar yoksa ABD ile İngiltere’nin arkasından mı sürükleniyorlar?
Bugüne kadarki göstergeler, Fransa ile Almanya’nın ABD-İngiliz planlarının bir parçası olmalarından ziyade, bu planların arkasından sürüklenmekte olduğu izlenimini vermektedir. ABD ile İngiltere Avrupa’da büyük bir güvenlik problemi yaratarak ve milyonlarca Ukraynalı mültecinin Batı Avrupa’ya akmasını sağlayarak bu ülkeleri politik olarak felç etmişlerdir. Bu ülkelerin ABD ile İngiltere’den politik olarak uzaklaşma çabaları onları daha da kötü bir duruma sürükleyecektir. Bu haliyle bu savaş, ABD ile İngiltere’nin Avrupa’ya karşı bir komplosu gibi de durmaktadır. Uzun yıllar bu iki devlet, Fransa ile Almanya’yı Rusya ile Çin’e karşı böyle bir politikaya çekmekte zorlanıyordu. Onlar da çareyi böyle bir politikada buldular yani onları zorla kendi stratejilerinin parçası yapma yolunu seçtiler. Ama bu politikanın orta dönemde Avrupa içinde çok büyük politik çatlaklar ve depremler yaratması kaçınılmazdır.
ABD ile İngiltere’nin önce Rusya’da Putin rejimini ve daha sonra da Çin’deki rejimi devirme küresel stratejileri giderek dünyayı bir kaosa sürükleyerek yeni bir emperyalist dünya savaşına neden olması kaçınılmazdır. Biden’ın Ukrayna üzerinden Putin rejimine açmış olduğu savaşın başarısı birçok parametreye bağlıdır ama en başta da gelecek seçimlerde Trump’ın tekrar seçilmesini engellemeye bağlıdır. Gerçi Trump seçildiği zaman da bu sefer aynı senaryonun Çin’e karşı uygulandığını göreceğiz. Üstelik Çin’i Tayvan üzerinden kışkırtmak daha da kolaydır.
Ukrayna-Rusya savaşının Türk iç politikası üzerinde önemli etkilerinin olacağı kuşkusuzdur. Şu anki konjonktürde ABD-İngiltere, bütün politikalarını Ukrayna eksenli oluşturmaktadırlar ve Erdoğan’ın Batı ittifakını aldatma girişimi çok büyük bir tepki ile karşılanacak ve hatta Erdoğan’ın iktidardan düşmesiyle sonuçlanacaktır. ABD-İngiltere politikası, Rusya’nın Ukrayna’da yıpratılması siyasetinin başka bölgelerde de devam ettirilmesini gerektirmektedir. Bu noktada Türkiye Rusya’nın yıpratılmasında önemli bir potansiyele sahiptir. ABD ile İngiltere’nin Türkiye’de desteklerini giderek Pantürkist hareketlere kaydırması sürpriz olmayacaktır. Nasıl Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’da bir Babıali baskını oldu ve İttihat ve Terraki’nin Pantürkist-Panislamist kanadı iktidarı ele geçirdi, yeni bir dünya savaşının ön gününde yine aynısının olması kuvvetle muhtemeldir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.