1 Mayıs’a giderken ön notlar: İzinli muhalefet mi, direniş iradesi mi?

Meselemiz, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın adına ve tarihine yaraşır şekilde işçi sınıfının bugüne dair sözünün, itirazlarının, taleplerinin, politik iddiasının en etkili şekilde dile getirildiği bir gün olarak mı örgütleneceği yoksa “izinli muhalefet” sınırları içinde mi kalacağıdır. Günün sınıf mücadelesinin gerçekliği ekseninde mi yoksa Millet İttifakı’nın seçim odaklı pasifist muhalefet çizgisi ekseninde mi hareket edilecektir?

1 Mayıs’a giderken ön notlar: İzinli muhalefet mi, direniş iradesi mi?

Barışçıl muhalefet olur mu? Demokratik hakların hukukla güvence altına alındığı yerde neden olmasın? Peki hakkın hukukun bizzat iktidar tarafından tanınmadığı yerde, iktidarın izniyle muhalefet edilebilir mi? O da olur. Belirlenen sınırlar aşılmamak, “kamu düzeni bozulmamak” kaydıyla en ağır ve iddialı sözler söylenebilir, milyonlar meydanlara çıkarılabilir. 2019 yerel seçimlerinde görüldüğü üzere seçim bile kazanılabilir. O halde muhalefet neden iktidarın faşist karakterine odaklanıp da geniş kitlelerin katılmaktan imtina edeceği ve bedel ödemeyi gerektiren militan bir mücadele hattında ısrar etsin? Hele de iktidarın çoğunluk desteğini yitirdiği de görülürken, iktidar karşıtı en geniş ittifak formülleri ile neden seçimler beklenmesin?

Macaristan’da böyle düşünenler sayesinde Tayyip Erdoğan’ın Macaristan’daki muadili olarak da anılan Victor Orban, altılı muhalefet ittifakını, kendi tabiriyle “Ay’dan dahi görülebilecek büyüklükte” bir seçim galibiyetiyle alt etti. “Gitti gidiyor”cu muhalefet de yenilgilerini ülkedeki demokrasinin eksikliğine bağladı. Günaydın. Türkiye’de olduğu gibi Macaristan’da da 2019’da yapılan yerel seçimlerde muhalefetin ortak adayı iktidar koalisyonu karşısında bir zafer elde etmiş, ülke genelinde hâlâ en güçlü siyasi adres, iktidar koalisyonu olsa da başkent Budapeşte’de yerel yönetim muhalefetin eline geçmişti. Yerel seçim zaferine odaklanan muhalefet ülkedeki demokrasinin eksikliğini, ihmal ve telafi edilebilir bir olgu saydığından olsa gerek, mesele etmemiş, büyük bir umutla seçimlere odaklanmıştı. Sonuç hüsran oldu. Elbette iki ülkenin koşulları ve iki ülkedeki faşist yönetimlerin nitelikleri farklı, birebir paralellikler kurmak anlamsız. Ama muhalefet cephesi içinde kurulan zorlama paralellikleri gören Erdoğan bu fırsatı kaçırmıyor ve Orban’ın zaferine değinip, Türkiye’deki altılı muhalefet ittifakı ile dalgasını geçiyor.

Sadece dalga geçmiyor tabiî. Elindeki yetki ve olanakları da bir sonraki seçimi garantilemek üzere sonuna kadar kullanıyor. 2018 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimlerinden çıkardığı dersler doğrultusunda seçim yasasını muhalefet aleyhine, iktidar lehine olacak şekilde değiştirdi. Sırada, kilit konumdaki HDP’yi ve büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşan seçmen tabanını devre dışı bırakmaya yönelik girişimler var.

Erdoğan’ın gelecek seçimlerdeki kesin mağlubiyetinden bahsetmek ne kadar saçma ise kesin galibiyetinden bahsetmek de o kadar saçma. Ancak sistemin bütün hayatı kuşatan krizi karşısında toplumsal hoşnutsuzluk katlanarak büyürken eleştirisini Erdoğan’ın şahsi yönetimi ile sınırlı tutan ve iktidarın her hamlesinde HDP’ye mesafeli olduğunu ispata soyunan Millet İttifakı’nın bu haliyle Erdoğan’ın hamlelerini savuşturabilmesi mümkün değil.

2019 yerel seçimlerinde de hâlâ “çoğunluk” pozisyonunu koruduğu unutulmaması gereken Cumhur İttifakı’nın ekonomik kriz ve tırmanan yaşam pahalılığı nedeniyle yaşadığı yıpranma muhalefet açısından bir avantaj olarak değerlendirilebilirdi. Ancak Millet İttifakı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin toplu taşımaya yaptığı son zamlarla görüldüğü üzere, temel yaşamsal ihtiyaçların kâr-zarar hesabı ile fiyatlandırılması, krizin faturasının halka ödetilmesi konusunda Cumhur İttifakı ile aynı mantığı paylaşmaktadır. Muhalefet edecek yerde onu haklı çıkarmakta, “yok birbirimizden farkımız” mesajı vermektedir. Hal böyle iken yaşam pahalılığından duyulan hoşnutsuzluğun, Cumhur İttifakı’na karşı Millet İttifakı lehine bir akış yaratması anlaşılan çok da beklenmemelidir. Erdoğan’ın şahsına indirgenen eleştiri de Rusya-Ukrayna savaşı sürecindeki diplomasi şovlarıyla yeniden parlatılan güçlü lider imajı karşısında, en azından geleneksel Erdoğan taraftarlarında bir tercih farklılaşması yaratmayacaktır.

Millet İttifakı düzenin izin verdiği sınırlar içinde hareket ettiğinden böyle davranmaktadır. Yani “izinli muhalefet”in sınırları, egemen sınıflar tarafından belirlenmekte, emekçi halkın sermayeden bağımsız çıkarlarını ya da Kürt halkının siyasal taleplerini dışarıda bırakacak şekilde çizilmektedir. Şiddetini ve güç merkezileşmesini tam da bu egemen sınıfların çıkarlarına yanıt vermenin bir gereği olarak meşrulaştıran Erdoğan ise, egemen sınıflar arası çelişkiler geri planda kaldığı sürece, bu merkezileşmiş gücü ve şiddet kapasitesini iktidarını korumak için sonuna kadar kullanacak, şaibeli seçimlerle sürdürdüğü iktidarına düzen içi muhalefetin rızasını da alacaktır.

Her şeyin bir yeri var, 1 Mayıs’ın da

Tüm bunların 1 Mayıs ile alakasına gelince… Meselemiz, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın adına ve tarihine yaraşır şekilde işçi sınıfının bugüne dair sözünün, itirazlarının, taleplerinin, politik iddiasının en etkili şekilde dile getirildiği bir gün olarak mı örgütleneceği yoksa “izinli muhalefet” sınırları içinde mi kalacağıdır.

Günün sınıf mücadelesinin gerçekliği ekseninde mi yoksa Millet İttifakı’nın seçim odaklı pasifist muhalefet çizgisi ekseninde mi hareket edilecektir?

“1 Mayıs meydanı elbette Taksim Meydanı’dır ama…” diye başlayıp yasakların yol açacağı güçlükler ve kitlesel katılımlı bir miting gerçekleştirme ihtiyacı vurgulanarak, iktidarın izin verdiği, kimisi doğrudan mücadele konusu bir kent suçu olan, kentten yalıtık dolgu alanlarında gerçekleştirilecek bir mitingin günün sınıf mücadelesi gerçekliği ile ilgisi olmadığı açıktır. Kürsü ile alan arasında hiyerarşik bir ilişkinin kurulduğu, alandakilerin pasif birer destekçi pozisyonunda olduğu ve toplumsal hayatın olağan akışını bozmaması beklenen seçim mitingleri için uygun olan miting kurguları; kürsüden çok alanın konuştuğu ve alandakilerin taraftar ya da seçmen değil doğrudan birer özne olduğu, işçi sınıfının toplumsal hayatın “olağan” akışına müdahale ederek gücünü hissettirdiği 1 Mayıs’lar açısından uygun değildir. Bu, işin yabana atılmaması gereken ve öne çıkarılan mücadele çizgisine dair ipuçları barındıran “teknik” tarafı.

Güncel politik içeriğe gelince… 1 Mayıs’a dair sosyalistler ve emek örgütleri tarafından yayımlanan hemen tüm ön açıklamalarda vurgulandığı üzere, ekonomik çöküntünün faturasının emekçilere çıkarılması ile sınıfsal çelişkiler olağanüstü keskinleşmiş, emekçiler arasında yaygın bir hoşnutsuzluk belirmiştir. 20 milyon ücretli emekçi, 10 milyona yakın işsiz, bir o kadar da kayıt dışı çalışanı ile proleterleşmiş Türkiye toplumu, neoliberal saldırılar sonucu ücret dışı geçim araçlarından yoksun bırakılmıştır ve ücretler de en temel ihtiyaçların dahi karşılanmasına yetmemektedir. Halkın sistem içinde daha iyi bir hayat beklentisi tükenmekte, en temel ihtiyaçlar için verilen yaşam mücadelesinde doğrudan iktidar ve mülkiyet ilişkileri engeliyle yüz yüze gelmekte, politikleşme dolayımları kısalmaktadır.

Geleneksel sendikal hareketin ve sosyalist hareketin örgütlenme ve seferberlik kapasitesi sınırlı olsa da Türkiye işçi sınıfı ve toplumsal müttefikleri bu sınırların ötesine taşan direnişler sergilemektedir. Sadece son birkaç ay içinde, çoğu geleneksel örgütlenmelerin ve hareket biçimlerinin dışında gelişen ve yer yer önemli kazanımlar da elde eden ve sayısı yüzlerle ifade edilen işçi direnişleri yaşanmıştır. Bu işçi direnişleri, yasal sınırlar içinde değil fiili mücadeleler olarak gelişmiş, kent içinde hayatın olağan akışını etkileyebildiği ve diğer direnişçi / muhalif kesimlerle bir dayanışma ilişkisi içinde sermayeyi karşısına aldığı durumda da başarılı olmuştur. Kadın hareketi 8 Mart’ta militanlığı ve kitleselliği ile bir adım daha öne çıkmış, geçmiş yıllara göre yaygınlaşan eylemlerde, Ankara’nın feminist gece yürüyüşünde görüldüğü üzere yasaklar ve polis engelleri aşılarak daha önce görülmemiş kitlesellik yakalanmıştır. Newroz’lar Kürt gençliğinin göze çarpan katılımı ile kitlesellikleri ile dikkat çekmiştir. Zamlara ve yaşam pahalılığına karşı gelişen doğudan batıya yer yer binlerin seferber olduğu sokak eylemleri, jandarma barikatlarının önünde süren ekoloji direnişleri, üniversiteli gençlik içinde kıpırdanmalar, parçalı ama yaygın ve kesintisiz bir sokak hareketliliğine işaret etmektedir.

Hesaplaşmasını yaşamamış iki ayrı eğilim

1 Mayıs 2022’nin referansı, işçi sınıfı direnişlerinin, anti-kapitalist içeriğin ve meşru militan mücadele hattının giderek öne çıktığı bu toplumsal hareketlilik midir? Yoksa bu hareketliliğin siyasal alandaki yansıması olmaktan uzakta duran, hatta bundan özellikle imtina eden parlamenter muhalefetin pasifist-kitlesel “izinli muhalefet” çizgisi midir? Pandemi dönemine denk gelen 2020 ve 2021 1 Mayıs’ları bu anlamda maalesef pandemi koşulları ile açıklanamayacak bir gerilemeyle sakatlanmıştır. Bu dönemde DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’den oluşan dörtlü inisiyatif, kendi örgütsel sınırlarının ve kendilerine sistem tarafından çizilen sınırların ötesinde bir rol üstlendikleri geçmiş dönemlerden farklı olarak, ilerici toplumsal muhalefetin geneline karşı sorumluluk taşıyan birleştirici merkez konumunu terk etmiştir. Pandemide işçi sınıfının büyük çoğunluğu evde kalmadan çalışmayı sürdürürken 1 Mayıs’lar pandemi gerekçesiyle sembolik anmalara indirgenmiş, 2021’de iktidarın yasaklarına fiili bir itiraz geliştirmeyen dörtlü inisiyatif ile bu yasaklara karşı direnmenin mümkün olduğunu ortaya koyan sosyalistler Taksim’de barikatın iki ayrı tarafında iki ayrı eğilim ortaya koymuştur: “İzinli muhalefet” ile “direniş iradesi.” Ancak barikatın iki tarafı diye mutlak bir ayrışma olduğundan ve tek taraflı bir sorumluluktan söz etmek haksız ve anlamsız olacaktır.

Aradan geçen bir yılda da görülmüştür ki ne “izinli muhalefet” zorunlulukların ne de “direniş iradesi” Türkiye işçi sınıfının gerçekliği dışına gelişen dar grupçu zorlamaların ürünüdür.

Bu iki eğilim arasında gerçek bir hesaplaşma yaşanmamışsa da açıktır ki bugün “izinli muhalefet” sadece iktidar karşısında teslimiyet değil sınıf mücadelesinin güncel gerçekliğine sırt dönmek anlamına gelmektedir. Bu, düzen muhalefetinin tercihidir. 1 Mayıs’ın sorumluluğunu taşıyan ilerici emek örgütlerinin ve sosyalistlerin tercihi olamaz. 1 Mayıs’ta esas alınması gereken Türkiye işçi sınıfının direniş iradesidir.

Devam edecek…


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur