Zemmour’un yükselişi: Fransa’daki yeni aşırı sağ tehdit – Marion Beauvalet&Tomek Skomski

Éric Zemmour, Fransa’daki yeni aşırı sağcı başkan adayı, milyarder bir medya baronu tarafından lanse edilerek, polemikçi bir medya figürü olarak isim yaptı ve şimdi ‘büyük yer değiştirme’ teorisi gibi fikirleri anaakım siyasete sokuyor

Zemmour’un yükselişi: Fransa’daki yeni aşırı sağ tehdit – Marion Beauvalet&Tomek Skomski

Birkaç aydır, 2022 başkanlık seçimleri için adaylar arasında Éric Zemmour’un varlığı Fransız politikasının mide bulandırıcı yanı oldu. Abartılı varlığı ülkedeki politikanın ve medyanın ajandasını dikte ediyor, diğer adayların stratejisini şekillendiriyor ve zaman zaman ikinci raunda doğru durdurulamaz bir yükseliş sürecinde gibi görünüyor.

Daha önce Macron ve Le Pen’in yaptığı gibi Zemmour kendisini dışarıdan birisi gibi sunuyor. Ama bu adaylar gibi, o da egemen sınıfın tercih edilen adayı olmak için bütün koşullara haiz. Zemmour neredeyse Beşinci Cumhuriyet’in cursus honorum’unu (politik yükselişte edinilmiş olması gereken mevkiler anlamında kullanılır, ç.n.) sırasıyla takip etmiş, hem Sciences Po [Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü] hem de École Nationale d’Administration’dan (ENA) [Ulusal Yönetim Okulu] geçmiş. Ama çağdaş politikada norm olduğu üzere, ulusal düzeyde dikkat çeker duruma sıçratan onun medya performansıydı.  Zemmour bir yorumcu olarak isim yaptı. Cumartesi akşamları gösterilen, Have I Got News For You’nun[1] Fransa’daki karşılığı diyebileceğimiz, On n’est pas couché [Biz Daha Yatmadık] adlı programa çıktığı için Fransız seyircisi tarafından iyi bilinir. İki program arasındaki fark şu ki, Fransız versiyonu muhafazakar milyarder Vincent Bolloré’nin fonladığı sağcı televizyon kanalı CNews’de yayınlandı. Bu durum da Zemmour’un yükselişini Tony Blair ve Boris Johnson’u ortaya çıkaran yolların kötü bir kırması yapıyor.

Geçen yılların diğer popülist sağcıları gibi Zemmour, halk nezdinde polemikçi aday imajı edindi. Kendi tarzını, modern toplumda erkeğin rolünden Cezayir’in bağımsızlığına (bir “vicdan azabı” veya “kötü iyileşmiş” bir yara), ölüm cezasına, çocukların isimlerini seçmeye ve İslam ile Fransız değerleri arasındaki uyuşmazlık iddiasına kadar hassas konulardaki bir dizi ölçüsüz beyanı içeren bir hakikati söyleme mitolojisi etrafında inşa etti. Onun rolü derinlemesine bir analiz ve tartışmaya yol açmak değil, şoke etmek.

Zemmour’un polemikçiliğiyle nasıl baş edileceği üzerine yıllarca tartışıldı. Bazı yorumcular, olduğundan daha görünür hale gelmesi riskini önlemek için görmezden gelinmesi gerektiğine inandılar. Bu stratejinin açık bir kusuru vardı: Zemmour neredeyse hep televizyondaydı. Ama onun yarattığı etkiden korkanlar kesinlikle haklıydılar. Anaakım siyasi gündeme soktuğu tartışmalar kamusal alanda yara izi gibi bir iz bıraktı ve bir nefret, bölünme hatta belki de iç savaş diskurunu kışkırtan bir etki yarattı.

Kökleri

Arap-Yahudi bir ailede doğan Zemmour, Paris’in banliyösü Drancy ve on sekizinci bölgede (Paris, “arrondissement” denilen 20 idari bölgeden oluşuyor, ç.n.) büyüdü. Sciences Po’da okudu, Quotidien de Paris ile basın alanına girmeden önce reklamcılık alanında çalıştı. Yazılı medyadaki kariyerinin çoğu sağcı Le Figaro’da geçti ve orada ilk büyük ulusal skandalını yaşadı: 2010 yılında ırkçı nefreti kışkırtmaktan mahkum oldu ve gazetenin magazin ekine yollandı. (Daha sonra, görev değişikliğinin gerçek sebebinin Zemmour’un köşe yazılarının yüksek maliyeti olduğu anlaşıldı.)

2013’te Zemmour Figaro’ya geri döndü ve [gazete] o zamandan beri polemikçiliğin hoş karşılandığı bir yuva oldu. Bu yılın Eylül ayında, ilk iki ayında 200 bin satan ve best-seller olan yeni kitabının –Fransa Son Sözünü Söylemedi– tanıtım çalışmaları için izin aldı. Zemmour kitabında, son on yılda Fransız politikacılarıyla yaptığı sayısız toplantı ve yemekte tartıştığı konuları anlatıyor. Kendisine bilge kişi rolünü vererek onları great replacementa[2] ve Fransa’yı “göçmen sorunlarına” karşı nasıl uyardığını, ama bilgeliğinin görmezden gelindiğini anlatıyor.

Aşırı sağcı retorik Fransa’da yeni değil. Aslında, Zemmour’un ortaya çıkmasından önce, aşırı sağcı bir başka aday olan Marine Le Pen’in, başkanlık seçimlerini kazanacağına dair büyük bir korku vardı. Ama açıktır ki, Zemmour, onun geçen yıllardaki yükselişi sırasında ulaşabildiği sınırları daha da öteye itti.

Zemmour’dan önceki sağcı ideologlar, Afrikalı ve Ortadoğulu göçmenlerin, “beyaz, Avrupalı yerlilerin yerini aldığını” söylediklerinde çok dikkate alınmıyorlardı. Le Pen bile pek çok defa bu fikirlerle arasına mesafe koymaya zorlandı, hatta gerici milliyetçiler için daha bariz bir şekilde ırkçı olan politikalarını bıraktı. Ama Zemmour’un dikkate alınması gereken bir başkan adayı olarak ortaya çıkmasından sonra bu durum değişti. Stratejisi, faşist kökenlerine doğrudan değinmeden, sadece ciddiye alınması ve tartışılması gerektiğini öne sürerek great replacement teorisine atıfta bulunmaya devam etmekti.

Zemmour’un Fransız siyasetindeki bu etkili yerinin gücünü nereden aldığını anlamak için Vincent Bolloré’nin rolünü irdelemeniz gerekli. Rupert Murdoch’un Fransa’daki karşılığı olan Bolloré tutucu bir Katolik sanayici ve ülkenin en zenginlerinden biri. Ailesi servetini deniz taşımacılığıyla, özellikle Afrika ile ticarette ve aynı zamanda da kâğıt işinde yapmış. 2000’lerden beri, servetinin önemli bir kısmını, en berbat kolu Zemmour’u yıldızlığa yükselten sağcı popülist televizyon kanalı CNews olan bir medya imparatorluğu kurmaya ayırdı.

Zemmour’un Bolloré ile bağlantısı başından beri skandal kaynağı oldu. Face á l’info (Haberlerin Önünde) adlı programa başlamasından iki hafta sonra, Canal+Group (2015 yılından beri sahibi Bolloré’dir) çalışanlarının sendika temsilcileri, etik ihlalleri ve kanalın itibarını zedelediği gerekçesiyle Zemmour’un uzaklaştırılmasını isteyen bir önergeyi oybirliğiyle kabul ettiler. Şirket bu talebi açık bir şekilde reddetti, ‘bütün görüşlere’ yer vermek bahanesi altında sağa kayış onaylanmış oldu.

Bolloré’nin Zemmour’u bir yıldız olarak gördüğü ortada. Yüksek seyirci sayıları ve abartılı stili, patronun satmaktan fazlasıyla memnun olduğu bir medya ürünü yarattı. Bolloré, bu analizlere sempati duyan köşe yazarlarının atanmasından onun en saçma beyanlarının eleştirilmesine bile karşı çıkmasına kadar kararlarını bir zamandan beri sahayı Zemmour’un analizlerine uygun hale getirmek için veriyor. Bu medya üretim sistemi olmadan Zemmour’u tasavvur etmek bile mümkün olamazdı: Ona sadece platform sunmakla kalmıyor, aşırı sağ fikirleri aklı selim ve tabuları yıkmak olarak çerçeveleyerek ve hatta şüpheci halk için onları bilinçli olarak daha makul hale getirmeye gayret ederek, onun konuşma konularını gazete tartışmalarında günlerce dönüşüme sokuyor. Arkasındaki bu sistem sayesinde, ne kadar berbat ya da gerçeklikten kopuk olsa da önerileri bu başkanlık seçiminin gündemini belirliyor.

Strateji

De Gaulle’ün 1950’lerde Fransa’nın yarı başkanlık sistemini kurmasından beri, anaakım sağcı politika büyük ölçüde onun cumhuriyetçi karakterini vurguladı ve faşist ucu karantinada tuttu. Bu durum yirminci yüzyılın son on yıllarının çoğunda, bir dereceye kadar bir anti-faşist mutabakatı devam ettirdi ve hatta 2002’deki başkanlık seçimlerinde Jean Marie Le Pen’e karşı istihkâm sağladı. Yaşlı Le Pen’in, kızı Marine’in yakın geçmişteki başarılarını yakalamaktan ne kadar uzak olduğu şimdi sıklıkla unutuluyor. 2002’de başkanlık seçiminin ikinci raundunda, Jean-Marie oyların sadece yüzde 17,8’ini aldı. 2017’de Marine yüzde 33,9’unu aldı.

Marine Le Pen kendi projelerini babasının açık faşist geçmişinden uzak tutarak Le Pen markasını ‘detoksifiye’ etmeye çalıştı. 2018’de ‘Ulusal Cephe’ ismini bile terk ederek daha geniş anlamlı Ulusal Bir Araya Gelme [Rassemblement National] veya Ulusal Seferberlik [National Rally] adlarını tercih etti. Babası Fransa’nın cumhuriyetçi geleneğine karşı açıktan aşağılayıcı tavır alırken, Marine şimdi cumhuriyetçi bir dil kullanıyor ve partisindeki en radikal ve ırkçı unsurları saklamaya gayret ediyor. Fakat eğer Marine Le Pen, savaş sonrası dönemde anaakım politika ile faşizm arasına çekilen cordon sanitaire’in (hastalık tehlikesinin olduğu bir bölgenin etrafına giriş-çıkışı engellemek için çekilen duvar, ç.n.) sınırları içinde bir yer bulmaya teşebbüs etse, Zemmour bilinçli olarak onu yıkmaya çalışıyor. Tarihsel revizyonizmin en ürkütücü gayretlerinden biri aslında 70 binden fazlasının öldürülmüş olmasına rağmen Pétain[3] ve Nazi yanlısı Vichy rejiminin Fransız Yahudilerini Holokost’tan kurtarmaya teşebbüs ettiklerini iddia etmesi olmuştur.

İronik olarak Éric Zemmour, Gaullist bir sağcı parti olan Rassemblement pour la Républic’in [RPR – Cumhuriyet için Biraraya Gelme] varisi olduğunu iddia ediyor. Halbuki, Cezayir Savaşı’nı savuşturma çabasıyla Beşinci Cumhuriyet’i kotaran Gaullist geleneği yıkmaya çalışmakta ve onun yerine çok daha şeytanca bir şey geçirmeye çalışmaktadır. 1961’de Frankocu İspanya’da kurulan aşırı sağ paramiliter örgüt Organisation Armée Secrète (OAS) [Gizli Ordu Örgütü] ile ideolojik kökeni paylaşmaktadır. Bu darbeci örgüt, 1961’de De Gaulle tarafından öne alınan bir referandumla Fransız ve Cezayir halkları tarafından desteklenen Cezayir’in ayrılmasını, bir terörist saldırılar kampanyasıyla engellemeye çalıştı. Hatta, Zemmour 2019’da milleti savunmak için ‘Müslüman’ları ve hatta bazı Yahudileri’ katlettiğini iddia etmiş olan, ondokuzuncu yüzyılda Cezayir’de genel valilik yapmış zalim bir general olan ‘General Begeaud’un yanında’ olduğunu söyleyerek OAS’ı çağrıştırmıştı.

Zemmour, RPR’nin mirasına sahip çıkarak, pratikte onun tarihinden önemli bir kopuş yaparken, kendisini Fransız sağının tarihsel sürekliliğine yerleştirmesine izin veren bir fantezi partisi ve geleneği yarattı. Şimdiye kadar tarihsel cehaletinde, tarihi yeniden yazımında ve tahrifat karşısında aldırmaz görünmekte bir cesaret sergiledi. Bu bir önceki ABD Başkanı Donald Trump ile arasındaki en büyük benzerlik olabilir. De Gaulle dolayımıyla Fransa’nın kurtuluş mücadelesinin (2. Dünya Savaşı’nda faşizme karşı verilen direniş kastediliyor, ç.n.) mirasına sahip çıkıyorsa da, Zemmour’un siyasal düşüncesinin kökleri, bize işaret ettiği referans noktalarının gösterdiği üzere, karşı devrimci hareketlerdedir. Yakın zamanlardaki bir diğer örnek Zemmour’un övmeyi seçtiği, erken yirminci yüzyıldaki tanınmış aşırı sağcı entellektüel Charles Maurras’tır. Maurras’ın açıkça karşı devrimci olan Action Française [Fransız Hareketi] partisi İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda Fransız faşizminin öncü ışığıydı; Maurras’ın kendisi geniş bir kesim tarafından Vichy rejiminin ideolojik ilham kaynağı olarak görülüyordu ve Vichy rejimini desteklemeye devam etti. Zemmour, bu konuda üzerine gidilince, tipik bir el çabukluğuyla Maurras’ı sadece “andığını” ve “anmanın övmeyle aynı şey olmadığını” söyledi.

Zemmour’un Fransa’nın cumhuriyetçi geçmişinden sıkça bahsettiğini duymazsınız. Onun Fransa’nın ulusal tarihine ilişkin anlayışı daha derin bir nostalji ile geriye uzanır: Napolyon Bonapart’ın fetihleri, kraliyetçi rejimler ve İkinci İmparatorluk[4]. Bu onun Marine Le Pen’i geride bırakmasını sağladı ve Marine Le Pen’in bir süredir kaçınmayı seçtiği konularda Zemmour’a gazete manşetlerinde üstünlük sağladı. Bu yazının yazıldığı sırada Zemmour’un kamuoyu yoklamalarında yüzde 15-16 arasında -aşağı yukarı Le Pen ile aynı- oranda oy desteği var. Sonuncu IPSOS verisinin gösterdiğine göre desteğinin çoğunluğu (yüzde 34 kadarı) Le Pen’in kampından geliyor, dörtte biri ise anaakım Les Républicains’den [Cumhuriyetçiler]. Sadece geleneksel muhafazakar ve yabancı düşmanı bir seçmeni kazanmakla kalmıyor, onları radikalleştiriyor.

Yakın bir zamanda Jean Jaurès Vakfı tarafından yapılan bir çalışma Eric Zemmour’un seçmen temelinin sosyal homojenliğini gösteriyor. 2017’de merkez sağ aday François Fillon’un seçmenlerinin dörtte biri de dahil olmak üzere, neredeyse tamamen emekliler ve üst sınıflardan oluşuyor. Aynı zamanda da özellikle erkeklerden oluşuyor: Zemmour’un seçmenleri arasında başka herhangi bir adayın seçmeni arasında olduğundan daha büyük bir cinsiyet farkı var. Le Pen haklı olarak derin bir finansal krizin devamında ortaya çıkan düşük gelirli seçmenlerdeki öfkenin bir kısmına sahip çıktığını ifade ederken, Zemmour’un desteği ayrıcalıklıların çok daha damıtılmış isyanından gelmektedir. Bu, egemen sınıf içindeki bir çok kişi için onu daha az tehlikeli yapmaktadır. Onun milyarder Vincent Bolloré ile olan bağına ve emeklilik yaşını yukarı çekmek gibi liberal ekonomik politikalarına  güveniyorlar. Aslında, onun daha polemikçi olan pozisyonundan da hoşlanıyorlar. Zemmour’un dünyasında iklim değişikliği veya zenginlerin aşırı tüketimi kapitalizmin sonucu değil, bunların sebebi Asya ve Afrika’daki nüfus patlamasıdır. Bir başka vesileyle, “Yeşillerin yeşili, İslam’ın yeşiline çok yakışıyor” dedi. Elitlerin artan bir eleştiri karşısında oldukları bir zamanda, Zemmour yararlı bir yön saptırma sunuyor.

Zemmour örneği medya şirketlerinin çağdaş siyaset üzerindeki devasa nüfuzları hakkında ve özellikle dikey entegrasyonda oynanabilecek rol hakkında bir uyarıdır. Vincente Bolloré’nin medya şirketler grubu sadece televizyon kanallarına sahip değil, görsel-işitsel hizmetlerden halkla ilişkilere, kitap yayımından filme kadar büyük bir operasyondur. Bu, sağcı bir milyarderin fikirlerin üretilmesinde, yayılmasında ve satış sonrası hizmetlerinde önemli bir kontrol uygulayabildiği anlamına gelmektedir. Bu güçlü bir makinadır ve onun dişlilerini döndüren büyük şirketlerin faaliyetleri üzerindeki regülasyonun ne kadar az olduğu düşünülürse, demokrasi için dünya çapında büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Zemmour için gemi zaten çoktan yol aldı ve başkanlık yarışı başlamak üzere. Ama ümitsizliğe kapılmamalıyız. Araştırmalardaki performansı etkileyici olsa da, henüz hakim durumda değil. Çok mümkündür ki, Fransa’nın son aşırı-sağcı demagogunun gelecek haftalar ve aylar içinde puanı düşecek ya da sonunda yüzde 15-16’da kalacak ve bu da yeterli olmayacak. Zemmour’un bu seçimde bir şansının olup olmaması sorusu Macron’un otoriteryen merkezciliğine alternatifin nasıl bir şey olduğuna bağlı. Daha basitçe söylersek, diğer adaylar politika ve ekonomiye duyulan geniş hayal kırıklığını daha etkin bir ifadeye kavuşturabilecekler mi? Ya da aşırı sağın sandıktaki varlığı herkesi burjuva blokunun arkasına dizilmeye mi zorlayacak?

Solun tepkisi

Solda bu sorulara birbirine karşıt cevaplar var. Merkez soldaki Sosyalist Parti eski cordon sanitair’e yaslanma eğiliminde; adayı Anne Hidalgo [Paris Belediye Başkanı] gazetecileri Zemmour’un aşırı-sağcı politikalarına karşı “gözlerini açmaya” cesaretlendirmekte ve onunla tartışmayı “inkarcı ve ırkçı bir soytarı” olduğu gerekçesiyle reddetmektedir. Bu seçim için geniş bir sol cepheye katılmama kararı alan Komünist Parti, daha önce aşırı sağın avantajlı bulduğu, bilhassa güvenlik sorunları olmak üzere, daha tercih edilir sorunlara odaklanma pozisyonu alma gayreti içinde. Partinin adayı Fabien Roussel geçtiğimiz günlerde polis memurlarına saldırmaktan suçlu bulunanlar için daha ağır cezalar talep eden bir protestoya katıldı. Hem Sosyalistler hem de Yeşiller mitingde Zemmour’un yanında yer aldı, ancak 2017’nin ve mevcut anketlerin önde gelen sol adayı Jean-Luc Mélenchon yoktu.

Bu, Mélenchon’un Zemmour’dan kaçındığı anlamına gelmiyor. Mélenchon Eylül’de  Zemmour’la ulusal televizyonda tartıştı. Bu hareket solun çoğu tarafından eleştirildi, ama [tartışma] Fransa’nın sorunları hakkında solun teşhisi ile aşırı sağın ne dediği konusunda az bulunur bir karşılaştırma olanağı sundu. Mélenchon tartışmada ‘créolisation’u (farklı kültürlerin karışmasıyla yeni bir kültürün ortaya çıkmasına verilen isim, ç.n.) övdü ve Zemmour’un etno-milliyetçi Fransa’sına karşı, bu yolla “İnsanlar bir araya gelerek ortak bir şey yaratıyorlar” dedi. Solcu milletvekili sosyal yardımları arttırmayı ve refah devletini (yabancı aileleri de kapsayacak şekilde) genişletmeyi savundu, Zemmour ise Fransa’nın ünlü sosyal güvenlik sisteminde kesintilere gideceğini açıkladı. Bu tartışma Zemmour’un kampanyasında bir delik açmadı, ama gelmekte olan kampanyanın şartlarını belirtmiş oldu.

Mélenchon’un France Insoumise’si[5] Fransa’daki politik spektrumun tamamının yavaş yavaş Zemmour ve Le Pen’in fikirlerinden beslendiklerini ileri sürüyor. Gerçekten de son birkaç yıldır genel olarak sol, özellikle de  France Insoumise medya ve hükümetten gelen bitmeyen siyasal saldırının kurbanı oldu. Bu ağır eleştiri kampanyası McCarthyciliğin geleneksel yönleriyle (Zemmour gerçekten de tartışmada Stalin ve Mao’ya referans verdi) daha yeni İslamofobik ve terörle mücadele temalarının birleşimidir. Bu “İslamo-goşist” ya da İslamcı-solcu lakabını doğurdu, bu lakap sadece aşırı sağcılar arasında değil, Macron’un ve siyasal merkezin destekçileri arasında da kabul görüyor. Müslümanlarla dayanışmayı ‘ulusal karşıtı’ veya ‘cumhuriyetçi karşıtı’ olmakla bağdaştırma teşebbüsü, başkanlık seçiminde bir şansa sahip olabilmek için her solcunun yenmesi gereken sinik bir manevradır.

Bunu düşünerek, France Insoumise, İslam, güvenlik, polis ve banliyöler üzerindeki ihtilaflara odaklanan medya anlatısını kırmaya çalışmaktadır. Mélenchon kendi başkanlık kampanyasına, geniş bir seçmen kampanyasını bir araya getirebilecek sosyal ve ekolojik sorunlara odaklanarak başladı. Aşırı sağı yenme stratejisi, solun ne yapması gerektiğini söylediği 1992’den beri değişmedi:

Aşırı sağın yükselmesini besleyen sosyal koşulları kurutun, Ulusal Cephe’ye bir fantezi olarak değil gerçek bir parti gibi muamele edin; göç ve Fransız kimliğinin metafizik kapanına takılmadan programlarını özetleyin. İdeolojik olarak zeminimizi geri kazanıyoruz. Herhangi bir ‘cumhuriyetçi cephe’ (aşırı sağa karşı bütün politik güçlerin birlik taktiği) zararlı bir karıştırmadır. Bu bizi Le Pen tarafından şeytanlaştırılmış fantastik evrene geri götürür.

Bu evren aşırı sağın serpildiği evrendir; burası siyaset sınıfının geri kalanını parmağıyla göstererek “Onların hepsi aynı” dediği yerdir. Bu karikatür, giderek resmi siyasete yabancılaşmış ve kitle örgütlerinden uzak bir nüfusun kulağına sıklıkla doğru gelmekte. Hollande, Sarkozy, Macron -fark neydi? Ve sol kendisini, on yıldan fazladır azalan yaşam standartlarından sorumlu olan bu politikacılardan açıkça ayırmakta başarısız olursa, popüler tasavvurda onların blokunun bir parçası oluruz. Ve toplumun problemleri için azınlıkları suçlamaktan başka alternatif kalmaz.

Batı’da, politik zemin giderek bu olmaktadır: Aşırı sağ müesses nizama karşı, sol ise mücadelede yok. Bu şartlar, ikinci turda Le Pen veya Zemmour’u yenebileceğini hesaplayan Macron için olumlu. Ve popüler olmayan bir statükonun gölgesinde büyüyebileceklerini hesaplayan aşırı sağ adaylar için de olumlu. Ancak her geçen yıl bu dinamik, siyaseti bu karanlık alanın daha da derinlerine sürüklüyor ve buradan çıkan canavarlar toplumumuz için daha da büyük tehditler oluşturuyor.

Yazarlar hakkında:

Marion Beauvalet örgütsel teori alanında doktora yapmaktadır, çalışmasının odağı iş hayatında dijital can sıkıntısıdır. Aynı zamanda bir La France Insoumise aktivistidir.

Tomek Skomski siyasal iletişim öğrencisidir ve Sol Parti ve La France Insoumise üyesidir.

Dipnotlar:

[1]     Birleşik Krallık’ta uzun yıllardır yayınlanmakta olan bir politik mizah programı

[2]     Avrupalıların beyaz-olmayanların yerinden edilmesi anlamında kullandığı aşırı sağcı mecaz

[3]     2. Dünya Savaşı’nda Almanlarla işbirliği yapıp, Vichy’deki işbirlikçi hükümetin başına geçen Mareşal, savaştan sonra ölüme makum edildi, ama yaşı dolayısıyla cezası müebbete çevrildi ve 1951’de öldü.

[4]     Temmuz Monarşisi’ne karşı yapılan Şubat 1848 Devrimi’ni takiben İkinci Cumhuriyet kuruldu. İkinci Cumhuriyet 1851’de Louis Bonapart’ın darbesiyle sona erdi. Bonapart İkinci Fransız İmparatorluğu’nu ilan etti ve kendisini de imparator ilan etti.

[5]     2016’da kurulan, ‘Boyun Eğmeyen Fransa’ adlı parti

[Tribune Mag’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur