Keyfiliğin, hukuksuzluğun, devlet terörünün ayyuka çıktığı o kapkara dönemde 30.000’den fazla insanın gözaltında kaybolduğu söylenir. Bu sayının içinde Gelman’ın iki de göz bebeği vardır; birisi oğlu diğeri gelini. Hayatı boyunca onların ve diğer kayıpların birer mezar taşına sahip olabilmeleri için savaşacaktır artık
“Yalnızca umudun dizleri beresizdir.
Ama yine de kanarlar.”
Juan Gelman
Nefes aldığı sürece, ülkesini harap eden, oğlunu, gelinini ve birçok arkadaşını gözaltında kaybeden, kendisini sürgünde yaşamaya zorlayan, dahası doğmamış torununa el koyan askeri faşist diktatörlüğü kınamaktan bir an olsun vazgeçmedi.
Hayat hikayesini ülkesinin tarihine bağlamış İspanyol dilinin sürgündeki en büyük yazarlarından biriydi o. 1970’li yıllarda, Latin Amerikalı aydınlar arasında ülkelerinde hüküm süren diktatörlüklerin şiddet ve zulmünden kurtulmak için ülkelerini terkedenlerin sayısı oldukça çoktu ama hiçbirinin hikayesi onunkisi kadar acı, onunkisi kadar yürek yangını değildi.
Babasının hayatının devamı gibiydi yaşadıkları sanki. Fazlası vardı da eksiği yoktu.
1905 devrimine katılmış bir babanın oğluydu o. Devrimin yenilgisinden sonra, askere gitmemek için ülkesini terk etmek zorunda kalmış bir babanın.
Sahte pasaportla Cenova’ya gitmiş önce babası, bir gemiye binip uzak diyarlara gitmekmiş amacı. İki geminin yanaşacağını öğrenmiş ertesi gün limana; biri Buenos Aires’e biri de New York’a gidecek olan iki gemi. Artık hangisi erken gelirse demiş, ilk yanaşan Buenos Aires olmuş şansına.
Yapayalnızmış o zamanlar babası, ne çoluk ne çocuk. Tam 5 yıl kalmış Arjantin’de. 1917 Ekim Devrimi’nin dünyayı sarıp sarmalayan havasıyla birlikte yeniden dönmüş anayurduna, büyük umutlarla.
1920’lerin sonuna kadar sorunsuz yaşamış Çarlığın yıkılıp Sovyetlerin kurulmasına katkı sunduğu Rusya’da. Bu arada Ukraynalı pogromların şiddetini yaşayan Odessalı bir hahamın kızı olan Pauline Bruchson ile evlenmiş. Pogrom, Rusçada “zulmetmek, şiddet kullanarak yok etmek” anlamına gelen ve Yahudi karşıtlarının, Yahudi topluma uyguladıkları şiddet eylemleri için kullanılan bir kelimedir ve Pauline’in ailesi bundan fazlasıyla çekmiştir.
Bir kız, iki oğlan çocukları olur Pauline ile.
Bu arada Lenin ölmüş, Stalin farkını hissettirmeye başlamıştır iyice. Umutlarının yerini yavaş yavaş umutsuzluğa bıraktığı yıllardır bu yıllar. Troçki’nin Komünist Partiden ihracıyla birlikte hayal kırıklığı da eklenir umutsuzluğuna. Hele de Mançurya sınırındaki Alma Ata’ya sürgün edilmesi. Umudunun son kırıntıları da yitip gitmiştir böylece. Troçkist olmamasına rağmen Troçki’ye hayrandır ve onun politik sahnenin dışına itilmesiyle demokratik tartışma ortamının da yitip gittiğine inanır.
1927 yılında, eşi ve üç çocuğuyla birlikte yine sahte pasaportlarla düşerler yeniden Buenos Aires yollarına.
Bu Ukraynalı yahudi ailenin Arjantin’de doğan tek çocuğudur Juan Gelman. 3 Mayıs 1930 yılında Buenos Aires’in, yahudilerin yoğun olarak yaşadıkları Villa Crespo semtinde acar gözlerini. Ne acının gölgesinin sineceğinden haberi vardır bu güzel gözlere ne de ömrünün sürgünlerde geçeceğinden.
Annesinin piyanosunu dinler ninni yerine, abilerinin okuduğu Rus klasiklerine uzanır minicik elleriyle.
Böyle bir ortamda daha üç yaşında iken öğrenir okuma yazmayı ve kulaktan kulağa yayılır bütün çevresine şirin mi şirin bir dahi olduğu.
***
Sekiz yaşına geldiğinde ilk şiirini yazmıştır bile, hem de aşk üstüne; dizlerinin kirine vurulduğu minicik bir kız arkadaşına; çocukluk işte.
1941 yılında, 11 yaşında iken yayımlanır ilk şiiri, Kırmızı ve Siyah (Rojo y Negro) dergisinde.
15 yaşına geldiğinde Genç Komünistler Federasyonu’na üye olmuştur bile.
Liseyi bitirdikten sonra Kimya Fakültesine kaydını yaptırır ancak şiire olan tutkusu baskın çıkınca okulu bırakır.
50’li yılın ortalarında, genç komünist militan arkadaşlarıyla birlikte El Pan Duro (Sert Ekmek) adlı şairler grubunu oluştururlar. Daha çok radikal kavga şiirlerinin ön plana çıktığı eserlerin yayım ve dağıtımı için kurulan bu grupta 1956 yılında ‘Violin y otras cuestiones’ (Keman ve diğer sorunlar) kitabını yayımlar.
Ve 33 yaşında iken tanışır ilk cezaevi yaşamıyla.
O dönemler, Jose Maria Guido vardır iktidarda.
29 Mart 1962’de askeri bir darbenin ardından getirilmişti iktidara. Ve iktidarının devamı için askerlerin isteğiyle imzalayıvermişti “komünizmin zararlı eylemlerini” yasaklayan bir kararnameyi.
Onunla birlikte Komünist Parti’ye üye oldukları gerekçesiyle birçok yazar ve aydın da tutuklanır.
Serbest bırakıldıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte Komünist Parti’den ayrılıp Nueva Expresion (Yeni İfade) grubunu oluştururlar. Çok geçmeden La Rosa Blindada (Zırhlı Gül) yayınevini kurup, diğer ortodoks komünist grupların yayımlamayı reddettiği sol kitapları basmaya başlarlar.
1966 yılında yeniden değişir iktidar; kendisine “Arjantin Devrimi” adını veren askerler çöreklenir yönetime. Ama ne de devrimdir ya.
Yasama organı feshedilmiş, cumhurbaşkanı görevden alınmış, siyasi partiler kapatılmıştır bir çırpıda. Artık ne kamu özgürlüklerinden bahsetmek mümkündür ne de siyasi faaliyetlerden; iktidarı eleştiren en küçük bir söz, en küçük bir karşı çıkış bile yoğun bir şiddetle karşılık bulur.
Uygulanan bu devlet şiddeti, elbette kısa sürede direnişi de doğurur; gerek sendikal harekette gerekse öğrenci hareketinde hatta dini hareketlerde bile yoğun bir özgürlük talebi ve radikalleşme görülür. “Üçüncü Dünya Rahipleri Hareketi” ve değişik gerilla gruplarına kendilerini ifade edebilmek için şiddetten başka bir yol kalmamıştır artık.
Tam da bu dönemde başlar gazeteciliğe ve baş redaktör olur Panorama dergisinde. Sırasıyla Görüş, Kriz ve Haberler adlı yayın organlarında çeşitli kademelerde yöneticilik yapar. Gazeteciliğe atılmasıyla eş zamanlıdır FAR’a (Fuerzas Armadas Revolucionarias / Devrimci Silahlı Güçler) üye olması. İktidara karşı askeri ve siyasi eylemler yürüten Guevaracı bir örgüt olan FAR 1973 yılında Peroncu Montoneros ile birleşir. O güne kadar FAR’ın basın ve kültürel faaliyetlerini yürüten Juan Gelman aynı görevi Montoneros için de sürdürür.
1975 yılında, Montoneros’un önerisiyle ülkede hüküm süren insan hakları ihlallerine karşı kamuoyu yaratma amacıyla yurt dışına çıkar. Yurtdışında daha temasları sürerken, 24 Mart 1976 yılındam kendisini “Ulusal Yeniden Yapılandırma Süreci” olarak adlandıran yeni bir askeri darbe olur ülkede. Korkunç bir kirli savaş başlatılır sivil halka karşı, suç üstüne suç işlenir gece gündüz; ne gözaltıların sayısı bellidir ne tutuklananların, haddi hesabı yoktur işkenceden geçirilenlerin. Keyfiliğin, hukuksuzluğun, devlet terörünün ayyuka çıktığı o kapkara dönemde 30.000’den fazla insanın gözaltında kaybolduğu söylenir. Bu sayının içinde Gelman’ın iki de göz bebeği vardır; birisi oğlu diğeri gelini. Hayatı boyunca onların ve diğer kayıpların birer mezar taşına sahip olabilmeleri için savaşacaktır artık.
***
Bir defa ülkeye kaçak girişini saymazsak, bütün dönem boyunca hep sürgünde görürüz Gelman’ı.
Elbette boş durmaz yurtdışında da.
Dünya başkentlerini mesken edinmiştir artık kendisine.
Roma’da görülür, Madrid, Paris, New York ve Mexico’da. Toplantılar yapar, derneklerle görüşür, gazetecilerle, devlet başkanlarıyla.
Bir yandan da tercüman olarak çalışmaktadır Unesco’da.
Çok geçmeden aynı yıl yayımlanır Fransa’nın en ciddi gazetesi Le Monde’da Arjantinli diktatörü mahkûm eden kamuoyu bildirisi. İmzacılar arasında en göze çarpandır dönemin Fransa Devlet Başkanı François Mitterrand ve İsveç Başbakanı Olof Palme’nin adı, birçok Avrupalı devlet başkanı ve politikacının yanı sıra. Hiç de küçümsenecek bir başarı değildir bu aslında.
O Avrupa’da teşhir ededursun ülkesinin başına çöreklenen diktatörlüğü, 26 Ağustos 1976’da kaçırılır çocukları, evini basıp kendisini aramaya gelen Arjantin Antikomünist Birliklerince. Dünya başına yıkılır elbette.
19 yaşındadır kızı Nora Eva o zamanlar, 20 yaşındaki oğlu Marcelo Ariel daha yeni evlenmiştir Uruguaylı sevgilisi Maria Claudia Irüretagoyena ile ve yedi aylık hamiledir eşi. Kızı değil ama mücadelenin ta içindedir oğlu ve gelini.
Kaçırıldıktan bir süre sonra serbest bırakılır Nora, ancak ne oğlundan ne de gelininden haber alamaz bir daha, ikisi de kayıptır ve “desaparecidos”tur artık onlar kendi ülkelerinde. Sayıları o kadar çoğalır ki, ilk sokağa çıkan anaları olur bu kayıpların; bizdeki Cumartesi Anneleri’nin öncelleri. Bıkmadan çocuklarını arar bu kadınlar, diktatörlerin kendilerine “deli” muamelesi yapmasına ya da “terörişlerin anaları” diye teşhir etmelerine aldırmadan, çalarlar kapıları birer birer ellerinde kayıp çocuklarının fotoğrafları, başlarında beyaz başörtüleriyle her hafta Plaza de Mayo’da (Mayıs Meydanı) buluşarak; artık bütün dünyanın Plaza de Mayo Anneleridir onlar.
Binlerce kilometre uzaktan olsa da hep onlarla birliktedir Juan Gelman da.
Bir an bile dinmez çocuklarını elinden alanlara karşı duyduğu nefret.
***
Aradan onca yıl geçtikten sonra, Arjantin Devlet Başkanı Carlos Menem’in, 64 gerilla ile birlikte kendisine de af çıkardığını duyduğunda da eksilmek bir yana daha da artmıştı öfkesi: “Beni, çocuklarımı ve bugün hepsi benim çocuklarım olan binlerce genci kaçıranlarla takas etmek istiyorlar.” (Poesiemuziketc) diye yazıyordu, protesto amacıyla gazetelere gönderdiği yazısında. Olacak şey miydi bu bunca bedel ödedikten sonra.
Her fırsatı kullanıyordu 1976’dan 1983’e kadar ülkesini yöneten diktatörlerin hem kendisinde hem de halkında açtığı onulmaz yaraları anlatmak için.
Bu onulmaz yaralar değilmiydi ta 2008 yılında bile, İspanyol dilinin en büyük ödülü olan Cervantes ödülünü alırken yaptığı konuşmaya “Geçmişi karıştırmamalısın diyorlar, gözün ensende olmasın. Ama yaralar henüz kapanmadı ki; toplumun bodrumunda amansız bir kanser gibi titreşip duruyorlar. Tek tedavileri hakikat ve sonra adalettir. Unutmanın bedeli sadece budur” diye başlatan. Hem de İspanya Kralı Juan Carlos’un huzurunda.
O onulmaz yareler değil miydi onu bu kadar üretken kılıp dim dik ayakta tutan?
1978 yılında Katolik kilisesi aracılığıyla küçücük bir haber alabildi gelini Uruguaylı Maria’dan; nihayet öğrenebilmişti doğum yapabildiğini. Bütün öğrendiği bu kadardı. Öğrenmesine öğrenmişti doğum yaptığını gelininin de ne cinsiyetiyle ilgili bir bilgi vardı torununun ne de akıbetlerini öğrenebilmişti annesiyle çocuğun. Kopkoyu bir karanlıkta el yordamıyla yol alıyor, iğne ile kuyu kazıyordu adeta. Yine de seviniyordu içten içe, sağ salim bir torunu olduğunu öğrenmişti ya, gerisi gelirdi nasıl olsa. Yıllar yılları kovaladı bu haberle.
Gelininin cesedini asla bulamadı ama çok uzun bir mücadeleden sonra da olsa kavuşacaktı torununa.
***
Bu dönemde Montoneros Hareketi ile sorunlar yaşamasına rağmen ilişkileri devam etmektedir hala.
1979 yılında hem örgütün militarist ve otoriter yapısı, hem de hareketin önderliğinin, iktidardaki askeri cunta temsilcileriyle olan temasları konusunda anlaşmazlık nedeniyle kopar ilişkileri.
Örgütler ilişkilerini koparmıştır koparmasına da hala yasaklıdır, girememektedir ülkesine, cunta yıkılıp yerine sivil hükümetler geçtiği halde ne hakkındaki arama kararı kaldırılmıştır bunca yıldır ne de iptal edilmiştir aldığı cezalar. Af değil adalettir onun peşinde koştuğu.
1988’in başında arkadaşı Gabriel García Márquez el atar olaya. Büyük bir imza kampanyası başlatır Augusto Roa Bastos, Juan Carlos Onetti, Alberto Moravia, Mario Vargas Llosa, Eduardo Galeano, Octavio Paz gibi dünyanın her yerinden birçok yazarla birlikte Arjantin adaleti iptal etmek zorunda kalır, on üç yıl aradan sonra Juan Gelman aleyhine açılan davaları. Ancak o ülkede yaşama isteği yoktur artık, 2014 yılında, ölünceye kadar Meksika’da devam eder yaşamına.
Ölmeden önce yüzünü güldüren tek olaydır torununa kavuşması.
Aradan neredeyse 25 yıl geçmiş, yıllarca sonuçsuz kalan soruşturma ve araştırmalar nihayet meyvesini vermiş ve milenyuma iki yıl kala Uruguay’da bir kız torununun olduğunu öğrenebilmişti nihayet.
Her şeyi nasıl da uydurmuşlardı Condor Planı’na. 1970’li yıllarda, Latin Amerika’daki diktatörlüklerin CIA desteğiyle uygulamaya koydukları baskı programıydı bu Condor Planı. Bölge ülkelerinin komünizme karşı ortak mücadeleleri üzerine kurulu olan bu plan gereğince, sınır boylarında her ülke rahatça komünist avına çıkıyor ve hiçbir avdan eli boş dönülmüyordu. Delilleri karartmada üstlerine yoktu ne listesini tutuyorlardı yakaladıkları militanların ne de mezar yerlerini açık ediyorlardı. Zevk için öldürdükleri bile vardı sorgusuz sualsiz. Helikopterlerle denize atılanlar mı ararsın, sokak ortasında enselerine kurşun sıkılanlar mı? Her şey serbest, her şey mübahtı onlara. Ne hesap soranları vardı ne de ödeyecek bir hesapları. Bir tek hamile kadınlar bekletiliyordu ölüm kuyruğunda, hiç acele etmiyorlardı onları öldürmeye ama sadece çocuklarını doğuruncaya kadardı bu tanınan ek süre; doğumdan sonra onların da canları cehenneme. Çocuklar gerekti onlara, yeni doğmuş çocuklar. Kimisini parayla satıyorlar çocuğu olmayanlara kimisini de anne babalarına onca işkence yapanların yakınlarına ayırıyorlardı hediye anlamında.
Uruguay’da doğuma götürülenlerdendi Maria-Claudia da. Montevideo’daki askeri hastahanede Macarena adında bir kız çocuğu dünyaya getirmiş ve bu kız daha sonra yasadışı bir şekilde Uruguaylı bir polis memurunun ailesine verilmişti.
Bir daha da haber alınamamıştı Maria-Claudia’dan, ne gören ne de duyan vardı adını doğumdan sonra ama Juan Gelman, 23 yaşındaki torununun izini bulmuştu sonunda.
Ancak, Uruguay devlet başkanı olan Julio Maria Sanguinetti engel üstüne engel çıkarıyordu hala. Yeni bir kamuoyu desteğinden başka yol kalmamıştı ve çok geçmeden oluşuverdi bu da başta Günter Grass, Dario Fo, José Saramago, Fito Paez olmak üzere birçok aydın ve sanatçının katılımıyla.
***
İkinci acı zaferiydi bu yaşlı ve yorgun şairin torununa kavuşması; ilkinin acısını birazcık da olsa hafifleten.
1990 yılında yaşamıştı ilkini; oğlunun kemiklerine kavuştuğunda.
Buenos Aires yakınlarında bir nehirde tesadüfen bulunmuştu oğlunun cesedi; 200 litrelik büyükçe bir yağ bidonunun içinde, ensesinden kurşunladıktan sonra üstüne beton dokulu halde.
Acısı dinmemişti elbette ama rahatlamıştı biraz sanki yıllardır peşinden koştuğu bu acı gerçekle; nihayet oğlunun da bir mezar taşı olacaktı ya.
O anlatılmaz acılı rahatlıkla oturup bir mektup yazar oğluna:
“Sevgili Oğul,
Arjantin askeri diktatoryası eşin Claudia ve kızkardeşin Nora ile birlikte seni, 24 Ağustos 1976’da kaçırdı. 14 yıl kadar sonra, bir antropolog grubunun inatçı çalışması sonucunda kalıntıların bulundu.
Senden kalanları 7 Ocak 1990’da gömdük. Claudia kaçırıldığında yedi aylık hamileydi. Ne kendisinin ne de kız ya da oğlan olup olmadığını bilmediğimiz çocuğunun kalıntıları bulundu.
Nora kaçırıldıktan dört gün sonra bir toplama kampından serbest bırakıldı. Yaşıyor ve sana çok yaramaz ve akıllı bir yeğen verdi. Bizim cesur askerlerimiz silah bile taşımayan seni, 1976 Ekim ayı başında ensene kurşun sıkarak öldürdüler.
Bir ozandın. Daha sonra seni çimentoyla doldurdukları 200 litrelik bir varilin içine koydular ve Lujan nehrine attılar. Ve sonra ‘kimliği bilinmeyen’ adı altında seni gömdüler.
14 yıl boyunca KB olarak kaldın. Kim bilir nerede geçti bu boş zaman. Belki dilsiz kemiklerin anlatır. Babamın tabutunu mezarına ben taşımıştım. Şimdi sıra senin tabutunu kendi mezarına taşımakta. Yalnızca senin yerine düş görmeye devam ediyorum. Sen dünyada adaleti düşlemiştin, yoksul ve baskı altında olmayan özgür bir ülkeyi düşlemiştin. Çoğu insan güzel olunacağını unutürken, güzeli daha güzel kıldın.
Bir süre önce Buenos Aires’te bir işkenceciyle karşılaştım. Toplama kampında sana öldürmeden önce işkence yapanlardan biri. Özgürce elini kolunu sallaya sallaya geziyordu.
Önce öfke, sonra güçsüzlük, sonra utanç duydum. Kendimden, utanç dolu ülkemden dolayı. Ölmediklerini ileri sürerek ölülerini gömmeyen bir ülkenin ulusal utancı. Menem ve Alfonsin’e ihtiyaç duymadan, katilleri yüreklerinde gizlice affedenler için…
Tek bir tesellim var: Ölümünü asla hatırlamayacaksın. Bana inan.”
***
14 Ocak 2014’te, Mexico City’de son buldu mücadele, yas ve sürgünlerle dolu yaşamı.
*Yitik Oğula Mektubu Bianet sitesinde Güneş Çelikkol’un kaleminden “Neruda Ödülü Juan Gelman’ın” adli 9 Temmuz 2005 tarihli yazısından aldım. Mektubun çevirisi ilk defa, 14 Temmuz 1993’te Gündem’de yayımlanmış.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.