Geleceği geçmişin kopyalanması olarak algılayan idealist döngüselci tarih anlayışı, sol kesimlere bir yandan tarihsel materyalizmden, Marx’ın Kapital ve Lenin’in Emperyalizm analizlerinden, öte yandan sosyalizmden demokratik devrime doğru uzaklaşma olarak yansıdı. Bu ortamda faşizmin Marksist analizi eleştirel bir süzgeçten geçirilip geliştirileceğine ya tamamen terk edildi ya da liberal tezlerle harmanlanarak melezleştirildi
“Süreç olarak faşizm” açılımlarının “Medrese”, “Harbiye”, “ulema” ve “İslamcı entelijensiya” gibi kodlar üzerinden yürütülmesinin nedeni ne olabilir? Emperyalizm aşaması ile orta çağ arasındaki farkların silinmesi, bunlar arasında devr-i daimin, yani birinden diğerine geçişlerin mümkün kılınması. Feodalizmin kökenlerinin emperyalizmin bağrında yeniden yeşerebileceği, şimdinin ve geleceğin geçmişe döndürülebilirliği de diyebiliriz buna. Şu “Yeni Orta Çağa dönüş” dedikleri şey yani.
“Süreç olarak faşizm” teorisinde Yanardağ ve Yıldızoğlu’nu birleştiren iki önemli kavşaktan birinin “Orta Çağa dönüş”, diğerinin “pasif (karşı) devrim” olması tesadüf değildir.
Yanardağ’a göre dünya “teolojik literatüre ve kurumlara dayalı yeni bir ortaçağın kapısından içeri itildiği”[1], “Türkiye” ise “yeni ortaçağın bir deney laboratuvar haline getirildiği”[2] bir zamanda yaşıyor. Memleketimizde “‘Orta Çağa dönüş’ ideolojisi”ni”[3] “bir önceki çağın kültürüne ve ideolojisine iltica eden”[4] AKP temsil etmektedir.
Yıldızoğlu farklı düşünmüyor:
“ABD hegemonyasının düzen sağlayıcı etkisindeki gerilemenin belirginleşmeye başladığı sıralarda, ortaya atılan ‘yeni ortaçağlar’ kavramını daha önce aktarmıştım. Roma İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde oluşan, batısıyla doğusuyla çok merkezli bir dünya sistemi, başıboş dolaşan yoksul ya da dinci fanatik sürüleri (‘devlet dışı aktörler’), kiralık askerler, sadakaya dayalı toplumsal dayanışma. Buna karşılık talandan, toprak rantından göz kamaştırıcı servetler biriktiren aileler; ‘savaş ağaları’, paradan para kazanan çok zengin tefeciler… Ve son derecede kanlı yerel din savaşları… Biraz dikkatli bakınca bu orta çağlarla bugünlerde şekillenmekte olan dünya düzensizliği arasında çarpıcı benzerlikler bulmak hiç zor değil.”
“Aksine, yaşanan mali kriz, uzun durgunluk içinde kapitalizmin giderek daha insani değil daha baskıcı, feodaliteyi anımsatan biçimler alacağını, toplumsal ilişkilerin, egemen ideolojilerin, feodalizmin karanlık çağlarını anımsatmaya başlayacağını düşünmek bana daha mantıklı geliyor.”
…yaşam da, feodal dönemin köylerinin, herkesin, birbirinin her şeyini bildiği, kaderi bir efendinin (papaz bey sultan) insafına kalmış yaşamına benzemeye başlıyor.”[5]
Bu sözleri dikkate aldığımız zaman Türkiye’de “yeni faşizm”in gelişim sürecinin neden “Osmanlı toplumunun egemen sınıfının” bir fraksiyonu olan “Müslüman entelijensiya”nın devleti ele geçirmesiyle sonuçlandığını da anlamış oluruz:
“Osmanlı toplumunun egemen sınıfının, çok özel konumundan dolayı, kuşaklar boyu kendini yeniden üreterek bugüne kadar varlığını sürdürmeye devam eden bir fraksiyonu, Müslüman entelijensiya… liberal entelijensiyanın da katkılarıyla yeni bir ‘tarihsel blok’ kurmaya başlayarak devletin yönetimini ele geçirdi.”[6]
Muğlak ve karışık anlatımdan doğabilecek tereddütleri gidermek için merceği biraz daha yaklaştırmak gerekiyor:
“Siyasi iktidarı AKP hükümetinde ifadesini bulan Müslüman entelijensiyanın (Osmanlı egemen sınıfın bir kalıntısı olarak) Osmanlı dönemine geri dönme, onun yönetim biçimini, uluslararası ilişkiler anlayışını restore etme amaçlarını liberal-postmodern zevzekliklerden de (“öteki” söyleminden, kimlik siyasetinden, küreselleşmeci fantezilerinden) destek alarak dile getirdiklerini biliyoruz.”(abç)
“Bu, Cumhuriyet döneminin burjuva devrimin getirdiklerini ortadan kaldırarak, Cumhuriyet öncesi ‘bir şeyi’ restore etmeyi amaçlayan bir projedir… Bu proje, 19 yüzyılın Osmanlı gerçeğinden uzak, bugünün dengelerinden habersiz bir ‘Bourbons Alla Turca’ komikliği olarak görülebilir… Bu ‘Bourbons Alla Turca’ ne yazık ki şaka değil…”[7](abç)
“Bourbons Alla Turca” benzetmesiyle, Fransız Devrimi ertesinde Bourbon hanedanının eski feodal düzene geri dönüş (1815-1830) dönemine gönderme yapıldığı açıktır. Yıldızoğlu’nun bunları söylediği yıllarda, özellikle ulusal sol ve ona yakın duran sosyalist sol kesimde AKP’nin ana stratejisinin Türkiye’yi Osmanlı dönemine geri döndürme projesi olduğu sıklıkla yazılıp çiziliyordu. Bourbon’lar üzerinden restorasyon yakıştırmaları “Hamidiye Rejimi”, “dinci despotik Sultanlık” kavramlaştırmaları havada uçuşuyordu. Bu furya hala da dinmiş değil.
Feodalizmden kapitalizme geçişin erken döneminde başta İngiliz burjuva devriminde Stuart’lar (1660-1688), daha sonra Fransa’da Bourbonlar monarşik düzene yeniden dönmeyi gerçekten de başardılar. Fransa’da iktidarı ele geçiren aristokrasi 1815-1830 yılları arasında devrimle kaybettiklerini geriye getirmeye çalıştı. Ancak Metternich restorasyonu da dahil olmak üzere burjuva devrimlerinden önceki düzene geri dönüş girişimleri tutmadı, bir süre sonra burjuva toplumu kaldığı yerden yoluna devam etti.
Aradan iki asır geçtikten sonra 18. yüzyıl restorasyonu ile günümüz arasında paralellik kurmak tarihsel sürece bir dayatmadır. Feodalizmden kapitalizme geçiş çağında devrik feodal egemen sınıflar doğal olarak devrimi ve kapitalizmi kabul etmiyor, eski düzeni geri getirmeye çalışıyorlardı. Kapitalizmin henüz dünya çapında hâkim hale gelmediği, çoğunluktaki geri ülkelerde feodal, pre-kapitalist ilişkilerin güçlü ve yaygın olduğu o yüzyıllarda bu mümkündü.
Gerek emperyalist sisteme her alanda eklemlenilmişken, gerekse 1908-1923 öncesi Osmanlı ekonomik ve toplumsal düzenine geri dönüşe temel veya köprü oluşturabilecek tarihsel-toplumsal, altyapısal dayanaklar yok denecek kadar azken bu mümkün değildir. Dolayısıyla, AKP’nin dış ve iç siyasetini, ekonomi politikalarını, toplumsal yapılanmasını doğrudan Osmanlı hanedanına geri dönüşle ilişkilendirmek anakronizmdir. Cumhuriyet öncesi ideoloji ve kültür artıklarının kapitalizme eklemlenmesi, eski biçimlerin günümüze uyarlanması orta çağın restorasyonuyla karıştırılmamalıdır. Faşistler ve aşırı sağcılar her zaman modern yaşamın kötülüklerine karşı tarihteki yükseliş dönemlerine nostaljiyi canlandırmışlar, geçmişin efsanelerini, tarihsel atılımlarını ve kahramanlarını kurmakta oldukları yeni düzenin yardımına çağırmışlardır.
Çürüyen kapitalizmin yarattığı ortamda dinin yeniden canlanması, Türk burjuva devrimleri öncesi Osmanlı’ya özgü ideoloji ve kültür öğelerinin AKP iktidarı tarafından güncellenmesi geriye dönüldüğü anlamına gelmez. Dinsel faşizm cumhuriyet paradigmasına çerçeve oluşturan Kemalist tarih yazımı üzerine bina edilen resmî ideolojiyi alt edebilmek ve kendi resmî ideolojisini egemen kılabilmek için, uzun bir geçmişe dayanan ve ucu kendinde sonlanan laikçi-dindar kutuplaşmasını derinleştirmiş, 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca bastırılmış muhafazakâr, mutaassıp fikirleri zincirlerinden kurtarmıştır. Kitlelerin geri kesimleri arasında yaşayan dini gelenekleri, İslam’ın geleneksel simgelerini, ritüellerini, rövanşist duyguları hegemonyasını güçlendirmenin ve pekiştirmenin aracı olarak kullanmıştır. Kapitalizm öncesi ideoloji ve kültür öğelerinin iktisadi olgulara kıyasla daha dirençli oldukları, köklerine son verildiği sosyalist aşamada bile yaşamaya devam ettikleri bilinmektedir. Lenin’in defalarca işaret ettiği gibi emperyalistler ve kapitalistler ezilenler ve sömürülenler ordusunun büyümesi karşısında orta çağ unsurlarını desteklemişlerdir.
Buna rağmen AKP iktidarının Osmanlıcı söylemleri feodalizme değil kapitalizme hizmet etmektedir. 20 yıllık iktidarları boyunca bağımlı kapitalizmden saptıkları söylenemez. Bunları geriye dönüşe bağlamak tarihsel faşizmde de örnekleri bulunan dinsel faşizmin özelliklerinin gözden kaçırılmasına yol açar.
Yıldızoğlu’nun “süreç olarak faşizm” teorisinin köşe taşlarından biri olan “Yeni Ortaçağ” kavramının hikayesi eskiye dayanıyor. Novalis (1799), ilahiyatçı Rus filozofu N. A. Berdyaev, Isaiah Berlin, Umberto Eco[8] ve daha nice tarihçi, siyaset bilimci, iktisatçı tarafından değişik biçim ve içeriklerde savunuldu. Yıldızoğlu’nun kitabında hiçbir Marksist’in faşizm tahliline vermediği yeri vererek iki buçuk sayfa boyunca özetlediği Ur-faşizm denemesinin yazarı Umberto Eco, bu konuya ayırdığı yazısında “Yeni Orta Çağ çoktan başladı” ibaresini kullanmıştı. Gerçekliğe bağlı kalmak gibi bir derdi olmayan Gülün Adı ve Foucault Sarkacı romanlarının yazarı postmodernist Eco, geçmişi şimdiye, şimdiyi geçmişe taşımakta bir sakınca görmedi. Konuyu tekrar ısıtıp Soğuk Savaş sonrası dünyayı açıklamakta asıl kullanansa, kitabı 1995’te dilimize çevrilen iş adamı ve eski Fransa Cumhurbaşkanı N. Sarkozy’nin danışmanı Fransız yazar Alen Minc’tir.
Bu uluslararası trendin Türkiye başbayiliğini ulusal sol yapmıştır. Alpaslan Işıklı 2009 yılında aynı adla yazdığı kitabında, 1990’lı yılların başında Washington’un başlattığı yeni dünya düzen söylemini “Yeni Ortaçağ”ın miladı olarak işaretlemiştir. Önsözünde “İçinde bulunduğumuz dönemin geçmiş Orta Çağ ile çok belirgin benzerlikleri var. Bu nedenledir ki yeni bir Orta Çağ’a ayak bastığımızı söylemek, bir hayli gerçekçi görünüyor”[9] demiştir. “Yeni Ortaçağ”ı “küresel Kapitalizmden küresel faşizme geçiş” olarak tanımlayan da odur.
Bu sahte teorinin en hararetli savunucuları Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ve Melih Baş’tır. Y. Küçük “İkinci Ortaçağ”, “…eylülist darbeden sonra ‘yirminci yüzyılın Orta Çağı’ kavramını keşfettim… önümde ve dünyada söyleyen yoktu ve tabiatıyla Marx’ta imkansızdır”[10] diyerek kendi külliyatı adına tapu kaydı çıkartmıştır. Kavramı Minc’ten önce 1922’de Sovyetler Birliği’nden atılmış, Ekim Devrimi’ne reaksiyonun ürünü, umudunu İtalyan faşizmine bağlamış gerici filozof Nicolas Berdiav’ın kullandığını biliyordu, o yüzden yazarın bazı yönlerini törpüleyerek kullanılır hale getirmeye çalıştı. U. Eco’dan ve onlarca Batılı akademisyenden habersiz görünüyordu. 1990’lı yıllarda Türkiye’yi “alt-emperyalist” olarak niteleyen Küçük, bir U dönüşüyle dünya ve Türkiye tarihinin yönünü tersine çeviriverecekti.
Türkiye’nin nasıl “yeni feodal ülke” haline geldiğini detaylarına varıncaya kadar tasvir edenler arasında en radikali Doğu Perinçek ve Aydınlıkçılardır. Yayın organları Teori’nin birçok sayısı ve makalesi, Emperyalist sistemde ve Türkiye’de yapısal dönüşüm başlığı altında, “Yeni Ortaçağ”a ve yeni feodalizme geçiş konusuna ayrılmıştır: “Yeni Orta Çağ, gerçekte ortaçağ’ın küresel karşıdevrimle gerçekleşen restorasyonudur, geleneksel ortaçağın ‘modernlik’ görünümü altında yeniden canlandırılmasıdır.”[11] Türkiye özelinde bunun adı “yeni-feodal ülke” olmuştur: “Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın ‘Yeni Türkiye’ ufku egemenliğin özel çıkar gruplarına bölüştürüldüğü derebeylik sisteminde kendisinin Kral yani en büyük derebeyi olmasıdır. Yeni Ortaçağ’ın devlet örgütlenmesinin özeti budur.”[12] Bu görüşler yine bir U çark edişiyle birlikte “en büyük derebeyi”nin “en büyük anti-emperyalist” ilan edilişine kadar sürecektir. Küçükçüler gibi Perinçekçiler ilk zamanlar çağların çarkını geri döndürürken, zamanla periyodu yıllara kadar düşürmüşlerdir.
“Yeni Orta Çağ” tezi yalnız ulusal sol tarafından savunulmadı, sosyalist solun onlardan etkilenen kesimlerinde de yankı buldu.
“Ortaçağ eğer modernite öncesi ise, Türkiye’de ortaçağa dönüş sadece dinselleşme üzerinden gerçekleşmemektedir, devletin biçimi ve rejim de açıkça modernite öncesine dönüşe, despotizme işaret etmektedir. Ortaçağ saraydır ve saray varsa, siyaset parlamentodan değil saraydan icra edilmeye başlanmışsa, siyaset ‘taht oyunları’na dönüşmüşse, Ortaçağ var demektir.”[13]
F. Yaşlı’ya yine bir haber.sol.org yazarı olup, tarihe postmodernist gözlükle bakan Orhan Gökdemir’i de ekleyebiliriz: “Bugüne bakıyoruz, gerçek, kanlı canlı yeni bir Ortaçağ görüyoruz” demekteydi.[14] Bu tuzağa düşen Marksistleri saymayalım artık.
Bu tezin orta çağa dönüşü siyasi üstyapıyla sınırlamakla kalmayıp, maestro Doğu Perinçek gibi altyapı ve sosyal ilişkiler alanına taşıyan başka versiyonları da vardır. “Erdoğan’ın Yeni-Osmanlıcılığı bir ‘Geri-Feodalleşme’, bir ‘Osmanlı restorasyonu’dur”[15] diyen Mehmet Süreyya, AKP dönemini “feodal mülkiyetin geri dönüşü”, “Yeni vasallık ve tımar sistemi”nin inşası olarak nitelemektedir:
“Erdoğan’ın yeni rejimi siyasal alanla sınırlı bir değişiklikten ibaret değildir. Yeni Osmanlıcılık aynı zamanda eşit ve özgür vatandaşlık ilişkisinin yerine kişiye bağımlılığın esas olduğu hiyerarşik bir toplumsal ilişkiler sisteminin ikamesi anlamına gelmektedir.”[16]
Özetle, adlarını andığımız yazarların sosyalizmden kapitalizme geri dönüşü feodalizme kadar uzatarak, Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sına yazdığı önsözde ortaya koyduğu sosyoekonomik formasyonlar hakkındaki özlü tanımını ters istikamete çevirdikleri söylenebilir. Aslında bu çerçevede söylenenlerin tümü tarihsel materyalizmin ölüm ilanı olarak okunabilir.
Postmodernistler tarih bilim olmazdan önce egemen durumdaki döngüselci tarih anlayışını yeniden hortlattılar. Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun çöküşü ve dağılması iyi bir bahaneydi. Dünyanın geleceğinden umutsuzluğa kapılan devrimci ve ilerici solun freni bozulunca geri dönüş feodalizme, hatta barbarlık çağına dek uzatıldı.
Geleceği geçmişin kopyalanması olarak algılayan idealist döngüselci tarih anlayışı, sol kesimlere bir yandan tarihsel materyalizmden, Marx’ın Kapital ve Lenin’in Emperyalizm analizlerinden, öte yandan sosyalizmden demokratik devrime doğru uzaklaşma olarak yansıdı. Bu ortamda faşizmin Marksist analizi eleştirel bir süzgeçten geçirilip geliştirileceğine ya tamamen terk edildi ya da liberal tezlerle harmanlanarak melezleştirildi.
Faşizmin orta çağa dönüşle ilişkilendirilmesinin ulusal solun buluşu olmadığına değinmiştik. Burjuva tarih yazımında onlarca örneği vardır.
Kökenini Fransız burjuva devrimine feodal tepkide arayan E. Nolte, faşizmi “modernite karşıtlığının irticai bir biçimi”, G. Mosse “moderniteye genel bir karşıtlık”, H. Rogger “Geleneksel düzene ve mitsel geçmişe geri dönme arzusu” taşıyan “bir restorasyon hareketi” olarak gördüler. B. Moore, A. K. Orgapsky, D. Kautsky, V. Sauer (vb.) de benzer görüşler savundular. “Faşizmi şimdiki kapitalizme dayanarak değil feodal geçmişin uğursuz etkisine dayanarak açıklayan”lardan biri de Alman faşizm tarihçiliğindeki Sonderweg ekolüydü.
Faşizm tarihi uzmanı akademisyenler faşizmin köklerini şimdide değil geçmişte, tekelci kapitalizmde değil Orta Çağ’da aradılar. Dinsel ya da başka tür bir faşizmin kökleri nerededir? Tekellerde mi, büyük sermayede mi, küçük burjuvazide mi, yoksa Orta Çağ gericiliğinde mi? Mesele budur. Bu, burjuva faşizm tahlili ile Marksist-Leninistler arasındaki eski bir tartışmadır.
1930’larda P. Togliatti’nin şu yakınması bize bunun tarihsel faşizm kadar eski olduğunu gösteriyor:
“Kısa bir süre öncesine dek, sosyal demokrasi bizim faşizm üzerine söylediğimiz her şeyi yadsıdı, ona ortaçağ biçimlerine bir dönüş, burjuva toplumunun bir soysuzlaşması gözüyle baktı.”[17]
Elbette “Yeni Ortaçağ” teorisi orijinallik olsun diye benimsenmedi. Dünya ve Türkiye tahlili yapmak, mücadele halindeki zıt sosyal güçleri belirlemek ve bu güçlerin izledikleri ve izleyecekleri stratejileri saptamak için benimsendi. Aydınlıkçılar 40 yıl önce pabucu dama atılmış Kemalizan “Milli Demokratik Devrim” teorisinin postmodern bir karikatürü için bundan yararlandılar.
1971 darbesi öncesi sol Kemalistlere yakın duran M. Yanardağ, Kemalist Devrimi kaldığı yerden devam ettirmeyi önerir: “… gerek 1908 Hürriyet, 1923 Cumhuriyet devrimleri, bir önceki çağın değerleri ve kurumlarıyla hesaplaşmayı tamamlamadı. Defter hala açık.”[18] Stratejik hedef bellidir: “Dolayısıyla böyle bir hesaplaşma yaşanmaksızın ne dinci-faşizan düzen ne de cumhuriyet yeniden ve sağlam temellerde kurulamaz.”[19] Orhan Gökdemir bunu daha veciz bir dille özetliyor: “Türkiye, yoluna 150 yıl geriden yeniden başlamak durumundadır artık.”[20]
M. Süreyya ise “Yeniden Demokratik Devrim” stratejisine dayanak yaptığı “Yeni Orta Çağ” tezini son sınırlarına kadar götürür:
“Oysa, Erdoğan’a karşı zeminde kapitalistlerin hatta Tekelci Kapitalistlerin de bulunduğunu, hatta Erdoğan’ı yıkmanın ancak bunların da katkısı ile başarılabileceğini yukarda göstermeye çalıştım.”
“Yeni Orta Çağ” söylendiği yerde kalmıyor, bizi güncel durumda sınıf çatışmasının nerede yoğunlaştığı, neyin mücadelesinin verilmesi gerektiği noktasına getiriyor. Buraya kadar adını andığımız kişilerin az veya çok üzerinde birleştikleri bir nokta vardır: “Aydınlanma devrimi”, “Cumhuriyet devrimi”, “demokratik devrim”, “cumhuriyetin kazanımları”, “laiklik kavgası”… Böylelikle, kapitalist toplumun emek ile sermaye arasındaki temel çelişkisi yerine ikame edilen dinci gericilik ile laikçi-cumhuriyetçilik, ilerici-gerici saflaşmasına, önümüzdeki temel görevin burjuva demokratik devrimin tamamlanması olduğuna gelmiş oluyoruz. Ortak manifestoyu Yanardağ açıklıyor:
“Bugün, sınıf mücadelenin eksenini de laiklik karşısında alınacak tutum belirliyor. Çünkü laiklik, bir orta sınıf fantezisi ya da bir Kemalist saplantı değil, sınıf mücadelesinin de demokratikleşmenin de eşitlik kavgasının da üzerinde yükseleceği asıl zemin, olmazsa olmaz bir ön koşuldur.”[21]
Laikçi-Batıcı büyük sermaye, Avrasyacı asker-sivil elitlerle aramızda bir sınır olmak zorundaysa, sınıf mücadelesinin ekseni laiklik mücadelesi olamaz. Demokrasinin önkoşulunu oluşturan laiklik talebi elbette sosyalistleri, sosyal demokratları, ilerici aydınları, orta sınıfları, Alevileri kesen ve bunların hepsini etrafında birleştiren önemli bir taleptir. Ancak işçi sınıfını, kent ve kır emekçilerini, Kürt ulusal hareketini kucaklama ve devrim cephesinde birleştirme kapasitesine sahip değildir. Devrimin temel bileşenlerini düzen karşıtı ortak bir cephede birleştirecek olan baş mesele laiklik değil, dinsel faşizmin iktidarına, büyük sermayeye ve emperyalizme karşı sosyalizm, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesidir.
Sonuç olarak, “yeni orta çağ” saptaması 2002 öncesi Türkiye’ye veya Millet İttifakı’nın sloganı “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e, faşizme ve sermayeye karşı mücadeleyse sosyalizme götürür.
Sürecek…
Dipnot:
[1] Merdan Yanardağ, Liberal İhanet, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul-2014, s. 245.
[2] Age., s. 246.
[3] Age., s. 214.
[4] Age., s. 227
[5] E. Yıldızoğlu, “Kapitalizmden sonra ‘yeni-ortaçağ’ mı?” Cumhuriyet, 10 Kasım 2015.
[6] E. Yıldızoğlu, ‘Bir Açıklamanın Düşündürdükleri’, Cumhuriyet, 14 Kasım 2012.
[7] E. Yıldızoğlu, “Bourbons Alla Turca”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2013.
[8] “Yeni Bir Orta Çağa Doğru” yazısının teması, ortaçağcılık ve çağdaş dönemde bunun yeniden canlanmasıdır. Eco, terörizm ve tarikatların ortaya çıkması gibi olguları Orta Çağın geri gelişinin kanıtı sayar.
[9] Alparslan Işıklı, “Yeni Ortaçağ”, İmge Yayınevi, Ankara-1995.
[10] Y. Küçük, Çıkış, Tekin Yayınevi, 2015-İstanbul, s. 61.
[11] Mehmet Ulusoy, “’Yeni Ortaçağ’ın İdeolojisi ve İlerici-Gerici Saflaşması” Teori, Eylül 2014, Sayı: 296, s. 11.
[12] Uğur Aytaç, Teori, “Düzenin Kendini İnkârı: Yeni Ortaçağ”, Eylül 2014, S: 296, s. 24.
[13] Fatih Yaşlı, “’Dünya düzdür’ ya da Ortaçağa dönen Türkiye”, Birgün, 06.09.2017.
[14] http://www.solpaylasim.com/k7340-insanlar-ve-koyunlar-orhan-gokdemir.html, 28.11.2017
[15] Mehmet Süreyya, “AKP, Faşizm ve Demokratik Devrim üzerine notlar (2)”, http://sendika62.org/2018/05/akp-fasizm-ve-demokratik-devrim-uzerine-notlar-2-mehmet-sureyya-493531/,
[16] Agy.
[17] Palmiro Togliatti, Faşizm Üzerine Dersler, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1979-Ankara, s. 28.
[18] M. Yanardağ, Liberal İhanet, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul-2014, S. 261.
[19] Age, s. 262.
[20] Haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/zaman-yolcusu-238104, 22.05.2018.
[21] M. Yanardağ, “Laiklik ve sınıfsal-ideolojik mücadelenin önemi”, abcgazetesi.com, 26 Kasım 2016.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.