tarih boyunca, kadın bedeni savaşın alanlarından biri oldu. kadınlar ellerine silah almadan önce de savaşların mağduruydu. bugün kadın barış hareketleri, kadınların barışçıllığı üzerinden değil bu mağduriyeti ortadan kaldırmak üzere ilerliyor
savaş, insanlığın tarihi boyunca gördüğü en büyük yıkımların sorumlusu ama bütün savaşların birbirinin aynı olduğu, her savaşta bütün tarafların haksız olduğu ve en önemlisi, en kötü barışın en iyi savaştan ehven olduğu doğru değil. bazı savaşlar haklı sebeplerle yürütülüyor; örneğin sömürgeciliğe karşı yükselen halk kurtuluş savaşları. ama paylaşım savaşlarının haksız savaşlar olduğuna şüphe yok.
kadınların fıtratları gereği, tarih boyunca hep barıştan yana olduğuna ilişkin iddialar var. buna da katılmıyorum çünkü kadınların da, erkekler gibi kötü, ırkçı, milliyetçi, militarist olmaya haklarının bulunduğunu ve bizzat bütün bu olumsuz şeyleri olduklarını gördüm. buna karşılık, kadın barış hareketlerinin önemli bir geçmişi var.
modern tarihte bilinen ilk kadın barış örgütü olan barış ve özgürlük için uluslararası kadın birliği[1] 1915’te, ilk dünya savaşı sırasında, bir kısmı süfrajet, çoğunluğu da komünist olan kadınlar tarafından kuruluyor, çizgi ve eylem olarak zamanın komünistlerinin barış çağrılarıyla uyum içinde çalışıyor. ama feminizmin ikinci dalgasının yükselmesiyle birlikte feministler birlik’te de güçleniyor ve kadın barış hareketinin politik temelleri de atılıyor. bunları şöyle sıralayabiliriz:
– savaş kararları erkeklerin egemen olduğu hükümetler tarafından alınmakta ve erkeklerin savaştığı ordular tarafından hayata geçirilmektedir.[2] zaman içinde, condeleezza rice gibi kadınların yetki sahibi olması, kadınların, özellikle paralı ordularda görev yapması ve özellikle ırak’ta halka erkeklerden geri kalmayacak şekilde eziyet etmesi bu temeli ortadan kaldırdı.
– silah endüstrisinin 20. yüzyılda geldiği noktada savaşlar ordular arasında değil, askeri güçler ve sivil halk arasında cereyan ediyor. sivil halkın çoğunluğunu da kadınlar ve bakmakla yükümlü sayıldıkları çocuklar oluşturuyor. bir araştırmaya göre, bugün, bir çatışma alanında yaşayan bir kadının savaşta ölme riski örneğin abd’de yaşayan bir askerden daha fazla.
– bilebildiğimiz tarih boyunca, tecavüz bir savaş yöntemi olarak kullanıldı, etnik temizlik her zaman katliamlarla değil, zaman zaman da tecavüz yoluyla uygulandı.[3] kadınlar tüm savaşlarda savaş ganimeti olarak görüldü. örneğin ikinci dünya savaşı sırasında abd askerlerinin japon kadınlara toplu tecavüzleri uluslararası mahkemelerde yargılandı. savaşı bitiren müttefik güçlerin almanya’da binlerce kadına tecavüz ettiği biliniyor. abd askerlerinin vietnam’ı işgal ettikleri sırada vietnamlı kadınlara sistematik biçimde tecavüz ettikleri tespit edildi. tecavüz, ışid’in de savaş yöntemlerinden biri oldu; ypj’li kadınlara, onları yaraladıktan sonra tecavüz ettikleri çok vaka bildirildi. kürdistan’da da askerlerin, sivil nüfustan kadınlara tecavüz ettiği birçok olay açığa çıkartıldı; kamuoyuna ilk yansıyan vaka, 1993 yılında şükran aydın’ın jandarma karakolunda tecavüze uğraması oldu. aydın daha sonra aihm’de açtığı davayı kazandı ve tazminat aldı. bir de en yakın örneklerinden biri musa orhan olan ve benzerleri japonya’da ve vietnam’da DA görülen vakalar var; işgalci olmanın verdiği -istese ulaşılamayacak olma gücünü- ve askerliğin gücünü kullanarak, kadınlarla, geçici olması niyetiyle ama onlara sürekli olabileceği izlenimini vererek, onlara -hamilelik gibi- zarar verebilecek ilişkiler kurma.
tarih boyunca, kadın bedeni savaşın alanlarından biri oldu. kadınlar ellerine silah almadan önce de savaşların mağduruydu. bugün kadın barış hareketleri, kadınların barışçıllığı üzerinden değil bu mağduriyeti ortadan kaldırmak üzere ilerliyor.
türkiye, geçtiğimiz kırk yılı, terörle mücadele adı altında savaşla geçirdi, geçtiğimiz on küsur yıl boyunca, bir vekalet savaşı da denen suriye savaşının sonuçlarını ve etkilerini yaşadı, şimdi yanı başında bir savaş daha var. devletlerarası siyasetle biraz olsun ilgilenenler bütün bunların nasıl birbirinin içine geçtiğini de biliyor.
feminizmin enternasyonal temelleri olduğunu söylemek bir propaganda cümlesi değil.
kadın kurtuluş hareketi, terörle mücadele adı altında yürüyen savaşa karşı sesini ilk yükseltenlerden biri oldu. bu yanıyla, yugoslavya savaşı sırasında, kendi ordularının etnik temizlik ve tecavüz siyasetine karşı belgrad’da gösteri yapan sırp kadınların kurduğu siyahlı kadınlar hareketiyle benzerlikler taşır. aynı şekilde, türkiye cumhuriyetinin, suriye, libya’da yayılmacı politikalarına karşı çıktı. bu tutum, abd’de, ırak işgali sırasında, abd’nin yürüttüğü ve finanse ettiği savaşlara karşı mücadele etmek için kurulmuş bulunan ve günümüzdeki en önemli kadın barış örgütlerinden biri olan codepink’in, kendi devletinin politikalarına karşı çıkmaya dayanan olan çizgisiyle de uyum içinde.
yanı başımızda bir savaş daha başladı. bu paylaşım savaşı, kadınlara karşı yürütülen bir savaş aynı zamanda. sadece ukraynalı ve rus savaş mekanizmalarından bahsetmiyorum. bizlerle aynı devletin kimlik kartını taşıyıp suriyeli kadınları, kız çocuklarını ikinci eş olarak alanlar, ucuza seks işçisi olarak çalıştıranlar, yarım ağız savaşa hayır derken, rus ve ukraynalı kadınlara tecavüzün ya da düştükleri dar durumdan yararlanarak onlardan ucuza seks hizmeti almanın hayalini kurmaya başladı.[4] bu, birkaç densizin sosyal medyada yazdıklarından ibaret değil. sscb yıkıldığından beri geçmişte o ülkelerde yaşayan kadınları zorla seks işinde çalıştıran acımasız mekanizmaların,[5] türkiye gibi mafyanın cirit attığı bir yerde uzantılarının olduğunu ve bu krizi fırsata çevirmenin planlarını yaptıklarını tahmin etmek güç değil.
rusya da, ukrayna da lgbti+ hakları açısından birbirinden beter ülkeler. savaş koşullarında yükselen erkek egemen düşünce tarzının[6] ve militarizmin bu insanlar için çok daha ağır koşullar yaratması maalesef çok yüksek ihtimal. bu, farkında olmakla ya da kınamakla geçiştirilebilecek bir mesele değil.
bütün bunlar bizim derdimiz ve politik sorumluluğumuz. bu kadınların geleceğinin erkeklerin onlara biçtiği şekilde değil de hak ettikleri gibi olması sadece yardım ve destekle sağlanamaz. kadın kurtuluş hareketi de, lgbti+ hareket de, haklar için verilen mücadelenin çok ötesinde, geleceğin kurucu iradelerini oluşturuyor. devletlerin farklı kararlar vermesi, silah endüstrisinin çıkarları ve yayılmacı politikalara değil halklara hizmet etmesi için ısrar ve mücadele bunun bir parçası.
bugün kadın kurtuluş hareketinin ulaştığı güç ve geldiği noktada, yeni sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. devletlerarası siyaseti takip etmemek gibi bir lüksümüz yok örneğin. her yandan gelen yanlış bilgiler, çarpıtmalar arasında yoldaş olunacak örgütleri, doğru kaynakları ve gerçeği aramak ve bulmak gerekiyor.[7] kadın barış hareketinin uluslararası bağlar kurması açısından çok kritik ve önemli topraklarda yaşıyoruz.
son olarak şunu hatırlatmak istiyorum. sömürgeleştirilmiş topraklarda yaşayan feministler sömürgecilik karşıtı mücadelenin onlar için birincil öneme sahip olduğunu söylüyor. bunu, kadın bedenine el konulma pratikleriyle sömürgeleştirme arasında -bana gerçekçi gelmeyen- paralellikler kurarak yapanlar da var. ama sömürgeciliğin cinsiyetle ilgili sonuçları da var: toplumda geleneklere bağlanma direncine sebep oluyor, patriyarkal düşünce, toplumsal dönüşüme dair tüm fikirleri sömürgeciyle özdeşleştirerek işbirliği[8] kuruyor.[9] kadın kurtuluş hareketi, dünyanın bütün dertlerini gündemine almakla yükümlü değil ama sömürgeciliğe karşı mücadele andığım sebeplerle, o topraklarda yaşayan kadınların önceliklerinden biri.[10] diğer yandan sömürgeleştirilmiş halklardan insanların cinsiyete dair dertlerinin olmayacağı, eşcinsel ya da transseksüel olmanın ya da cinsel özgürlüğün onlar için lüks olduğu, bu halklara mensup kadınların kendi bedenleriyle ilgili kararları veremeyecek cahil insanlar oldukları, fikri de sömürgeci düşünce yapısının parçası ve çok yaygın.
diğer yandan, kadın özgürlüğü ve lgbti+ hakları, sömürgeci, işgalci ve emperyalist müdahalelerin bahanelerinden biri. abd afganistan’ı kadınların özgürlüğünü sağlamak için işgal ettiğini iddia ediyordu. israil, kendisini lgbti+ hakları açısından ortadoğu’nun en demokratik devleti olarak sunmaya ve böylece işgal ve apartheid suçlarını aklamaya çalışıyor.[11]
yanı başımızda bir paylaşım savaşı yürüyor. vatandaşı olduğumuz devletin bu savaşı fırsata çevirmeye yeltenmemesi, aynı devletin vatandaşı olduğumuz erkeklerin bu savaşı fırsata çevirmeye yeltenmemesi kadın kurtuluş hareketinin meselelerinden biri. her gün ve 8 mart’ta da.
dipnotlar:
[1] women’s international league for peace and freedom; wilpf.
[2] 8 mart feminist gece yürüyüşü’nün ilk kez gerçekleştiği 2003 yılında “hitler, mussolini, şaron, miloşeviç, bush, saddam… hepsi erkek, tesadüf mü?” yazan bir pankart taşınmıştı.
[3] yugoslavya savaşında “olağan” savaş tecavüzlerinin yanı sıra, doğurganlık yaşındaki boşnak kadınlara, sırp askerler tarafından, sistematik biçimde, hamile kalana kadar tecavüz edildiği, böylece onların “sırp” çocuklar doğurması sağlanarak etnik temizlik yapılmaya çalışıldığı biliniyor.
[4] bu noktada sscb yıkıldıktan sonra ziyaret ettiği rusya’yı, “çok ucuza çok güzel kızlarla birlikte olmak mümkün” diye öven hıncal uluç’u hatırlamamak elde değil. ayrıca, o sırada memelerinin üzerine slogan yazma taktiğini uygulamadıkları için hatırlanmıyor olabilir ama femen’in ukrayna’daki ilk eylemi türkiye büyükelçiliği önünde, “ukrayna sizin kerhaneniz değil” pankartlarıyla yapıldı.
[5] rus mafyasının, ellerinden kaçan kadınları yakalayabildiklerinde bedenlerine ütü bastırarak cezalandırdıklarını siz de okumuşsunuzdur.
[6] erkek olmanın, tecavüz edebilmenin, dövüşebilmenin insana üstünlük sağladığına ilişkin zırvalar.
[7] bu konuda aklıma gelen en çarpıcı örnek; 2014’te, odessa’da, neonazilerin, içinde insanlarla birlikte ateşe verdiği binanın önünde fotoğraf çektiren femen’li ivgenya kraizman’ın bir özgürlük eylemcisi gibi sunulması.
[8] örneğin birçok afrika ülkesinde, eşcinselliğin, sömürgecilerin batıdan taşıdığı bir pratik olduğu fikri yaygın. bu konuda daha fazla bilgi için bknz homofobi sözlüğü, sel yayıncılık.
[9] yakın tarihe baktığımızda şunu görüyoruz: kürt kadın hareketi, sömürgecilikle mücadele ve kadın özgürlüğü için mücadele arasındaki bu gerilimi, belki de uluslaşma süreciyle paralel yürüdüğü için, hızla aştı.
[10] feminist hareket, bütün baskı, sömürü ve egemenlik ilişkilerini ortadan kaldırmakla yükümlü değil ama bu sistemlerle uzlaşmama yükümlülüğü var. bu belki başka bir yazının konusu.
[11] dünyanın pek çok yerinde, onur yürüyüşlerinde, pinkwashing adı verilen bu propagandaya karşı pankartlar taşınıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.