Bütün sevdiklerinin adını unutabilirsin, bütün sevdiklerinin yüzünü… Adını, doğum tarihini, hangi yılda hangi günde olduğunu… Okulunu, mesleğini, yaşını unutabilirsin. Çiçeklerin adını, ağaçların cinsini, denizin rengini unutabilirsin hatta… Ama asla unutmadıklarınla ayaktasın, bunu unutamazsın, bunu duyumsuyorsun çünkü; bilmek değil bu sindirip kendinleştirmek!
Yemyeşil ormanlar gibi, bitimsiz çayırlar gibi sarmış saçlarıyla dünyayı. Bu umut işte!
Demir parmaklıkların üstüne çıkmış, aşmış geçmiş adeta o barikatları, arkasında geleceğimizi kucaklayan kıpkızıl bir deniz…
Herkes baksın bu aynaya; herkes onda ister kendini görsün. İsterse meydan okuyan duruşuyla hafızalarımıza yerleşen ifadesini oturtsun Garibe’nin… Onu görürse saygıyla gülümsesin, kucaklayıversin minnetle, onurla… Kendini görürse ya hesaplaşacak, özeleştiri yapacak ve yeni bir savaş başlatacak kendi kendisiyle. Kimbilir, belki bugün belki yıllar sonra, ama bir gün mutlaka. Bu birikim her çıbanın patlama noktasıdır, belki bugün belki…
“kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı”
Hiçbir şeyi havale etmemiş Garibe tarihe, umutlarını bile götürmemiş yanında. Geridekilere bırakmış kucak kucak, dağlar kadar görkemli.
“Binlerce Kürdün ödediği bedel yanında benimki ne ki…” demiş olmalı. İşkenceye dayanırken de aşağılanmaya ve hiçe sayılmaya başkaldırırken de bilincinde özenle sakladığı direnen ve savaşan bir halkın kadın öznelerinden biri olarak kuşandıklarının her birini gözü kapalı teslim etmiş ardıllarına. Çünkü o da kendinden öncekilerden devralmış bu bayrağı.
Anlatılarla, tanıklıklarla besleyip büyütmüş onları. Koynunda saklamış direnişin tohumlarını, ufak ufak yeşermelerini izlemiş. Buna uygun bir koşu tutturmuş sonra, geleneği bozmamış. Hiç tanımadığı, yüzlerini görmediği, adlarını bile bilmediği nice Kürt kadını soruşturma, gözaltı, işkence, boyun eğdirmeye nasıl direnmişse o bunların hepsini belleğine kazımış, ustaca kurgulamış.
Sonra zamanı geldiğinde tıpkı onlar gibi, onlara yakışan bir duruşla dimdik karşılamış faşist saldırganlığı. Zulüm yıkamamış onu. Yüzlerce yıl sonraya kalacak bir çığlık bırakmış. Esin olmuş bütün mücadeleci kadınlara, bestecilere ezgi, şairlere şiir, ressamlara renk bırakmış. Şimdi onunla da soluk alıyor dünyamız, kanat çırpıyor özgür düşlerimiz…
***
Gülmek nasıl bir halk gülüyorsa gülmekse
Unutmak da bir halk unutabilirse unutmaktır
Hiçbir şeyi unutmadı bu halk, asıl önemli olan bu işte!
Bütün sevdiklerinin adını unutabilirsin, bütün sevdiklerinin yüzünü… Adını, doğum tarihini, hangi yılda hangi günde olduğunu… Okulunu, mesleğini, yaşını unutabilirsin. Çiçeklerin adını, ağaçların cinsini, denizin rengini unutabilirsin hatta… Ama asla unutmadıklarınla ayaktasın, bunu unutamazsın, bunu duyumsuyorsun çünkü; bilmek değil bu sindirip kendinleştirmek!
Acılarını unutmuyorsun, halkının acılarını da ideallerini de unutmuyorsun. Unutmak ne kelime, onlar ayakta tutuyor seni bir nevi. Neden BU zindanda olduğunu unutmuşsan da NEDEN orada olduğunun farkındasın Aysel. Bir bir kaydetmişsin zihnine her birini. Belki bundan sonra bir akıl defteri tutman gerekir ama bir yerlere kaydetmesen de bütün bunları aslında çok iyi biliyorsun. Etinde-teninde biliyorsun. Çünkü bunlar seni sen yaptı, insan kendisi olmaktan çıkmadığı sürece unutmaz bunları.
Unutmak oysa ne kadar kolaydır yüzeysel olanlar için. Yaşamış olmak için yaşayanlar, günü ve anı yaşayanlar için nasıl da kolay bir sonraki adıma bir sonraki güne hiçbir çaba harcamadan akıvermek…
Kapkara saçların beyaza kesmiş, alnında, dudaklarının kenarlarında çizgiler. Hepsini ince ince nakış gibi işledi yıllar, hepsini ilmek ilmek ördü mücadele. Şimdi unuttuklarınla birlikte onlar yerleşiyor yüzüne iyice. Unuttuklarını sor bize söyleriz, bin kez de sorsan yine söyleriz. Sen bizim yoldaşımızsın ve bunlar bizim düşmanımız. Seni bile bile unutuşun kör kuyularına salmak isteyenler… Senin bilincine yer etmiş her çizik bizim akıl hanemizde şimdi. Sen unutursan biz hatırlatırız. Unutmayacaklarınla ayaktasın çünkü. Bu asla silinmeyecek olandır.
Saçların belki eskisi gibi siyah olmayacak yeniden. Hafıza defterin belki eskisi kadar zengin bir hatıralar zinciri sunmayacak. Olsun. Bütün anılarını toplayacağız el birliğiyle. Anneni de davet edeceğiz bu şölene. Ölümsüzleşen yoldaşlarını da… Her biri duruyor yerli yerinde, bütün çentikler o ortak hazinemize gömülü. Üstlerini temizleyeceğiz sadece. Senin bile çoktan unuttuklarını getireceğiz yanına. Bu kızıl barikatın içinde hepsi, bu kızıl geleceğimizde…
(*) Aslı Filiz’in Paris’te “Nos mains sur les hanches” adlı resim sergisini gezerken ve sonrasında içimden taşıp dökülenler…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.