Tanımla uzun açıklamaları veya analizi karıştırmamak lazımdır. Tanım, ele alınan konunun niteliksel yönünü ve belirleyici özelliklerini, yani özünü ortaya koymak, detaycılıktan veya tersine tek özelliğe indirgemekten kaçınmak durumundadır. Faşizmin paradigmatik biçimleri sayılan Almanya ve İtalya örneklerini esas alan Dimitrov, faşizmin sınıfsal özünü (finans kapital), tarihsel yerini ve ekonomik temelini (tekelci kapitalizm), devlet biçimi olarak burjuva demokrasisinden farkını, açık teröre ve saldırganlığa dayalı iç ve dış politikasını tek cümleye sığdırmayı başarmıştır. Tarihsel faşizmin bütün türlerini kapsaması gerekmiyordu, çünkü Marx kapitalizmi, Lenin emperyalizmi en ileri örnekleri üzerinden çözümlediler
E. Yıldızoğlu, “süreç olarak faşizm” ve “Yeni Faşizm” kavramlarını birleştirerek “Süreç olarak Yeni Faşizm” (s.14,15) dediği yeni bir kavram üretiyor. İkisinin de kendi buluşu olmadığını ileride göstereceğiz.
Kitabın en baştaki boş bir sayfası U. Eco’nun, “21’inci yüzyılın en büyük yanılgısı faşizmin tekrar Nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır” epigrafına ayrılıyor. Epigraf kitabın sırrını oluşturduğundan, ben bu klişede bir sayfayı hak edecek özgün bir şey göremiyorum. 11 Eylül 1938 gibi erken bir tarihte, ilahiyat profesörü Halford E. Luccock kilisedeki bir vaazında, “Amerika’ya faşizm gelirse, ‘Made in Germany’ şeklinde etiketlenmeyecek; gamalı haç işaretli olmayacak, elbette o, Amerikancılık olarak adlandırılacak” demiş; ertesi gün de The New York Times, bunu “Bir Tehdit Olarak Görülen Örtülü Faşizm” başlıklı makalesiyle gündeme taşımıştı. Marksist-Leninistlerin bunu yerli yerine oturtan bilimsel analizlerini saymıyorum artık.
Buradan, bizim 68 kuşağının elinde Georgi Dimitrov’un Faşizme Karşı Birleşik Cephe’si neyse, Yıldızoğlu için de Umberto Eco’nun 1995 yılında Columbia Üniversitesi’ndeki bir konferansta okuduğu Ur-faşizm yazısının o olduğuna gelmek istiyorum. Mademki kendisi solun “siyasi eylemine ışık tutma”[1] iddiası taşıyor, öyleyse kısaca da olsa bunun üzerinde durmalıyız.[2] Çünkü her teori gibi bunlar da farklı pratikler üretirler.
Yeni Faşizm’in iki sayfası eski ve şimdiki faşizmi çözmenin anahtarı olarak Eco’nun özellikler listesine (59-60) ayrılmasıyla birlikte epigraf yerli yerine oturmuş oluyor. Yazar “Faşizmin özü” gibi iddialı bir başlık altında, “Faşizmi ‘kendisi yapan’, zaman içinde değişmeyen özelliklerini (özünü oluşturan bileşenleri) daha önce Eco’dan aktarmıştım”[3] demektedir. Faşizmin özsel karakteristiklerine değinmeksizin, aşırı sağı da kucaklayan kalabalık bir özellikler listesi çıkaran Eco’da asıl olmayan da budur.
Bu makalenin ne klasik/tarihsel ne de şimdiki faşizmi açıklayacak bir özellik taşımadığına başka bir yazımda değinmiştim. Yanlış anlaşılmamak için hemen şunu belirteyim ki, faşizmin dünyada yeniden yükselişe geçtiği bir dönemde, Umberto Eco gibi ünlü bir yazarın tutumunu açıklamasını anti-faşist mücadele açısından değerli buluyorum. Bunun daha iyisini İspanya iç savaşını izleyen Ernest Hemingway, gazeteci ve romancı kimliğiyle yapmıştı.
Ama ne yazık ki, Eco’nun özenle hazırladığı İtalyan usulü pizzasının üzerindeki sinekler onu yenmez hale getiriyor. Mesela, “Komünistlerin, Direnişi sanki kişisel mülkleriymiş gibi istismar ettikleri doğru” sözü ya da “totaliter Stalin”, “faşist Zhdanov” nitelemeleri. Buna karşılık, tarafını seçmekte ufak bir tereddüt göstermeksizin, İtalya’nın güneyine çıkartma yapan Amerikan birliklerinden sempatiyle söz ediyor: Emperyalist çıkarlarını korumak ve komünistler İtalya’yı ele geçirmesinler diye orada bulunan askerler için, “Bizim özgürlüğümüz uğruna kanlarını akıtan Amerikan gençliği” diyebiliyor. Aynı şekilde, “Franchi benim kahramanım olmuştu” dediği eski partizan Franchi (asıl adı Edgardo Sogno) için söylediği şu sözler Eco’nun anti-faşizminin burjuva koordinatlarını ele veriyor: “Franchi (asıl adı Edgardo Sogno idi) Komünizmden öylesine nefret ediyordu ki, savaştan hemen sonra radikal sağcı gruplara katılmış ve irticacı bir darbe projesine yardım etmek ile suçlanmıştı. Kimin umurunda ki? Sogno hâlâ benim çocukluk kahramanım olarak yerini koruyor.”[4]
Eco’nun anti-faşizminin sınırları burada bitiyor. Bunu umursamayan Yeni Faşizm yazarı ise, “Umberto Eco’nun ‘Ur’ faşizmi tanıma listesinden yararlanarak, faşizmi bugün bir olgu ve en önemlisi bir süreç olarak tanımaya çalışırken… izleyen bir rejim süreç olarak tanımlayacağız.” (s.88) demekte sakınca görmüyor. Böyle bir kılavuzun yardımıyla varılacak yer, kılavuzun kendisinin vardığı yerin fazla uzağında olmaz herhalde.
Yeni Faşizm kavramına gelince yeni değildir, en az 70 yıldır her dilde kullanılan Neo-Faşizmin Türkçesidir. Geniş kesimlerce benimsenmiş bu kavramın tarihsel seyrini ve büründüğü biçimi anlaşılır kılmak için geçici olarak konudan ayrılacağız.
İkinci Dünya Savaşı sonunda uluslararası faşizm büyük bir mağlubiyet aldı. Franko, Salazar ve öteki askeri faşist diktatörlükleri faşizmden saymayan liberal yazarlar, faşizmi emperyalizmin ve bağımlı kapitalizmin içine yerleştirmediklerinden öldüğünü ilan ettiler. Yıldızoğlu da kitabında “1980/1990’lar”a gelinceye kadar faşist parti ve hareketler ortalıktan toz olmuşlar gibi cümleler ve paragraflar kuruyor.[5]
Oysaki, faşizmin evrensel cenaze töreninin üzerinden çok geçmeden, emperyalizmin gözeneklerinden faşizm fışkırmaya, kalıntılar ve sonradan çıkmalar örümcek ağlarını örmeye çoktan başlamışlardı. Mayası pragmatizmle yoğrulmuş neo-faşizm, eski özünü terk etmeden yeni koşullara ayak uydurmakta zorlanmadı. Savaş sonrası dünya gibi, faşizm de konjonktüre göre, yani ait olduğu yeni tarihsel ve toplumsal bağlama göre biçimlendi.
Dünya sosyalist ve emperyalist olmak üzere iki kampa bölünmüştü. Devrimci ve ilerici hareket “üçüncü dünya” denilen ülkelerde oldukça dinamikti. NATO, Dünya Bankası, IMF gibi uluslararası kuruluşlar, aynı zamanda faşist ruhlu Soğuk Savaş aygıtları olarak devreye sokuldular. 1945-1975 arasında krizsiz geçen 30 yıl boyunca, emperyalist burjuvazi, metropol ülkelerde işçi sınıfı hareketinin önünü kesmek ve sosyalist sistemin cazibesini kırmak adına, “devlet tekelci sosyal refah kapitalizmi” stratejisi uyguladı. “Refah Devleti” söylemi, “merkez sağ”, sosyal demokrat iktidarlar ve yozlaşmış revizyonist partiler yardımıyla hedefine ulaştı.
Neo-faşizmin beli kırılmıştı ama yok olmamıştı. Emperyalist ve sözde demokrasilerde, en başta da Almanya’da eski Naziler devlet bürokrasisi içinde yerlerini koruyorlardı. İşinin ehli Naziler NATO ve CIA karargahlarında görevlendirildiler. Portekiz’den İtalya ve Türkiye’ye kadar pek çok NATO ülkesinde faşist hareketlerle bağlantılı gizli Gladyo birimleri örgütlendi. Gladyo, paramiliter faşist hareketin, ait oldukları ülkelerin hükümetlerine bildirilmeden askeri birimler içine gizlenmiş özel bir biçimiydi. ABD yardımıyla Latin Amerika’ya kaçan Nazi savaş suçluları gittikleri ülkelerde askeri faşist rejimlere danışmanlık görevlerine getirildiler. Bağımlı ülkelerde emperyalizmin ve yerli egemen sınıfların desteğinde askeri faşist rejimler kuruldu. Pinochet’ler, Videla’lar yanında, İran’da Şah Pehlevi, Filipinler’de Ferdinand Marcos gibi “sivil” faşist iktidarlar işbaşındaydı.
İspanya, Portekiz ve Albaylar Cuntası hariç Avrupa’da egemen sınıf açısından risk oluşturan faşist diktatörlükler kurulmadı, buna gerek de duyulmadı. Ancak, 1950’lerden itibaren, başta Almanya ve İtalya olmak üzere, Avrupa’nın hemen her ülkesinde faaliyet gösteren neo-faşist, neo-Nazi parti ve gruplar, gönüllü komünizm ve halk düşmanları olarak iş başındaydılar. Kapitalist devletlerin ve büyük sermayenin örtülü desteğiyle komünistlere, anti-faşistlere, ilericilere, giderek göçmen işçilere karşı tehdit ve sindirme görevlerini sadakatle yerine getirdiler.
Sonuçta, Yeni Faşizm, faşist kimliğini gizleyen partiler, hatta gamalı haçlı, yarı paramiliter örgütler olarak 1980-1990 öncesinde de vardı. Sağlı “sol”lu tahterevalli oynayan ana akım siyaset çökmedikçe faşist hareketlere iktidar yolu kapalı tutuldu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi başka şeyler gibi neo-faşizm içinde yeni bir evredir. Emperyalist saldırıyı arkasına alan yeni faşist atak, Soğuk Savaş’ın bitimiyle başlayan “dünya solu”nun ağır yenilgisinin faturasıydı. Sosyalist veya kendilerini öyle adlandıran kapitalizme geri dönüş yolundaki ülkelerin (Çin ve Küba hariç) artık olmadığı, uluslararası devrimci mücadelenin ve işçi sınıfı hareketinin dibe vurduğu, “Devlet tekelci sosyal refah kapitalizmi”nin tersine çevrildiği, emperyalist sistemdeki sosyal eşitsizliklerin son haddine vardığı, gelişmiş kapitalist ülkelere yabancı işçi/göçmen akınının tarihi rekorunu kırdığı, 20. yüzyıl tarzı devrimlerin görülmez olduğu, başta kadın hareketi olmak üzere yeni toplumsal hareketlerin yükseldiği, bölgesel ve yerel ayaklanmaların/isyanların zaman zaman parlayıp sonra geri çekildikleri, kapitalist devletlerin kendilerine yönelik devrim tehdidiyle karşılaşmadıkları, ileri çıkışlara rağmen yenilgicilik döngüsünün tam kırılamadığı, postmodern kültürün evrenselleştiği, her renkten “sivil toplumculuk”un ve siyasal İslam’ın açılan boşluğu doldurduğu, teknolojik gelişmelerin/üretim süreçlerinin ve mali piyasalarının kayda değer değişiklikler geçirdikleri, yeni durumun “küreselleşme”, “yeni ortaçağ” gibi sapkın tezlerle açıklandığı, yükseleceği kadar yükseldikten sonra neoliberalizmin krize girdiği yeni bir dönemdi. Neoliberalizmin kriziyle derinleşen bağlamda faşizm daha da canlandı. Böylelikle eskisiyle hem ortak hem farklı yanları olan yeni bir forma büründü.
İki savaş arasının olağanüstü koşullarının ürünü klasik faşizme kıyasla paramilitarizm, anti-komünizm, anti-semitizm, süreğen terör, jenosit (vb) özellikleri kısmen körelmiş, yerleri somut duruma uygun başkalarıyla doldurulmuştur. Popülizm, illiberal demokrasi, post-faşizm ve süreç olarak faşizm gibi ılımlı faşizm “teori”leri (ya da “kültür savaşları” gibi anti-faşizm modelleri), 21. yüzyılın damgasını taşıyan geçici bir zaman diliminin ürünüdür. Dünya kendini tamamlamamış bir süreçten geçiyor. Şimdiki faşizm sahici yüzünü merkez siyasette çarpıcı bir çöküş olduğunda, eski tahakküm biçimleri yetmemeye başladığında ve radikal bir devrim tehdidi meydana geldiğinde gösterecektir.
Yeni Faşizm kurgusuna yön veren “süreç olarak faşizm” fikrini, Faşizmin Anatomisi (2004) adlı eserinde ilk ortaya atan Amerikalı liberal akademisyen R. O. Paxton’dır. Türkçe baskısını okurken fark etmiş, üzerinde durmamıştım. Hatta, faşizmde evrelendirme konusunu işlediğim bir yazıda atıfta bile bulundum.[6]
“Süreç olarak faşizm” yaklaşımının fikir babasının Robert O. Paxton olduğunu söylediğimde Ergin Yıldızoğlu bunu reddetti:
“Ayaşlı, benim çalışmamla Paxton’ın çalışması arasında paralellikler aramaya başlarken, benim düşüncelerimi Paxton’dan devşirdiğimi iddia etme noktasına çok yaklaşıyor. Bu ciddi bir durumdur.”
“Benim faşizmin tarihsel evrimine ilişkin saptamalarımın (sabit öz, değişen biçimler), Paxton’a atfedilen yaklaşımla taban tabana zıt olduğunu görmek için çok büyük çaba gerekmez, yalnızca okumak yeter.”[7]
Bununla da yetinmedi, “Şu anda kitabı elimde olmadığından başka bir yerden alıntılayacağım” dememden bahisle beni kınadı: “Kitap elinde yokken, herhangi bir kanıt göstermeden bu kadar kesin konuşmak da oldukça ilginçtir. Bana gelince, ben Paxton’u teorik ilham almak için değil, yeni veriler bulabilirim umuduyla okudum.”[8]
Yazımı yazdığım sıra kitap elimde gerçekten de yoktu. Sonradan edindim. İşte:
“Tanımlar, doğaları gereği sınırlayıcıdır. Hareket halinde daha iyi algılanan bir şeye statik bir çerçeve çizerler ve bir süreç olarak anlaşılmasında yarar olan şeyi ‘donuk bir heykel’ biçiminde resmederler…”
“Şimdilik tanımlama zorunluluğunu bir tarafa bırakmayı ve genellikle faşist olarak görülen … hareketler ve rejimler kümesinin (en baskın iki örneğimiz İtalya ve Almanya olacak şekilde) iş üstündeki hallerini incelemeyi öneriyorum. Bu hareket ve rejimlerin tarihsel seyrini sabit bir özün ifadesi olarak değil, kendilerini zaman içinde açan bir dizi süreç olarak açacağım.” (abç)[9]
C. Iordachi de Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları’nda Paxton’un bu yaklaşımına dikkat çeker: “Faşizmin Anatomisi adlı eserinde Paxton, faşizme ‘durağan bir özün ifadesi’ değil de ‘bir süreçler dizisi’ olarak yaklaşan yeni bir metodolojik strateji önermiştir.”[10]
Birinin “bir dizi süreç” dediğine, diğerinin “süreç olarak faşizm” demesi sonucu değiştirmez. Paxton bu sözleri “faşist minimum” diye tabir edilen (Sternhel, Eatwell, Griffin) tanım grubunu kastederek söylüyor. Kendisi gibi materyalist diyalektikle ilgileri olmayan tek yanlı bu liberal yazarları eleştirisinde tamamen haksız değildir. Ancak asıl hedefinde Marksistlerin, başta Dimitrov’un olduğuna şüphe yoktur. Dimitrov’un faşizmi tanımladığı VII. Kongre konuşması, KP’lerin izlemeleri gereken siyasi çizgi ve örgütsel görevler ağırlıklıdır, tarihsel analiz değildir. Dolayısıyla faşizmin doğuşu, gelişim evreleri, iktidara gelişi ve sonrası üzerinde yoğunlaşmaması normaldir.[11] Faşizmi “süreçsiz”, bağlamsız, “sabit/değişmez bir öz”, “donuk bir heykel” gibi resmetmek, hiçbir tarihsel materyalistin aklından geçecek bir şey değildir.
Paxton’un yukarıda tanımladığı “bir dizi süreç”, “süreç olarak faşizm” teorisinin ilk adıdır. Eğer bu yetmez deniyorsa başka tanıklarımız var.
Gerek Paxton’un kendisinin gerekse Iordachi’nin söylediklerinin “süreç olarak faşizm” demeye geldiğini, okuma yazma bilen herkes anlar. Zaten yazarın kendisi de farkında olmadan ipucu veriyor:
“Hatta Neil Faulkner, Samir Dathi, Phil Herarse ve Seema Syeda’nın çalışmalarında gösterdikleri gibi, bir ‘Tırmanan Faşizm’den de söz edilebilir. Dathi, Hearse ve Syeda faşizmi bir ‘şey’, tamamlanmış bir ‘biçim’ olarak değil bir süreç, Marx’a atıfla tarihin pisliğinin su yüzüne çıkaran bir süreç olarak düşünüyor ve dünyada hızla yayılan ırkçılık, gericilik ve milliyetçilik dalgasının, faşizmin günümüzdeki biçimi olduğunu savunuyorlar.” (s.86)
Paxton’dan esinlenen bu yazarlar bir adım daha ileri giderek Sürünen Faşizm (Creeping Fascism) adlı bir kitap yazıyorlar. Yıldızoğlu’nun “Tırmanan/süreç olarak faşizm” dediğine[12] Faulkner, Dathi, Hearse ve Syeda dörtlüsü “sürünen (creeping”) faşizm” demektedirler.[13] Neil Faulkner’in başka bir yazısından aldığım aşağıdaki sözler kendi söyledikleriyle aynı anlama gelmektedir:
“Bu yüzden Sürünen Faşizm’de… faşizmi sabit ve hızlı donmuş bir şey olarak değil, bir süreç, bir dinamik, bir gelişme, her zaman bir oluş halindeki, asla bir varlık halinde olmayan bir hareket olarak görmemiz gerektiğini savunduk.” (abç)[14]
Onlardan çok önce, Paxton’un Faşizmin Anatomisi’ni yazdığı 2004’ten sonra bu kavramı kullanan başka yazarlar da bulunuyor.
Ben okulda öğrendiğim sınırlı Almanca dışında yabancı dil bilmem. Kendi olanaklarımla araştırıp ilk kullananlardan birinin Konstanz Üniversitesi’nde tarih profesörü Sven Reichardt, olduğunu çıkardım. 24 Şubat 2021 tarihinde kendisiyle, “Bir Süreç Kavramı Olarak Faşizm Üzerine” başlıklı bir söyleşi yapılıyor.[15] Söyleşinin 2021’de yapılması, Sven Reichardt’ın kavramı Yıldızoğlu’ndan aldığı yanılgısını doğurmasın. S. Reichardt ve A. Nolzen, bu kavramı Paxton’dan bir yıl sonra (2005) yazdıkları İtalya ve Almanya’da Faşizm adlı kitaplarında kullanıyorlar. Kitabın tanıtım yazısında şöyle deniliyor:
“… Paxton’un faşizmin beş ‘aşama’sı üzerine çalışmasından çıkarılan, faşizmin statik bir dizi özelliğe sahip bir nesne olarak değil, bir ‘süreç’ olarak anlaşılması gerektiği fikridir. Bu şekilde, akademisyenlerin faşizm kavramını sosyolog Robert K. Merton’un ‘orta menzilli teori’ olarak adlandırdığı şekilde kullanmaları gerektiğini savunuyorlar. Böyle bir teori, belirli durumlara uygulandığında, genelleyici modellerin büyük iddialarını terk ederek, hareketlerin ve rejimlerin unsurlarını ve gelişim aşamalarını belirlemeye hizmet edebilir. Süreç olarak faşizm nosyonu, İtalyan faşizmi ile Alman Nazizmi arasındaki karşılaştırmalara uzun zamandır başlıca itirazlardan biri olan şeye de değinir.”(abç)[16]
Demek ki, Paxton kaynaklı süreç olarak faşizm kavramı yeni bir şey değil, aksine uzun süredir Avrupa’da dolaşımdadır. Yıldızoğlu ne kadar kendine mal ederse etsin bu gerçeği değiştiremez.
Bütün bunlara rağmen kim çarpıtıyormuş, kim bilerek yanıltmaya çalışıyormuş, ona kendisi değil okuyucu karar verecek.
“Faşizmi bir ‘şey’ olarak değil (ideoloji, insan/kitle tipi, kitle parti, hareket ve devlet biçimi) bunların hepsini içeren diyalektik bir süreç olarak düşünmek gerekiyor.” (s.113)
Bu bir tanım değil. Karşı yolda başlarında bir çoban ve bir dizi kola bölünmüş, her birinde 14 kazma diş ve uzun tırnaklar bulunan kalabalık bir sürü hızlı adımlarla avlarına doğru ilerliyorlar gibi bir tasvir. Faşizmin “parça”lara ayrılmış bir süreç olduğu hakkında bilgi veriyor, ama tarihsel yeri, özü, kimi temsil ettiği, egemen siyasetin öteki biçimlerinden farkları konusunda vermiyor.
Tarihsel bir olgu olan faşizm elbette süreçsiz bir olgu değildir, bunu bilmek için Marksizm’in Paxton’ın ve takipçilerinin uyarılarına ihtiyacı yoktur. Bu bakımdan, ideolojik ve siyasi bir hareket olarak olsun, iktidar olarak olsun faşizmi, her ülkenin somut durumuna göre evrelendirmek ve özelliklerinin bu süreç içindeki evrimini izlemek materyalist tarih anlayışının bir gereğidir. Lenin devlet konusunda Sverdlov Üniversitesi’nde verdiği derste şöyle demişti:
“… eğer bir soruna bilimsel bir şekilde yaklaşmak istiyorsak en önemli şey, her sorunu- bu verilen olayın tarihi içinde nasıl ortaya çıktığı ve gelişimindeki belli başlı aşamaların neler olduğu açısından incelemek, bugün ulaştığı durumu incelemektir, temelinde yatan tarihsel bağları unutmamaktır.”[17]
V. I. Lenin, devletin o güne kadar geçirdiği aşamaları, farklı toplumlarda aldığı biçimleri ayrıntılı olarak veriyor, ama sonunda bir, hatta birkaç tanımını da yapıyor. Peki bu süreçte faşizmin ismiyle müsemma, onu kendisi yapan, başkalarından ayırmamızı sağlayan bir özü yok mudur? Birbirleriyle çelişen şeyler söylemesine rağmen Yıldızoğlu’nda bunlar açık ve net değildir. Bundan dolayı köklerini hem kapitalizm hem de kapitalizm öncesi Osmanlı geçmişi üzerinden kurgulayabiliyor. Örneğin: “Siyasal İslam’ın uzak tarihteki kökleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘Ulema’ sınıfına… kadar gider.” (s.116) Veya: “Ulema… bir uzun yürüyüş misali, bir mevzi savaşı sürdürerek bugüne kadar, kuşaktan kuşağa var olarak gelmiştir. AKP’nin lider kesimi ve kadroları bu sınıfın bugüne kadar gelebilen mirasının siyasi kültürel ifadesidir.” (s.125) Kökü Osmanlı toplumsal sisteminde mi, yoksa emperyalizme bağımlı kapitalizmde midir? Sınıfsal içeriğini belirleyen “faşist entelektüeller” midir? Öyleyse Türk büyük burjuvazisi ve devleti faşizmin neresindedir? Kısacası, “süreç olarak yeni faşizm” teorisinde bunlar sarih bir şekilde belirtilmezler. Eco’nun özellikler listesi (tasviri) dışında rehber alacağı bir tanımı olmadığından, faşizmi egemen siyasetin öteki biçimlerinden ayırt etmemizi sağlayacak anti-komünist, açık terörist, saldırgan milliyetçi, azgın karşıdevrimci ve halk düşmanı özellikleri koyu harflerle vurgulanmaz. Büyük sermayeyle yakın bağlantısı da muğlak ve siliktir.
“Bir, liderliği, partiyi hareketi, bir rejimi ve nihayet bir süreci, faşist olarak nitelemek için, yukarıdaki özet ve listeleme (Eco’nun 14 kuralı, YA) içindeki özelliklerini arayacak, ancak faşizmi tamamlanmamış (klasik biçimlerinde bile totaliter rejimi tümüyle kuramayan, amaçlarının tümüne ulaşamayan) bir süreç olarak düşündüğümüzden, her adayın bu özelliklerin hepsini birleştirmesini beklemeyeceğiz. Onun yerine gelişme sürecinin yönüne bakacağız.” (s.88)
Eco’nun listesine bakılarak “her adayın bu özelliklerin hepsini birleştirmesi beklenmeyecekse”, o zaman her gelenekçiyi, her Aydınlanma ve entelektüalizm düşmanını, her savaş ve kahramanlık övgüsünü, her “halkçı seçkinciyi” faşist olarak nitelememiz mi gerekecek? Mesela HDP’de siyaset yapmış İslamcıları faşist sayabilir miyiz? Monarşistler, muhafazakârlar, aşırı sağın öteki kesimleri faşizmle bir ve aynı şey midir? Böyle bir yaklaşım geçmişte sıklıkla yapılagelen faşizmin enflasyonist kullanımına kapı açmaz mı? Aşırı sağın öteki kesimleri, monarşi artıkları, aşırı muhafazakârlar, militaristler faşizme geçiş yapabilirler. Veya İtalya’da (kral ve kilise), İspanya’da (Franko ve falanjistler), Bulgaristan ve Yunanistan’da olduğu gibi koalisyon oluşturabilirler. Ama bu böyledir diye her gerici akımı faşizm sepetine koyamayız.
Paxton, Svenhardt ya da Faulkner, faşizm bir “öz”/”varlık” değil, sadece “süreç” dediklerinde, faşizmi niceliksel, sınıflardan arındırılmış bir olguya indirgiyorlar. Öz ve niteliği savsaklayarak süreç kavramı içerisinde eritme pahasına. Felsefi anlamı “varlığın aslını kuran şey; temel özellik”, “bir varlığın yapısını kuran şey”, “kalıcı, değişmez olan, gelip geçici olmayan” diye tanımlanan öz ihmal edilmemesi gereken önemdedir.
Net bir tanımları olmayan U. Eco, daha çok da “süreç olarak faşizm” teorisinin bazı mucitleri tam da böyle yapıyorlar. Troçkist N. Faulkner ve arkadaşlarının 2019 tarihinde yayımlanan Sürünen Faşizm (Creeping Fascism) adlı kitapta ve başka yazılarında söyledikleri bu konuda ışık tutucu olabilir:
“O halde faşizmi nasıl tanımlamalıyız? Ekonomik ve sosyal kriz koşullarında ortaya çıkan aşırı sağın kitlesel hareketidir… Bu, kapitalist toplumun ekonomik ve sosyal krizini, yukarıdan sağcı bir programın otoriter dayatması yoluyla çözme girişimidir.” (abç)[18]
“Tekrarlamak gerekirse: faşizm bir süreçtir; şu ya da bu örgütün teknik olarak faşist olup olmadığı konusundaki tartışmalar boşunadır; önemli olan, bir bütün olarak Sağın seyahat yönüdür.” (abç)[19]
“Faşizm, ister büyük sermayenin, ister orta sınıfın, ister ‘geride kalan’ işçi sınıfının sınıf çıkarlarının doğrudan bir yansıması değildir. Herhangi bir farklı sosyal grubun siyasi programını somutlaştırmaz. Kapitalist krizin sürüklediği biçimsiz toplumsal döküntülerin insan tozunun birikimidir.” (abç)[20]
“Faşizm, belirli bir tarihsel görev için tasarlanmış bir ‘araç’ değildir. Kapitalist kukla ustaları tarafından ‘kontrol edilmez.’”[21]
Faulkner’in muhatap aldığı görüşleri çarpıtmasına rağmen faşizmi; aşırı sağla ve “sağcı bir program”la bir tuttuğunu, “büyük sermaye”nin, orta sınıf”ın ve “işçi sınıfının” üzerinde sınıflarüstü bir olgu olarak gördüğünü, egemen sınıflar açısından kontrol edilemez saydığını anlamak zor değildir. Yıldızoğlu’nun “süreç olarak yeni faşizm” teorisinde bunların hepsinden bir şey vardır. Mesela sağın öteki biçimleriyle faşizm arasında net bir ayırım yapılmaması (Eco ve Faulkner), faşizmin “varlık halinde olmayan”, varoluşsuz bir olgu olarak görülmesi ve baştan itibaren karşıdevrimci özüne değinilmemesi (Faulkner), büyük sermayeyle bağlantılarından koparılması ve ayırt edici özelliklerinin kurallar içerisinde kaybedilmesi (Eco gibi) bunlardan bazılarıdır.
“Süreç olarak faşizm” teorisinin önemli bir kısmını önceki yazılarımda ele aldığımdan, Yıldızoğlu’nun eleştirilerimin uzamasından rahatsızlığını da dikkate alarak bazı paralelliklere de değinip bu yazıda bitireceğim.
***
Büyük sermayeye hakem rolü:
“Büyük burjuvazi Nazilere… Hitler şansölye olduktan sonra bile kuşkuyla yaklaşıyordu… tarihin yönünü değiştirebilirlerdi…” (s.63)
“…AKP liderliğinde, bir sınıf olarak şekillenmiş dinci entelijensiyanın, Türkiye kapitalizmi üzerindeki asalak iktidarı” (s.119)
“Bağımlı Türkiye kapitalizminin, zayıf ve hegemonyasını istikrarlı biçimde kuramamış olan mali oligarşisine gelince, o bu gelişmeden, emeği daha kolay kontrol edebileceğini düşünerek, şimdilik pek şikayetçi görünmüyor. Bu mali oligarşi açısından ilk anda anlaşılır, ama Türkiye kapitalizminin orta ve uzun dönem çıkarlarına büyük zarar verecek bir yanılgıdır.”[22]
***
“Tek adam” faşizmi
“Faşizmi, kişilere indirgemenin getireceği sorunlara daha önce değinmiştim ama, sanırım bu uyarıyı, Brezilya’da 1 Ocak 2019’da Devlet Başkanlığı görevine başlayan Jair Bolsonaro için, geçici askıya alabiliriz.” (s.97)
***
Eksik gözlem
“Sokaklarda kara ya da kahverengi gömlekli milisler de yok. Bugün kapitalist sınıfların faşizmi tercih etmesi için ‘kızıl tehlike’ gibi gerekçeleri de…” (s.24)
“Eco’nun işaret ettiği gibi bu kez faşizm hareketi milislere gerek kalmadan şekillenebilir ve iktidara gelebilir.” (s.60)
Altın Şafak, Forza Nouva, Jobbik gibi ortodoks faşist hareketler atlanıyor. Ayrıca faşizm iktidardaysa elinde kullanabileceği resmi güçler var. İhtiyaç duyduğunda sokağa dökebileceği gayri resmi silahlı çeteler olduğunu da biliyoruz. Kaldı ki, faşist paramiliter örgütlenme faşizmin evrensel özelliği değildir, klasik faşizmin ve bazı türlerinin özelliğidir.
***
Light totalitarizm
“Gelinen noktada karşımızda açık şiddete başvurmaya gerek kalmadan toplumun ekonomik, kültürel ve siyasi tüm alanlarını kontrol eden, kamuoyunu kolaylıkla maniple ederek yönlendirebilen totaliter bir yönetim olduğunu görüyoruz.” (s.108)
Faşizm az ya da çok şiddete ve korkuya dayanmadan, burjuva demokrasinin kurallarını ayaklar altına almadan totaliter bir yönetim kuramaz.
***
Yanlış tespit
“Faşizmin en önemli bileşenlerden biri olan ırkçılık…” (s.60)
Irkçılık faşizmin en önemli bileşenlerinden olmadığı gibi, her faşizm türü de ırkçı değildir. İtalya’da (1936’ya kadar), İspanya ve Portekiz’de antisemitizm ve raşizm önemli bir rol oynamadı.
***
İsabetsiz kehanet
“Süreç olarak faşizm”in teorisyenlerinden Neil Faulkner, “2016’da Trump’ın seçilmesinin Hitler’in 1933’te iktidarı ele geçirmesinin önemine sahip olabileceğinden korkuyorum” demişti. Kehaneti boşa çıktı.
Aynı şekilde, Yıldızoğlu’nun “COVID-19’un yarattığı ‘şok’un, ‘süreç olarak faşizm’in 1930’larda Almanya’da Reichstag yangını, İtalya’da Matteotti cinayeti… Türkiye’de 15 Temmuz ‘darbe şeyi’ gibi… bir ortam yarattığı da söylenebilir” (s.15) tahmini de tutmadı. Böylece, 126 sayfalık kitabının altı sayfa tutan “Sunuş” kısmını COVID-19’a ayırmasının fazla anlamlı olmadığı da açığa çıkmış oldu.
Burjuva liberal faşizm tanımları genel olarak iki kampta incelenebilir: Faşizmi bir ya da birkaç sayfalık özellikler listesi olarak açıklayan pozitivist kamp. Bunlar öz ile biçim, önemli ile önemsiz ayrımını kaldırarak olgunun özünün kavranmasını önlerler. E. Gentile ve U. Eco’nun iki sayfa tutan on maddelik uzun listesi, S. Payne’in ise detaylı taslak tanımı bu türdendir. Diğeri faşizmi “dirilişçi popülist aşırı-milliyetçilik”e (R. Giriffin) ve “bütüncül-milli bir radikal üçüncü yola dayalı toplumsal yeniden doğum”a (R. Eatwel) indirgeyen “faşist minumum”culardır. Her ikisi de faşizmi doğru tanımlamamışlardır.
Marx’tan Engels ve Lenin’e bütün ustalar inceledikleri önemli olguları tanımladılar. Tanımla uzun açıklamaları veya analizi karıştırmamak lazımdır. Tanım, ele alınan konunun niteliksel yönünü ve belirleyici özelliklerini, yani özünü ortaya koymak, detaycılıktan veya tersine tek özelliğe indirgemekten kaçınmak durumundadır. Faşizmin paradigmatik biçimleri sayılan Almanya ve İtalya örneklerini esas alan Dimitrov, faşizmin sınıfsal özünü (finans kapital), tarihsel yerini ve ekonomik temelini (tekelci kapitalizm), devlet biçimi olarak burjuva demokrasisinden farkını, açık teröre ve saldırganlığa dayalı iç ve dış politikasını tek cümleye sığdırmayı başarmıştır. Tarihsel faşizmin bütün türlerini kapsaması gerekmiyordu, çünkü Marx kapitalizmi, Lenin emperyalizmi en ileri örnekleri üzerinden çözümlediler.
İki savaş arası döneme ait tanımda, üst üste binmiş olağanüstü koşulların, iç savaş manzaralarının, Bolşevizm korkusunun radikalleştirdiği faşizmin iz bırakması normaldir. Bu yeni durumlara göre esnetilemeyeceği, yanlış yorumlara yol açmaması için düzeltilemeyeceği veya genişletilemeyeceği anlamına gelmez. Günümüzün koşullarına uygun ek tanım ve analizlere de kapalı değildir. Buna karşılık, Dimitrov’un tanımı rafa kaldırıldığında ne gibi sonuçlar yarattığının iyi bir örneği “süreç olarak yeni faşizm” teorisidir.
Faşist hareketin doğuşunu, gelişmesini, iktidar olmasını, bunun ideolojik, siyasi, toplumsal, kültürel yönlerini incelemek tanımın görevi değildir. Faşist hareketin evreleri çok faktörlü ve hızla değişebilen dinamik bir süreç olduğundan, bunu yaşanan an itibariyle saptamak kolay değildir, bu asıl olaylar olup bittikten sonra belirlenebilir. Yine de tarihsel örneklerinden yararlanarak mümkün olduğunca dönemlere ayrılarak incelenmesi, anti-faşist mücadelenin taktiklerinin belirlenmesi bakımından önemlidir. Bu zaten yeni olanın eski olanla karşılaştırılması ve eleştirel yeniden üretimi sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Burada tarihsel materyalistlerle idealist-pozitivist akademisyenleri ayıran önemli bir fark vardır. Tarihsel materyalistler faşist hareketi doğuşundan gelişmesine ve olgunlaşmasına kadar olan geçen sürede (1) kalıcı, özsel olanı, en başta karşıdevrimci karakterini görmezden gelmezler; (2) gerek stratejik dönem boyunca gerekse her bir evredeki bağlamını bir bütün olarak görür ve her evrenin zaman içindeki biri diğerini izleyen dönüşümlerini sınıfsal özünden ve üzerinde geliştiği çelişkilerden koparmazlar; (3) her ülkenin tarihsel, sosyoekonomik ve sosyopolitik koşullarının farkından ileri gelen türlerini genel ve özel yanlarını dikkate alırlar. Marksist tarihselcilik ile idealist tarihsiciliğin “süreç” çözümlemelerinde yöntemleri farklıdır. Liberal akademisyenler “bir dizi süreç” dediklerinde veya dinamik gelişmeden söz ettiklerinde, meselenin bütünlüğünü ve özsel gelişme yönünü ihmal eden tarihsici pozitivizmin dışına çıkamazlar.
NOT: “Süreç olarak Yeni Faşizm” teorisinin eleştirisi burada sona eriyor. Yazarın ikinci cevap yazısında bana yönelttiği haksız, tahammülsüz ve kaba suçlamalara da kısaca cevap verip defteri kapatacağım.
Dipnotlar:
[1] E. Yıldızoğlu, “Faşizm üzerine kısa bir not ve bir anımsatma”, Sendika.org, 16 Mart 2022.
[2] 1968-1990 arası yıllarda faşizm ve anti-faşizm konusunu derin kavranmamıştık. Ancak kim ne derse desin, aynı zamanda kahraman bir kişilik olan Georgi Dimitrov’un bu yılların anti-faşist mücadelesinde kimsenin silemeyeceği özel bir yeri vardır.
[3] E. Yıldızoğlu, “Faşizmi düşünmek – I”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2018.
[4] Umberto Eco,” Ur-Faşizm”, (https://tr.anarchistlibraries.net/library/umberto-eco-ur-fasizm)
[5] Ergin Yıldızoğlu, “Neo-liberalizm ve “süreç olarak faşizm”, Siyasihaber6.org. 24 Ocak 2021.
[6] Y. Ayaşlı, “Faşizm fenomeni (4): Küçük burjuvazinin karşıdevrimi mi?”, Sendika.org, 23 Şubat, 2021.
[7] E. Yıldızoğlu,“‘Süreç olarak faşizm’ teorisi: Tanımlar ve sınıflar’ üzerine bir tartışma”, 14 Şubat 2022.
[8] Agy.
[9] R. O. Paxton, Faşizmin Anatomisi, İletişim Yayınları, İstanbul-2014, s. 35-36.
[10] Constantın Iordachi, Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, İletişim Yayınları, 2015-İstanbul, s. 51.
[11] Bununla birlikte, kendi ülkesinde iktidardaki faşizmi iki evrede ele alır. Bkz: “Bulgar Faşizminin Karakteri Üzerine Tezler”, Özgürlük Dünyası, Sayı: 55.
[12] “Neil Faulkner, Samir Dathi, Phil Herarse ve Seema Syeda’nın çalışmalarında gösterdikleri gibi, bir ‘Tırmanan Faşizm’den de söz edilebilir.” (Yeni Faşizm, s.86)
[13] “Neil Faulkner, Samir Dathi, Phil Herarse ve Seema Syeda’nın çalışmalarında gösterdikleri gibi, bir ‘Tırmanan Faşizm’den de söz edilebilir” (Yeni Faşizm, s.86)
[14] Neil Faulkner, “Kanalizasyon siyaseti geri döndü: sürünen faşizm ve aşırı sağın yükselişi”, ( https://prruk.org/creeping-fascism-and-the-rise-of-the-far-right-one-year-on/)
[15] Jonas Knatz ,“Bir Süreç Kavramı Olarak Faşizm Üzerine”, Sven Reichardt”, 24 Şubat 2021, https://jhiblog.org/2021/02/24/reichardt-fascism-process-concept/
[16] Agy.
[17] V. I. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara-1990, s. 288.
[18] Neil Faulkner, “Modern Faşizm Böyle Görünüyor”, (http://leftunity.org/this-is-what-modern-fascism-looks-like/)
[19] Neil Faulkner, sürünen faşizm yeniden inceleniyor”, 28 Kasım 2021, https://anticapitalistresistance.org/creeping-fascism-revisited/
[20] Rowan Fortune (RTE), “Faşizm”, 24 Mayıs 2019, (https://medium.com/@RT_Editing/fascism-2-0-e605a05c0f03)
[21] Agy.
[22] E. Yıldızoğlu, “Laiklik, demokrasi, özgürlük ve kültür savaşları”, Sendika.org. 3 Haziran 2016.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.