Faşizme karşı mücadeleyi bir görev biliyor da anfi-faşist halk güçleriyle omuz omuza veriyorsak… Devrimci siyasetin yeniden inşasının ve devrimci güçlerin birliğinin imkanını Türkiye halklarının neoliberalizme ve faşizme karşı direnişinde arıyorsak… İşçi sınıfının devrimci kapasitesine güveniyorsak… Kendimizi değil mücadelenin gereğini önemsiyorsak… Kızıldere’nin yolumuza tuttuğu ışık sayesindedir
30 Mart 1972’de THKO önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını engellemek için NATO’nun Ünye Radar Üssü’nde görevli üç İngiliz teknisyeni kaçıran THKP-C ve THKO savaşçıları Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy, Niksar’ın Kızıldere köyünde kuşatıldıkları kerpiç evde vahşice katledildi.
Kızıldere Katliamı’nın 50. yılında, On’ları saygıyla anıyor, anılarını onurla mücadelemizde yaşatıyoruz.
Bizim açımızdan 30 Mart Kızıldere ne bir kahramanlık öyküsü ne de dramatik bir katliam. Evet bir direniş ve dayanışma destanı. Ama aynı zamanda, yarım asır sonra bile Türkiye sosyalist hareketine ışık tutan, bir politik müdahale.
Egemen sınıflar ittifakı 1970’lere doğru yükselen devrimci halk muhalefetinin de etkisiyle derinleşen bir kriz içindeydi. Halkın devrimci uyanışını bastırarak egemen sınıfların krizini çözmek için gerçekleştirilen 12 Mart askeri muhtırası ilk başta “reformist” bir görünümle sahne almış ve sol içinde pek çokları da bu görünüme aldanmıştı. Ancak 1971 devrimcileri aldanmadı. Egemen sınıfların “reform” diye sunduğunun halk sınıfları için zulüm anlamına geldiğini gördü ve yükselttikleri direnişle faşizmin maskesini indirdiler.
1971 devrimciliği, egemen sınıflara yaslanan ya da egemen sınıfların belirlediği ve izin verdiği sınırlar içinde kalan düzen siyasetinin sol içindeki yansımalarından bir kopuş hareketiydi. Emperyalizme ve faşizme karşı direnişi görev bilmiş, bu görevleri yadsıyan, işçi sınıfına güvenmeyen, devrimci siyaseti belirsiz bir geleceğe erteleyen eğilimlerden koparak devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltmişlerdi.
Kızıldere, çağrısı 50 yıl sonra da yankılanan bir direniş manifestosu hala. Faşizme karşı mücadelenin gerekliliğini, halkın devrimci kapasitesine güvenmeyi, devrimci siyasetin mümkün olduğunu gösteren…
Elbette geleneğin sembollerini politik içeriğinden soyutlayarak ikonlaştırmanın karşısında olduğumuz gibi ne mirasyediliğin ne dogmatik bir tekrarın peşindeyiz.
Ancak yakın geçmişin ulusalcı-liberal saflaşmasına kapılmadıysak, 1971 devrimciliğinin “ne emperyalizmden demokratikleşme bekle ne de milliyetçilikten anti-emperyalizm; bağımsızlığın, demokrasinin ve özgürlüğün yolunu işçi sınıfının bağımsız çıkarlarına dayanan bir mücadele ara” diyen teorik mirası sayesindedir.
Bugün kriz içindeki düzen siyasetinin “demokratik geçiş ve onarım” vaatlerine aldanmıyor da devrimci siyasetin imkansızlığının vazedildiği yerde devrimci siyasetin hem mümkün hem de gerekli olduğunu söylüyorsak…
Faşizme karşı mücadeleyi bir görev biliyor da anfi-faşist halk güçleriyle omuz omuza veriyorsak…
Devrimci siyasetin yeniden inşasının ve devrimci güçlerin birliğinin imkanını Türkiye halklarının neoliberalizme ve faşizme karşı direnişinde arıyorsak…
İşçi sınıfının devrimci kapasitesine güveniyorsak…
Kendimizi değil mücadelenin gereğini önemsiyorsak…
Kızıldere’nin yolumuza tuttuğu ışık sayesindedir.
Bugün İstanbul’dan Antalya’ya, Eskişehir’den Hopa’ya, İzmir’den Sivas’a, Bursa’dan Adana’ya, Bartın’dan Antakya’ya, Mersin’den Samsun’a, Trabzon’dan Ankara’ya geçinemeyenlerin öfkesini örgütlerken…
Faşizme karşı mücadeleye gözümüzü budaktan sakınmadan girerken…
Çay üreticisinin direnişini örgütlemek için Doğu Karadeniz’i adım adım dolaşırken…
Enerji zamlarına karşı direnen halkın mücadelesini güvencesizliğe karşı direnen enerji işçilerinin mücadelesiyle harmanlarken…
Pandemide “Yaşamak istiyoruz” sloganını yükseltip sağlık emekçilerinin mücadelesini toplumsal sağlık mücadelesiyle harmanlarken…
Eğitim emekçilerinin mücadelesini halkın eğitim hakkı mücadelesiyle harmanlarken…
Barikatları devirerek ilerleyen kadın isyanını örgütlerken…
Her nerede bir ezilenin direnişi varsa onu kendi direnişimiz sayarken…
Attığımız adımların boşa gitmediğini biliyor ve ufkumuza devrimi koyuyorsak…
Direniş’e çağırıyor ve “Direnişte Birleşelim” diyorsak…
Kızıldere’nin yolumuza tuttuğu ışık sayesindedir.
On’ların anısı mücadelemizde yaşıyor, mücadeleleri yarım asırdır yolumuza ışık tutuyor.
* Nebiye Merttürk: Halkevleri Genel Başkanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.