Kiracılık ve mülk sahipliği sadece ekonomik bir ilişki değil, aynı zamanda sınıflar arası eşitsizliğe karşılık gelen politik bir ilişkidir. Dolayısıyla kiracı hareketinin sınıf hareketi ve diğer toplumsal hareketlerle ilişki içinde gelişim göstermesi mümkündür. Bir başka ifade ile kiracı hareketi, sınıf mücadelesinin veçheleri olan, göçmen hareketi, ırkçılık karşıtlığı, kadın ve ekoloji mücadelesi ile kesişimseldir ve birlikte mücadele ederek, etkileşim içinde kalıcı kazanımlar elde etmesi mümkün olacaktır
Barınma, ulus devletlerin ortaya çıkış sürecinde, yurttaş hakkı olarak, devlet ile toplum arasında bir sözleşme biçiminde konsensüse bağlanmış, devamında ulus devletler tarafından imzalanmış olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde hak ettiği karşılığı bulmuştur. Ancak bu hak, hiçbir zaman realize edilmediği gibi, geçen zaman içinde devletler bu hakkı, elinde bulundurduğu zor aygıtlarını da devreye sokarak, tek taraflı olarak ilga etmiştir. Konut hakkı, zaten cılız olan sol-sosyalist hareketin gündeminde hak ettiği yeri bulamamıştır. Yani, ulusal ya da evrensel hukuk açısından hak olarak kabul gören bu durum yazılı sözleşmelerinin duvarlarına hapsedilmiştir. Bu dolayım ile barınma sorunsalı, kapitalizmin müzmin bir krizine dönüşmüştür.
Yurttaşının yükümlülüklerini her geçen gün arttıran devlet, barınma, sağlık, eğitim, temiz gıda ve suya erişim hakkı gibi temel yükümlülüklerini piyasaya tevdi etmiş durumdadır. Yurttaşın, yükümlüklerini artıran devlet buna mukabil, sorumluluklarından kendini muaf tutmaktadır. Bu politik tutum, bir avuç sermayedarın zenginleşmesine karşı her geçen gün daha yoksullaşan yurttaşlar topluluğunun yaratılmasına neden olmaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak toplum ile devlet arasında derin bir çatışma alanı yaratmaktadır. Hiç kuşkusuz ki bu çatışmanın önemli başlıklarından biri de konut/mesken meselesidir.
Günümüz dünyasında konut krizinin belirtileri ayrımsız bir biçimde bütün anakaralarda apaçık ortadadır. Haneler, yaşam maliyetlerinin yükü altında ezilmektedir. Evsizlik hızla artmaktadır. Tahliyeler ve hacizler olağanlaşmaktadır. Yerinden edilme ve fahiş fiyatların yanı sıra mekânsal ayrışma ve yoksulluk, günümüz kentlerinin alameti-farikası haline gelmiştir. Varoşlar dahil kent merkezlerini oluşturan mahalleler dünyanın diğer ucundaki yönetim kurulu odalarında alınan kararların şekillendirdiği spekülatif projelere dönüştürülmektedir.
Öncelikle piyasanın gayrimenkul diye ifade ettiği nesne, geniş halk yığınları için konut/ev, barınma demektir. Bir başka ifade ile sermayenin metalaştırarak gayrimenkul dediği şey, kiracılar için kendilerini yeniden toplumsal üretime hazırlayacakları evleri, konutlarıdır. Yani sermaye gayrimenkul diyerek nesneyi metalaştırarak değişim değerini öncelerken, yoksul halk ona ev/konut diyerek kullanım değerini öncelemektedir. Nesneyi imgelerken kullanılan kavram onun işlevselliğine karşılık gelmektedir. Sermaye gayrimenkul dediğinde üzerinden sermaye biriktirilecek, rant elde edilecek bir şeyden söz ederken, kiracılar ev/konut diyerek içinde barındıkları mekândan söz etmektedirler.
Gayrimenkul spekülasyonu sermayenin oluşumunda, yani artı değerin gerçekleşmesinde temel kaynak haline gelmektedir. Sanayi tarafından yaratılan ve gerçekleştirilen toplam artı değerin yüzdesi düşmeye başlayınca, gayrimenkul spekülasyonu ve inşaatın yaratığı ve gerçekleştirdiği yüzde artar. Bu artışın yükselişi ile yersizlik ve evsizlik doğru orantılıdır. Gayrimenkul dedikleri konutlar üzerinden artırdıkları rant, biriktirdikleri sermaye miktarı arttıkça, barınamamanın ve geçinememenin eğrisinin yukarıya doğru tırmanışını hızlandırarak artar.
Konut sorununu etkileşim ve kesişim içinde olduğu birçok sorundan ayrıştırarak ve/veya yalıtarak ele almak ve bu bazda karşı mücadele hattı oluşturarak başarı elde etmek mümkün gözükmemektedir. Zira konut sorunu birçok sorunla dolayımlı ya da dolayımsız etkin bir örgü içindedir. Endüstriyel konut sistemi tabakalamaya ve dışlamaya yönelik iç içe süreçler üretir. Toplumsal ayrışmaları ve kimlikleri yatay bir biçimde kesen karışık bir olgu olduğunu da hep akılda tutmak gerekir. Aynı gelir düzeyine sahip olmalarına karşın, farklı cins ve etnik kimliklerin konut baskısından daha katmerli etkilendikleri süreç içinde deneylerle sabittir. Konut ile ataerkinin birbirine yakından bağlı olduğu gerçeğinde olduğu gibi. Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümüne de mekân olan hane, kadınlar için eşitlik mücadelesinin mekânsal alanıdır. Yani erkek için görece güvence demek olan konut, kadınlar için yeni bir sömürü alanına karşılık gelebilmektedir.
Konut baskısı aynı zamanda sistematik ırkçılığı da içkin kılar. Egemen ulusun mensubu olmayan topluluklar için konut, başkaları için kanıksanmış olan, örneğin insana yaraşır eğitim olanakları, istihdam, ulaşıma erişim ve yurttaşlığın inkârı anlamına gelebilmektedir. Ulus devletlerde mülk, ezici ağırlıkla ırkla iç içe geçmiştir. Irkın üstünlüğü konut sisteminin temel taşı olagelmiştir. Örneğin, ABD’de ırkçı beyazların oturduğu binada, mahallede siyahi birilerin yaşamasını istemez ya da Türkiye’de ırkçılar Kürt ailelerinin kendi binalarında, mahallelerinde yaşamasına tahammül etmezler. Irkçı mülk sahipleri sadece Kürt olduğu için evini kiralık olarak vermeyebilir. Bir başka örnek fundamentalistler Alevilerin evini işaretleyerek kimi zaman tedirgin, kimi zaman saldırının hedefi haline getirebilmektedirler. Bu hiyerarşi zincirinin en alt halkasını dünyanın her yerinde göçmenler temsil etmektedir.
Gayrimenkul dünya çapında bir sektör haline geldi. 1990’ların sonundan itibaren Birleşik Devletler gayrimenkul şirketlerinin yurtdışı doğrudan yatırımları çok hızlı bir biçimde arttı. Birleşik Devletlerdeki doğrudan yabancı yatırımlar da aynı şekilde büyüdü; 1973’te 2 milyar Amerikan doları iken 2002’de bu rakam 50 milyar Amerikan doları, 2020’de bu rakam 500 milyar Amerikan dolarına çıktı.
Konutun küreselleşme biçimleri onun barınma ihtiyaçlarından kopartıldığına işaret ediyor. Devletlerin konutun küreselleşmesini, belli bir miktar para karşılığı ev alan “yabancılara” yurttaşlık hakkı vererek teşvik etmesi konut krizine yeni bir boyut katmaktadır.
Aşırı metalaşan bir dünyada bir konutta yaşamak ne anlama gelmektedir? Konut dönüşümünün sonuçları bütün konut sisteminin her aşamasında hissedilmektedir; fakat bu sonuçlar son derece eşitsizdir.
Dünyanın en pahalı bölgelerinde lüks binalar gerçek konut ihtiyacıyla ilgisiz bir oranda artış göstermektedir. Büyük sermaye çevreleri çoğu sadece yatırım olarak kullanılan olağanüstü sayılarda gayrimenkule sahiptir.
Süper lüks namlı gayrimenkul piyasasında gizlilik hâkimdir. Nakit alışverişler ve holding şirketlerinin üst üste binmiş katmanları şüpheli servetlerin üstünü örter. Pek çok gözlemci lüks konut piyasasının yükselişinin kara para aklama, vergi dolandırıcılığı ve diğer illegal işlemlerle ilişkilerini tespit etmiştir. Anti sosyal bu mülklerin sahiplerinin paralarını park ettikleri bu yerlerle hiçbir ilişkileri olmayabilir. Dünyanın prestij semtlerindeki bu lüks konutlar, bir taraftan mafyalaşan konut sistemine işaret ediyorken, öte yandan konutların birer metalaşma ikonu olduğuna işaret etmektedir.
Gayrimenkul sisteminin paradigması, yoksulun son derece rantı yüksek şehir merkezlerinde yaşama hakları yoktur anlayışına dayanmaktadır. Kentin soysuz baldırı çıplaklardan arındırılarak, zenginin kullanımına açılması, kârın yükselmesi için gerek bir şarttır. Bu mantığın gereği olarak kentsel dönüşüm devreye sokulmaktadır. İstanbul Sulukule, Tarlabaşı, Okmeydanı, Fikirtepe ve Diyarbakır Suriçi bu örneklerden sadece birkaçıdır.
Esmer Roman vatandaşların kentsel dönüşüm yolu ile mekansızlaştırılarak yerinden edilmeleri, yoksul Kürtlerin Tarlabaşından sürülmeleri, yoksul Alevi ve Kürtlerin Okmeydanı’ndan, işçi emekçi sınıfının Fikirtepe’den dışlanması, Diyarbakır Suriçi’nde yaşayan muhalif yoksul Kürtlerin rantı yüksek Suriçi semtinden yurtsuzlaştırılarak dağıtılmaları aynı anlayışın pratik tezahürleridir.
Gayrimenkul endüstri sisteminin dışlayıcı ve mülksüzleştirme kapasitesi, aynı anda bir taşla birden fazla kuş vurma özeliği taşımaktadır. Bir taraftan, egemen ırka mensup olmayan muhalif kimlikleri ve işçi emekçi sınıfı mensuplarını mülksüzleştirerek, elde ettikleri mekanlarla sermayelerine sermaye katarlarken, diğer taraftan kapitalist sisteme muhalif olan ve olma potansiyeli taşıyan sınıf ve gurupları şehir merkezlerinin dışına itelemektedir. Hülasa; kentsel dönüşüm ya da soylulaştırma sınıf savaşının ta kendisidir. “Mülksüzleştirenin mülksüzleştirilmesi” anlamına gelen kamulaştırma nihai çözümdür. Hiç kuşkusuz, bu nihai sonuca bir dizi mücadele ve merhaleden geçerek varılacaktır.
Dünya’da kiracı hareketinin geçmişi, Birleşik Devletler ve Avrupa’da sanayi devrimi ile oluşan sanayi ve liman kentlerinin, artan işçi ihtiyacının karşılanamamasının bir çıktısı olarak ortaya çıkmıştır. Hareket ya da hareketlerin tarihi, zengin örgütlenme ve mücadele biçimleri üretmiştir. Örneğin Birleşik Devletlerde, kiracılar sendikası tarafından 1904’te ve 1932’de gerçekleştirilen kira grevleri son derece başarılı sonuçlar elde etmiştir. Ancak hareketin yükselişi ile elde edilen haklar, hareketin gerileme ve zayıflama dönemlerinde kâğıt üzerindeki sözleşmelerden ibaret kalmıştır. Bu dolayımla örgütlenmenin sürekliliği altı çizilmeyi hak eden niteliktedir.
1920 yılında merkezi İstanbul’da bulunan kiracılar derneği, günün özgün koşulları içinde sönümlenerek tarihe karışıyor. (Bunun üzerinde ayrıca çalışmak gerekiyor.) 1950’li yıllara gelindiğinde ise, gelişen sanayi ile birlikte, köyden kente göç hız kazanıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarının karma ekonomi modeli ve lojman sistemi, 1970’lerde de bir taraftan son derece sınırlı olsa da sendikalar öncülüğünde oluşan işçi kooperatifleri, diğer taraftan sol-sosyalist güçlerin yaygın biçimde destek oldukları gecekondulaşma, yerel yönetimlerin sosyal meskenleri, konut sorunun bugünkü kadar görünür hale gelmesini engelliyor. Dolayısıyla barınma hakkı ve kiracı sorunu zaten cılız olan sol-sosyalist hareketin gündeminde hak ettiği yeri bulamamıştır.
Kiracılık ve mülk sahipliği sadece ekonomik bir ilişki değil, aynı zamanda sınıflar arası eşitsizliğe karşılık gelen politik bir ilişkidir. Dolayısıyla kiracı hareketinin sınıf hareketi ve diğer toplumsal hareketlerle ilişki içinde gelişim göstermesi mümkündür. Bir başka ifade ile kiracı hareketi, sınıf mücadelesinin veçheleri olan, göçmen hareketi, ırkçılık karşıtlığı, kadın ve ekoloji mücadelesi ile kesişimseldir ve birlikte mücadele ederek, etkileşim içinde kalıcı kazanımlar elde etmesi mümkün olacaktır. Kiracı hareketi birçok örgütlenme enstrümanını aynı anda kullanma kapasitesine göre sonuç alıcı kazanımlar elde edebilecektir. Kiracılar sendikası, mahalle örgütlenmeleri, kent hareketleri ve bunların ülke düzeyinde kuracakları federasyon ve konfederasyonlar gibi.
Kiracı örgütlenmelerinin yapması gereken, konutun kullanım değerini önceleyen, kolektif siteler yaratmaktır. Ortaya çıkaracağı irili ufaklı bu modeller, toplumsal bilincin dönüşümüne katkı koyacak pratikler şeklinde vuku bulmalıdır.
Konut sorunu küresel bir sorundur. Küresel düzeyde karşı koyuş için, ülke düzeyindeki bu federe ya da konfedere yapılar ulus ötesi hareketlerle ilişki içinde küresel direnişler örgütlemeyi hedefine koymak durumundadır.
Kiracı hareketleri, reformist olmayan reformlar hedeflemelidir. Bunlar, verili sistemi daha dayanaklı kılacak çabalar değil, tersine, verili koşulları iyileştirirken, eş zamanlı olarak da aşama aşama farklı bir dünya inşa eden eylemler zinciri olmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.