Bir çocuk kendi özgür iradesi ile herhangi bir siyasi tutum ve çaba içerisinde olabilir ama burada konuştuğumuz şey aslında çocuğun tutumu değil, ona uygulanan bir istismar, duygusal istismar
Çocuklar, sadece deprem, kaza, istismar gibi olaylarda, kanunla ihtilaf halinde olduklarında ve karne günü veya okulların açılması gibi durumlarda medyada görünür hale geliyorlar. Bunun dışında medyada kendilerine yer bulamayan çocuklar, burada kendilerine uygun içeriklerle de karşılaşamıyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne (Madde 17) göre medyada çocuklara uygun içerikler olması gerekiyor ama bu dünyanın neredeyse hiçbir yerinde yok. Bunun yanında çocuklar sempatik görüntüleri ile sosyal medyada çokça yer buluyor. Ayrıca tatlı, sempatik ve hoş izlenimler yaratan bir imaj olarak çocuklar, siyasetçiler için onlarca yıldır kullanılan bir fotoğraf objesi olmaya devam ediyor. Genellikle çocuğun istek ve arzusu dışında gerçekleşen bu eylemler, çocuğun unutulma hakkına[1] yönelik bir gaspı da içeriyor. Gelecekte yetişkin olacak çocuklar, büyüklerin istek ve arzusuna göre birçok görüntü içinde, siyasi ve dini organizasyonlarda yer alıyor.
Çocuk Hakları Sözleşmesi (Madde 14), çocukların düşünce, vicdan ve din konusunda özgür olduklarını söylerken ailenin yol gösterici olabileceğini de vurguluyor. Yani bir çocuk ailesinin dini değerlerini bilebilir ama seçimini kendi yapar. Bunun da çok mümkün olmadığını eğitim alanında yaşanan tartışmalarda görüyoruz. Bugün devlet eliyle, okul öncesi eğitim kademelerinde dini eğitim verilmesi için gündemler yaratılmaya devam ediyor.
Çocuk Hakları Sözleşmesi (Madde 15), çocukların bir araya gelerek örgütlenebileceğini, bunun için dernek kurabileceklerini ve var olan derneklere üye olabileceklerini de söylüyor. Bu, çocuklarının o an kendi hayatlarıyla ilgili en tecrübeli kişi olduklarından, kendi hayatlarıyla ilgili karar alabilme yetkisiyle de bir bütün oluşturuyor. Ayrıca çocukların kendilerini ifade etme hakkı bulunuyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi taraf devletlerin, “Çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul ettiğini” ve “barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini” de vurguluyor.
Bir çocuk kendi fikrini açıkça ve eleştirilmeden dile getirebileceği bir ortamda yer alabilmelidir. Çocuk Hakları Sözleşmesi (Madde 13) de çocuğun düşüncesini özgürce ifade etme hakkını savunur.
Tayyip Erdoğan, bir açılışta yaptığı konuşmada mikrofonu bir çocuğa verdi ve çocuk da Kemal Kılıçdaroğlu’na “Hain” diyerek Erdoğan’ı sevdiğini söylemişti. Burada gördüğümüz çocuk belki de ona söylenen şeyleri değil, kendi inandığı ve doğru bulduğu şeyi önündeki kalabalığa söylüyor. Evet, konuşmasında suçlayıcı ifadeler bulunuyor. Ama yanlış yapan ve eleştirilecek kişi orada çocuk değil, çocukların temas ettiği, izlediği, duyduğu, gördüğü tüm yetişkinler suçlu. Bu olay çocukları, evde, okulda, sokakta, televiyon aracılığıyla bile kin, nefret, düşmanlık gibi öğretilerle değil; olumlu düşüncelerle, gelişimlerine katkı sunacak şekilde, sevgiyle, mutlulukla, eşitlik, dayanışma, hoşgörü ve saygı kavramlarıyla yetiştirmemiz gerektiğinin bir göstergesi. Bu çocuğun söylediği şeyler, hayatı boyunca birçok kanalla edindiği bilgilerin bir yansıması ve sorumlular bunda katkısı olan onlarca yetişkinden başkası değil. Saygı ve hoşgörüden uzak çatışmalar, şiddet, gerici politikalar, ötekileştirme, tek bir düşünce ve tipte gelecekler yaratma çalışmaları gibi sayılacak onlarca şeyin bir sonucu olarak sorumlular da tabii ki yetişkinler oluyor. Gel gelelim, siyasetin bir hoşgörü ve saygı çerçevesinde ilerletilememesi ve hakaretlerin, kavgaların siyasetçiler tarafından sürekli gördüğümüz görüntülere dönüşmesi de burada etkili. Hepsinin yanında mikrofonu eline almış ve konuşan bir çocuğun güç aldığı ve arkasında duran insanların tepkileri… Orada çocuğun sevgisini göstermenin başka yolları olduğunu ona gösterecek kimse de yok.
Bir çocuk kendi özgür iradesi ile herhangi bir siyasi tutum ve çaba içerisinde olabilir ama burada konuştuğumuz şey aslında çocuğun tutumu değil, ona uygulanan bir istismar, duygusal istismar. Çocuklara duygusal ve psikolojik olarak yıpratıcı, onlara uygun olmayan davranışlarda bulunmak, çocuğun olumlu benlik algısının gelişmesinde engelleyici olmak, çocuğun birey olarak görülmemesi, toplum önünde aşağılayıcı hareketlerde bulunmak, iyi ve kötü ayrımını öğretmemek, çocuğa kötü örnek olmak, çocuklardan taraf tutulmasını istemek, çocuğu kendi çıkarları için kullanmak duygusal istismar içerisinde sayabileceğimiz örneklerden bazıları. Bu örnekler, bu yazıda bahsedilen olaylarda siyasetçilerin sergilediği davranışlardan bazıları. Bu tutum ve davranışları sergilemekle kalmayan siyasetçiler, bu davranışlarla toplum içinde duygusal istismarı normalleştiriyor.
Bunların yanında bir çocuk, Erdoğan sevgisini göstermenin bir yolu olarak Kılıçdaroğlu’na karşı olumsuz sözler söylüyor ve Erdoğan adına oy istiyor. Bir çocuk sevgi, şevkat ve yardım görmek için birilerine nefret duymak ya da birilerinin hoşuna gidecekler laflar söylemek zorunda kalıyor. Buradan da anlaşılıyor ki iktidarın sergilediği çocuk algısı ve yapmadığı çocuk ve eğitim politikaları, sevgiden uzak, kin ve nefret tohumlarıyla büyütülen, yetiştirilen, işlenen bir nesil inşa ediyor.
Siyasetçilerin çocuklara yönelik yanlış davranışlar sergilediği ve bunu öğrettiği ilk örnek bu olay değil. Daha önce birçok kez siyasi platformda çocuklarla verilen görüntülerin vahim tablolarına tanık olmuştuk. 2021 yılında Rize’de bir açılış konuşmasında kurdele kesimi sırasında bulunan çocuklardan birinin kurdeleyi önden kesmesiyle Erdoğan’ın çocuğun kafasına vurması mesela. Bugün hiçbir alanda kabul edilmeyecek bu eylem, bir cumhurbaşkanı tarafından herkesin önünde yapılıyor. Herkesin önünde yapılması pervasızlığın göstergesi, yoksa kimsenin görmediği bir alanda da yapılmaması gerekir elbette.
Bir başka örnek, Bakan Derya Yanık’ın, “Tabii Ramazan olduğu için bir şey ikram edemedik. Ramazan’dan sonra aynı evde, koruma evinde kaldığı beş arkadaşıyla birlikte bize misafir olarak gelecek. O zaman çikolata ve çay hakkımızı kullanacağız” diyerek, koruma altındaki bir çocuğu ifşa etmesi ve Ramazan ayı nedeniyle çocuklara ikramda bulunmadıklarını söylediği 23 Nisan 2021 koltuk devrinde yaşananlar. Tek bir din dayatması ve çocuğun hayatının tehlikeye atıldığı bu şov da siyaset için hiçe sayılan çocuklara bir başka örnek.
İktidarın her bir parçasının çocuklara verdiği değer saymakla bitmez. Bir başka örnek ise yine 23 Nisan 2014’ta başbakan koltuğuna oturan çocuğa sorulan muhalefet partileriyle ilgili bir sorudan sonra dönemin başbakanı Davutoğlu’nun çocuğun kulağına eğilip “Bol keseden atıyorlar” demesi olmuştu.
Bonus: İzmir depreminde kurtarılan bir çocuğun görüntülerinin, olayın yıldönümlerinde bile hâlâ bakanlar tarafından “mucize” olarak paylaşılmaya devam etmesi ve travmaların devlet eliyle süreklileştirmesine bir örnek oluyor.
Bu noktada bizler; nefret üzerinden yetiştirilen ve sevgi eksikliği ile büyütülen, bir özne olmaktan çok, bir siyaset aracı olarak sahnelerde konuşturulan, bu şekilde istismar edilen çocukların görüntülerini paylaşmamak ve doğru iletişim yöntemlerini kullanarak, çocukların yüksek yararını gözetmek zorundayız. Biz bu noktada üzerimize düşen görevi yaparken bir yandan da nitelikli, eşit ve ayrımcı olmayan, tek bir görüş ve din ekseninde şekillenmeyen okullar ve eğitim sistemleri için talepte bulunmaya devam etmeliyiz. Çocuk haklarına aykırı, gerçekleşen her ihlalin takipçisi olmalı, hukukun işletilmesi için sorumluları göreve çağırmalıyız. İktidarın gelecek projesi olarak yetişen çocuklar değil, özne olan, şu an yaşayan çocuklar için konuşmaya, yazmaya, talep etmeye devam etmeliyiz. Geleceğin yetişkinleri için değil, bugünün çocukları için devletin de yüzünü çocuklara dönmesini ve onların yüksek yararını gözeterek davranmasını sağlamalıyız.
Dipnotlar:
[1] Unutulma hakkı: Bireyin geçmişte yayılmış bilgilerinin erişimden kaldırılmasını ya da gündeme getirilmemesini talep edebilmesidir. Unutulma hakkı, bir insan hakkıdır ve AB Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün (GDPR) 17. maddesinde düzenlenmiştir. Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Kararlarında da görülen bir haktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.