Büyük Madenci Yürüyüşü: Zonguldak’ın Büyük Grevi (1990-1991), bir grevin analizini sonuç odaklı olmaktan ziyade süreç odaklı yapmaktadır. Araştırmanın bu anlamda temel sorusunun “nasıl” olduğunu söylemek mümkündür
Kömür havzaları, kapitalizmin tarihinin çok boyutlu yönlerine ışık tutar. Bu yalnızca iktisadi bir tarih değil, siyasal alanın restorasyon süreçlerinin, ideolojilerin dönüşümünün, sınıfların oluşumunun ve kültürel pratiklerin başkalaşmasının tarihidir. Kapitalist sanayileşmenin kömürün kullanımı üzerine inşa edildiğini söylemek yanlış bir ifade olmaz. Sanayileşmenin ilerlemesi ile kömürün işlenmesi arasındaki ilişki, kapitalistleşen coğrafyalardaki kömür havzalarının sosyal, siyasal ve kültürel yapısını köklü bir biçimde değiştirmiştir. Bu bakımdan Zonguldak Kömür Havzası, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte hem Türkiye’deki sanayileşme süreçleri hem de bu süreçlerin en önemli bileşeni olan işçi sınıfının tarihsel oluşumu hakkındaki araştırmaların önemli sahalarından biri olma özelliğini korumaktadır.
Akın Bakioğlu’nun yakın zamanda yayımlanan Büyük Madenci Yürüyüşü: Zonguldak’ın Büyük Grevi (1990-1991) (İletişim Yayınları, İstanbul, 2022) kitabı tam da bu perspektifle Zonguldak Kömür Havzası’nın tarihine 1990-1991 grevinden hareketle bakmaktadır. Bakioğlu’nun kitabı, sınıf oluşumunun iktidar ve direniş içinde şekillenen siyasal arka planına özgün bir saha araştırmasıyla eğilmektedir. Kendisi de havzadaki madenci bir ailenin üyesi olan Bakioğlu’nun araştırmasının bu yönüyle otobiyografik bir tarafı da bulunmaktadır. Bu otobiyografik taraf önemlidir zira söz konusu araştırma, Zonguldak Kömür Havzası’nı yakından tanıyan, kentin toplumsal belleğine hakim ve yaşamının önemli bir kısmını araştırma için görüştüğü işçilerin içinde geçirmiş bir yakın tanığın elinden çıkmıştır.
Büyük Madenci Yürüyüşü: Zonguldak’ın Büyük Grevi (1990-1991), Zonguldak Kömür Havzası’nın emek tarihini öncelikle “işçileşme süreci” açısından okumaktadır. Tarihsel ve yapısal koşullar ile öznel ve siyasal koşullar arasındaki diyalektik ilişkiyi Zonguldak Kömür Havzası’nın siyasal arkeolojisini çıkararak örnekleyen çalışma, bu ilişkiyi yakın zamanlı bir sınıf hareketinin uzak tarihindeki köklerine inerek tartışır. Bu bakımdan Bakioğlu’na göre çalışması, “yaklaşık iki yüz yıldır kömür üretimi yapılan Zonguldak Kömür Havzası’nda işçi sınıfı oluşum süreçlerinde etkili olan yapısal ve öznel şartların anlaşılma çabasının bir ürünüdür” (s.155). Bu bağlamda tam anlamıyla işçi sınıfının oluşum koşullarını sorunsallaştıran ve bir grevin sınıfın tarihsel deneyimi göz önünde bulundurulmadan anlaşılamayacağını gösteren çalışma, emek tarihi literatürüne özgün bir katkı niteliği taşımaktadır.
Çalışmanın güçlü yanlarından biri tarih ve sosyoloji disiplinlerini bir sınıf çalışması etrafında incelikle bir araya getirmesidir. Eserde 1990-1991 Büyük Madenci Grevi, Zonguldak Kömür Havzası’nın sınıf tarihine yerleştirilerek tartışılır. Bu bağlamda Bakioğlu, Havza’nın tarihinde beş önemli tarihsel dönemeç olduğunu belirtir:
I. 1843-1865 arası: Havzada kömürün keşfedildiği ve kömür üretimine geçildiği dönem.
II. 1865-1908 arası: Havzada kömür işletmesinin Bahriye Nezareti’ne geçmesi ve çalışma hayatını düzenleyen yasal zeminin oluşturulması ile birlikte madenlerde çalışmak üzere havzanın dışarıdan göç almaya başladığı dönem.
III. 1908- 1940 arası: Osmanlı Devleti’nde 1908 işçi hareketlerinin havzadaki yansımalarını içeren gelişmelerden, havzadaki işletmenin tamamen devlete geçmesine kadar olan gelişmeleri kapsayan dönem.
IV. 1940-1980 arası: Havzadaki işletmelerin devletleştirilmesi, işçi sayısı ve üretimin arttığı tarihlerden havzanın kısmen ya da tamamen özelleştirilmek istenmesine kadar olan gelişmeleri içeren dönem.
V. 1980-1991 arası: Neoliberal politikaların maden işletmeleri üzerinde uygulanmaya geçmesi ve buna karşı işçilerin direnişlerinin yaşandığı dönem” (s. 33).
Bu çerçevede Havza’nın 19. yüzyıldan 1980-1991 yılları arasında neoliberal politikaların odağına yerleşmesine uzanan tarihi, Türkiye’deki işçi sınıfı hareketlerinin tarihi ile birlikte kapitalizmin restorasyon süreçleri, devlet-sermaye ilişkisi ve devletin ideolojik dönüşümü hakkında önemli veriler sunar.
1895 yılında Havza’da yapılan ilk grevden yaklaşık bir asır sonra gelen Büyük Madenci Grevi, esasında kapitalistleşme süreci ile sınıf direnişinin eş zamanlılığının tesadüfi olmadığını ve anlık krizlere dayanmadığını gösterir. Bakioğlu’nun araştırmasının gösterdiği üzere Havza, tarihsel olarak bir sınıf mücadelesi alanıdır. Sürekli bir biçimde hakları budanan, baskılara maruz kalan ve özelleştirmelerle güvencesizleştirilmeye çalışılan işçilerin hak mücadeleleri Büyük Madenci Grevi ile en olgun örneklerinden birini verir.
Kitaba ismini veren Büyük Madenci Grevi, 1980 sonrası baskıcı siyasal ortamda gelişen neoliberal politikalarına ve özellikle özelleştirme stratejilerine karşı bir direnişin örgütlenmesinin hikayesidir. Greve katılan maden işçileriyle yapılan derinlemesine mülakatlara dayanan Bakioğlu’nun araştırmasına göre GMİS (Genel Maden İşçileri Sendikası) lideri Şemsi Denizer’in karizmatik önderliğinde adım adım örgütlenen grev işçi sınıfı oluşumunun tarihsel bakiyesinin bir ürünüdür. Sınıfın kolektif bir politik bilinç etrafında bir araya gelmesinde Şemsi Denizer’in karizmatikliği, örgütleyiciliği ve madencilerin duygularına temas eden konuşmaları önemli bir yer tutmaktadır. Araştırmada görüşülen madencilerden birisi bu konuşmaların etkisini şu sözlerle betimlemektedir:
Şimdi, Şemsi Denizer konuşma yaparken kimisi ağlardı kimisi gülerdi. Bizi duygulandıracak şeyler konuşuyordu. Mesela canlarım benim dediği zaman Mengen yerinden oynardı, mesela Şemsi Denizer, Mengen’de balkon konuşması yaptı, hani şu an yapıyorlar ya balkon konuşması, yer yerinden oynadı. Mengen yerinden oynadı canlarım benim dediği zaman, Mengen yerinden oynadı, millet ister istemez duygulanan da oldu, ağlayan da oldu, bağırarak ağlayan da oldu (s. 112).
Tarihten gelen deneyim ve üretimden gelen gücünün bilincinde olan madenciler sınıf-içi siyasal farklılıkların grevin zayıflamasına izin vermeyecek ölçüde önemsizleştirilmesiyle kolektif bir politik duygu üzerine inşa edilir. İşçiler, hükümet ile sermaye arasındaki ilişkilerin farkındadır ve esasında hükümet-sermaye arasındaki eklemlenmeye farklı politik görüşlere sahip işçilerin sınıf çıkarı etrafında kümelenen bir kolektivizmle karşılık verilir. Bakioğlu sınıf bilincine yaslanan politik duruşu şu sözlerle analiz etmektedir:
Bir devlet işletmesi olarak (ve işveren) olarak TTK’ye karşı yapılan grevin hükümette olan partiye karşı da yapılıyor olması işçiler arasında bir tereddüde yol açmaktadır. Ancak yapılan eylemlerin hükümete değil de hükümetin sermayenin yanında yer alan tavrına karşı yapıldığı gerçeği de yine eylemlilik sırasında farkına varılan bir gerçektir. İşçi sınıfının, yaptığı eylemdeki dinamikleri nelerle tanımladığı bunun için çok önemlidir. Temelde işçiler ortağı ve uygulayıcısı olduklarını düşündükleri devlete karşı vatandaşlık bilinciyle çalışmaktadırlar. Ancak sınıfsal pozisyonları, kendisini en net sınıfsal pozisyonlarından kaynaklanan sömürü ilişkilerinde hükümetler tarafından dışlandıklarında gösterir (s.122-123).
Büyük Madenci Yürüyüşü: Zonguldak’ın Büyük Grevi (1990-1991), bir grevin analizini sonuç odaklı olmaktan ziyade süreç odaklı yapmaktadır. Araştırmanın bu anlamda temel sorusunun “nasıl” olduğunu söylemek mümkündür. Tarihsel sosyolojik bir perspektiften Türkiye işçi sınıfının kendisini inşa etme süreçlerini nasıl anlayabiliriz? Emek tarihinin içinde grevler nasıl ortaya çıkarlar? Nihayetinde sınıf, sınıf bilinci, sınıf kültürü ve sınıf siyaseti nasıl oluşur? Bu yönüyle Bakioğlu’nun araştırması bizi siyasal olayların güncel sonuçlarından öte tarihsel sürekliliğine bakmaya yönlendiren bir metodoloji önermektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.