Memlekette kampüslerden, yurtlardan cereyan eden sorunlar hızlıca yüksek tepkilere ve kendiliğinden diyebileceğimiz etkili eylemlere dönüşmektedir. Gençlik hareketine düşen görev bu odakları dibe dalarak örgütlemek, çelişkileri açığa çıkartmak ve hareketin doğal özneleriyle organik ilişki içerisinde olmaktır. Ancak bu bakış açısıyla gerçek bir hareketin varlığı mümkün olabilir ve ortak zeminlerde buluşup birlikte antifaşist bir mücadele verilebilir
Enes Kara’nın intiharı bugün memleketteki milyonlarca gencin yaşadığı sıkışmışlıkları en net ifadesiyle gözler önüne seriyor. AKP iktidarının üniversitelileri geleceksizleştirmeyle cemaat-tarikat yurtlarında somutlanan gericilikle yoksullaştırmayla gittikçe derinleşen bir çukura sürüklemesi artık geniş üniversiteli kitleleri açısından sadece hissedilmekle kalmıyor, tahammül sınırlarını aşıp bir şekilde itiraz sesine dönüşüyor. Tam bu noktada gençlik mücadelesinin içeriği, yöntemi biçimi ve ortak hareket etme zeminleri kritik bir yere sahip oluyor. Bu zeminlerde gelişen mücadele dinamiklerini kavrarken yeni araç ve yöntemler ile mücadele sahasında olacak birliktelikleri hareketin ihtiyacına göre belirlemeliyiz.
Üniversitelilerin akademik-demokratik ve ekonomik krizlerinin yoğunlukla yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Pandeminin başında karşılaşılan uzaktan eğitimdeki sorunlar, apar topar üniversite okudukları şehirlerden evlerini yurtlarını bırakıp aile evlerine dönmek zorunda kalan ve yoğunlaşan krizle birlikte en güvencesiz koşullarda çalışarak okumak zorunda bırakılan üniversitelilerin problemleri bugün yoğunlaşan krizlere uçlar çıkartmıştı. Boğaziçi Direnişi bu krizler içerisindeki ilk kitlesel patlama denebilecek boyutta gerçekleşti. Geçtiğimiz yılda gençlik hareketi Boğaziçi Direnişi’nde “Kayyum rektör istemiyoruz!” sözünü hızlı bir şekilde faşizme karşı mücadele zemininde örgütleyip asıl sorumluları işaret etmiş, tek adam rejimi karşısında sistem karşıtı bir eğilim geliştirmiştir. Üniversite dışında da halkın yaşadığı çelişkileri ve isyan potansiyelini harekete geçirmiş ve bir soluk olmuştur. Boğaziçi Direnişi’nin hemen sonrasında iki yılın ardından kampüslerin açılmasıyla birlikte derinden yaşanan barınma krizine kendine özgü, yaratıcı eylem biçimleriyle müdahale etmiş ve kendi sözüyle, gündemiyle ülke gündeminde yer almıştır.
Zira gençlik hareketi açısından 2015 sonrasında kendi öz sorunlarını, çelişkilerini, gündemlerini dipten örgütlemek yerine üst siyasete söz üreten ve gençliğin potansiyelini, yapabileceklerini törpüleyen bir çizgi ağır basmaktadır. Elbette burada memleketin süreç içerisinde geldiği durumun sol-sosyalist hareketin üst üste aldığı yenilgilerin, rejimin kendini daha çok baskı ve zor aygıtlarıyla yeniden kurumsallaştırmasının sonucunun üniversiteye yansımaları da önemli etmenlerdir. Kampüsler içerisindeki faşist saldırılar olağan ve sürekli hale gelmiş, üniversitelerde açık siyasi faaliyet yapılması soruşturma ve özel güvenlik birimi (ÖGB) terörüyle çok kısıtlı alanlara daralmış, gençlik hareketi de marjinalleştirilmeye çalışılmıştı. Bu koşullarda gençlik örgütleri süreç içerisinde daralarak üniversite odaklı tartışmak, üniversitelilerin sorunlarını ve yaşadıkları güncel çelişkileri tespit edebilmek, refleksif ve hızlıca kitleselleşebilecek tepkiler örgütlemek gibi temel noktalardaki hünerlerini yitirmeye yüz tutmuştu. Bu olanların sonucunda gençlik örgütleri artık gençlik hareketinin odağı olmaktan gittikçe uzaklaşmıştı.
Fakat Boğaziçi Direnişi deneyimi özerk-demokratik üniversite mücadelesinin değişen-dönüşen ve yeni formlar kazanan bir tarafını bizlere gösterirken, barınma krizi karşısında örgütlenen Barınamıyoruz ve Yurtsuzlar deneyimleri ise üniversitelilerin temel sorunlarının hangi biçimlerde örgütlenebileceği, nasıl bir harekete dönüştürülebileceği ve en geniş üniversiteli kitleleriyle temas kurmak, harekete geçirmek gibi sorunların pratikte sınanan olumlu-olumsuz sonuçlarını vermektedir. Gençlik hareketi içinde bulunduğu atıllık halinden tamamen bir kurtuluşu henüz gerçekleştiremese de umut vadeden cüretiyle bunun çok da uzağında olmadığını gösteriyor.
Neoliberal üniversite modeliyle piyasalaşan, meta haline getirilen bilgi üretimi, niteliksizleşen eğitim ve buna eşlik eden geleceksizleştirme politikaları bugün kurulacak üniversite mücadelesinin en temel üç ayağından birini oluşturuyor. İkinicisi ise AKP’nin “dindar ve kindar nesil” yaratma politikaları olarak cisimleşen ve en geniş örgütlenme zeminini tarikat yurtlarında bulan gericiliğe karşı laiklik mücadelesidir. Bu mücadelenin son ayağı ise gittikçe derinleşen ekonomik kriz ile yoksulluğun üniversiteli kimliği ve hayatındaki dönüştürücü etkisine karşı verilen kendiliğinden tepkilerin örgütlenmesidir. Verili durumda bugün memlekette kampüslerden, yurtlardan cereyan eden sorunlar hızlıca yüksek tepkilere ve kendiliğinden diyebileceğimiz etkili eylemlere dönüşmektedir. Gençlik hareketine düşen görev bu odakları dibe dalarak örgütlemek, çelişkileri açığa çıkartmak ve hareketin doğal özneleriyle organik ilişki içerisinde olmaktır. Ancak bu bakış açısıyla gerçek bir hareketin varlığı mümkün olabilir ve ortak zeminlerde buluşup birlikte antifaşist bir mücadele verilebilir. Kurulan dilden tutalım da seçilen mekâna kadar en geniş üniversiteli çeperine kadar hitap edebilen bir tarz ile demokratik öğrenci hareketi kurulabilir.
Boğaziçi Güney Kampüs önünde başlayıp memlekete yayılıp Aylarca süren direnişte iktidarın gözaltı, tutuklama hatta üniversitelileri kaçırma dahil birçok saldırı biçimiyle uzun süre sonra yeniden karşılaştık. Pandemi sonrasında üniversitelerin yeniden açılacağı 2021 sonbaharında gittikçe yükselen ekonomik krizle birlikte derinleşen barınma sorunu Barınamıyoruz ve Yurtsuzlar hareketinin gece nöbetleriyle birlikte belirgin bir biçimde gün yüzüne çıktı.
İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere üniversitelilerin bulunduğu birçok ilde ve toplumun büyük bir kesiminde karşılık bulan gece nöbetleri 8 gün boyunca memleket gündeminde kendine yer buldu. Nöbetin 8. gününün akşamı gerçekleşen polis saldırısına kadar geçen sürede ve sonrasında nöbete katılan üniversitelilerin ailelerinin aranması, direkt iktidar tarafından sayı dahi verip hedef gösterilerek nöbetlerin terörize edilmeye çalışılması, üniversitelileri ajanlaştırma girişimleri, burs kesmeler ve yurttan atmalar dahil birçok saldırı biçimi sistematik olarak iktidar tarafından yine en aktif şekilde kullanıldı. Ve bundan sonra da kullanılacağı şüphesiz bir gerçek.
Gençlik hareketinde, öncesinde özellikle İstanbul Üniversitesi yemekhane eylemlilikleri, pandemi sonrasında Boğaziçi Direnişi ile birlikte başlayan direnişler silsilesinde sıra arkadaşımız Enes Kara’nın intiharıyla gerçekleşen eylemliliklere kadar kesintili ama sürekli biçimde ilerleyen bir seyir halinde. Harekete nazaran baktığımızda geri bir örgütlülük düzeyinin varlığını ve memleketin genel atmosferindeki siyasi belirsizliğin yanında ne zamandır bütünlüklü mücadele programlarımızın olmadığını açık yüreklilikle dile getirebiliriz. Gençlik hareketi bugün her ne kadar sınırlı ve kitlesellik düzeyi bahsettiğimiz oranda az olsa da sarsıcı-etkileyici aynı zamanda da toplumsal muhalefeti ve antifaşist kitle hareketlerini özendirici bir niteliğe sahip olması açısından önemli bir konumda bulunuyor. İçinde bulunduğumuz dağınıklık koşullarında özellikle üniversite siyaseti çizgisine bir netlik kazandırma ihtiyacı da her geçen gün daha fazla kendini hissettiren bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Üniversitede bir odak ihtiyacı doğrultusunda ve daha da ötesinde faşizme karşı devrimci gençliğin eylem birliğinden anlamamız gereken, yalnızca çeşitli tarihleri ve özel günleri kotarmak olmamalıdır. Artık asgari müştereklerde dahi zar zor yan yana gelişlerin ötesinde ortak mücadele kültürüne sahip çizgide birlik oluşturulmalıdır. Belirli hukuka, ilkelere ve ortak mücadele programına sahip akademik ve ekonomik mücadele ile siyasal mücadeleyi birbirinin içerisinde gören, gençliğin kendiliğinden davranışını kitlesel mücadele aracılığıyla örgütlü tepkiye dönüştürmeye ve tepkinin devamlılığını sağlamaya çalışan ideolojik-politik bir perspektife sahip bir birlik gereklidir.
Kitle örgütlenmesi perspektifini taşımayan bir birliktelik tarihte başarılı pratikler olarak yer almamış ve siyasetler arası eylem masası olmaktan öteye gidememiştir. Öncülere daralmış bir eylem birlikteliğini aşacak ve artık üniversitelilerin özneleşmesini hedefleyen bir doğrultuda ilerleyecek pratiklerin ve yan yana geliş zeminlerinin yaratılması gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz koşullarda ihtiyacımız olan “güçsüzlüğümüzün mecburi ittifak arayışları” değil bulunduğumuz zemindeki öznelerle aramızda yaratılan fikri ve fiziki uçurumları kapatabilecek bir faaliyetin yaratımı için ilkeli yan yana gelişlerdir. Üniversitelilerin gittikçe derinleşen krizleri etrafında örgütleyeceğimiz hareketin faşizme karşı mücadele hattında iradi sürekli ve baskı-zor aygıtları karşısında yaptırım gücüne sahip anlamda militan bir birlik anlayışıdır. Yürünecek hattın öncülerinin kitlelere güven vermesi için de ilk başta bunlar gereklidir.
Geçtiğimiz günlerde yaşamına son veren sıra arkadaşımız Enes Kara için Barınamıyoruz, Yurtsuzlar ve Gençlik Örgütleri olarak Taksim’de “Beyoğlu Kaymakamlığı’nın müsaade edilmeyecektir” vurgulu yasaklama kararına rağmen uzun süredir “eylem yapılamaz” denen İstiklal Caddesi’nde eylem yaptı. Bugün üzerine yazılıp çizilen yürünmesi gereken mücadele hattının tariflerinde bahsedildiği gibi mücadele hattında yürünecek yolun bir kısmının İstiklal Caddesi’nden geçtiği yadsınamaz bir gerçek. Salt yarattığı moral motivasyon bile devrimciler için cüretli adımları atmayı kolaylaştıracaktır. Ama İstiklal’den öte yürünecek yollar için uzun erimli bir mücadelenin politik aklını yaratmamız gerekiyor. Gençliğin demokratik, bağımsız, militan ve kitlesel örgütünün yaratımı yolunda, öncülere daralmayacak kitleselliği hedefleyen bir direniş pratiği için kararlılık ve emek göstererek hep birlikte devrimci ısrarla birlikte mücadele edeceğiz.
Üniversitede mücadele yürüten gençlik örgütlerinin kampüsteki, yurttaki üniversiteli ile temas aralığının sınırlılığı ortadayken üniversitede sahici bir odak yaratmanın gerçekliğini ve koşullarını açıkça tartışmamız gerekli. Neoliberal yıkımın üniversitedeki ve üniversitelideki tahribatını görmeden, faşizmin türlü saldırıları karşısında üniversitelerimizde, yurtlarımızda ne zamandır elle tutulur bir faaliyet dahi yürütemezken, kampüsten sokağa taşacak bir hareket odağı yaratımı elbette bu koşullarda zorlu bir mücadele sürecini işaret ediyor. Bu mücadele sürecinde dikkat edilmesi gereken yer ise bugünün hızlı politikleşme alanları olarak saptadığımız dinamikleri harekete geçirirken yalnızca muhafazacı ve biriktirmeci bir anlayışla hareket etmememiz gerekliliğidir. Çok kısa bir süre önce barınma krizinde gördüğümüz gibi adım attığımız her alandaki hareketimiz memleketin içinde bulunduğu kriz koşullarını teşhir edip toplumu tetikleyebilecek konumda olduğudur. O yüzden bir taraftan politik hattın başını ve sonunu kurgularken bir taraftan da reflekslerimizi daha da güçlendirmemiz gerekli ki gerektiği anda taşı gediğine oturtabilelim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.