“Kendini” tek gerçek odak olarak tanımlamak yerine, ısrarla sınıfın farklı katmanlarında açılacak cephelerin esas olduğu sınırında durulduğunda, bunların güçlü dayanışmalarını kurmaya emek harcandığında, “dışarıda” duran birçok devrimci “içeri”, yani sosyalizmin müştereğine tekrar dönmenin heyecanını yaşayabilir
Yakın zamanda çeşitli sosyalist, devrimci çevrelerin başlatmış olduğu “strateji” tartışmasının seçim döneminin hengamesine yenilmemesini, birkaç yan yana gelişin heyecanı ve sinerjisine, hatta güçlenme hissinin büyüsüne kapılmamasını dilerim. Samimiyete, gerçekçiliğe ihtiyacımız var.
En nihayetinde, strateji tartışması bir emek-zaman tartışmasıdır. Emeğimizi, zamanımızı neye, nereye harcayacağız? Bir parti inşa etmeye mi? İşçi, emekçi direnişleriyle hemhal olmaya mı? Mahalle komiteleri örgütlemenin imkanlarını araştırmaya mı? Yazı yazmaya mı? Ve sayısız başka şeyden, hangi birine?
Bu tartışmayı samimi ve sahici kılabilmek için, (bir dakikalığına da olsa) mevcut konum alışlarımızın (yani örgütlerimizin, aidiyetlerimizin) dışına çıkarak düşünmek gerekir.
Nihayetinde, ister bir parti ismiyle örgütlenmiş olsun, ister daha küçük politik topluluklara tekabül etsin, kendi varoluşu ve hakikatiyle sınırlı bir düşünce tarzının sosyalizm müşterekliğinin yalnızca kısmi bir yönüne ışık tutacağı açık. Yani, kendi maddi ve örgütsel çıkarlarımızın sınırlı gerçekliğiyle mesafe alabilmeyi başarmadan, “güç dengeleri”, “ittifak zeminleri”, “konsolidasyon” gibi ifadelerin dışında, bir fotoğraf çıkartmak, bu tartışmayı sahici kılar.
Sosyalizm, “hepimizin” müştereği olarak, bizleri kimlik ve aidiyetlerimizin ötesine taşımaya bir davettir. Yani, mevcutta kendi hakikatlerimizin “sosyalizmin tek hakikati” olmadığını kabul etmek; başkalarının hakikatiyle bir bakışım -ve müşterek- geliştirebilmek.
Burada, meseleyi ikiye ayırabiliriz.
Birincisi, bu “başkaları”, yurttaşlık, sınıf, cinsiyet bağlarıyla ilişki kurduğumuz “halkımız”, elbette. Farklı katmanlardan ezilenleriz. Ortak bir cephe kurabilmenin hakikatinin arayışındayız.
İkincisi, sosyalizm müştereğimiz. Kimseye ait olmayan bir hakikat (fikir, düşünce, paradigma, ide vb.) olarak. Mevcudun “acımasız bir eleştirisi”, ayrıca, reelde olan hareketin kendisi olarak. Dolayısıyla, farklı grupsal aidiyetleri olan sosyalistlerin dayanağı olan sosyalizm müştereğinde, dayanışma ve yoldaşlaşmanın elzemliği, hakikati olduğu açık.
İkisinin de güçlü ve zor hakikatler olduğunu öne sürebiliriz. Zira, farklı sınıfsal katmanlar içerisinde çalışma yürütmek, bunları bir araya toparlamak, ortak çıkarlar etrafında mücadele etmek için yan yana getirmek gibi zorlu bir görev var. Toplumsal güç olmak, toplumu kendini yönetebilen, fiziki bir güç olarak örgütlemek. Güç olmak için, bir arada durmanın önemi.
“Herkes” bir strateji önerebilir. Ama, esasın “müşterekleşme” olduğunu ifade edecek bir strateji, herkesi olduğu olmaklıktan çıkarmaya davet eden bir dönüşüm de önerilebilir.
Bir grup olmanın sosyal, politik, maddi, iktisadi, psikolojik avantajlarından, diyelim imtiyazlarından vazgeçmenin; bunu “herkese” açabilecek şekilde yataylaşabilmenin yollarını aramak da, bedeller gerektiriyor. Türkiye gibi cemaatçiliğin gelişkin olduğu, bunun fanatizm türünde bir teşkilatçılık, grupçuluk şeklinde devrimciliğe de sirayet ettiği bir sosyolojide çalıştığımızı hatırlayabiliriz. Üstelik, hem gerontokratik hem cinsiyetçi iktidar mekanizmaları, şefliğin devamının bir garantisi olarak, bunları sürekli devreye sokar.
Strateji tartışması, bir konumlanmaya davet ediyor. Halkın “hangi” kesim(ler)i içerisinde örgütlenecek, emeğimizi ve birikimimizi neye adayacağız? Bu adanmışlığı, hangi biçim ve içerikte oluşturacağımız araçlarla gerçekleştireceğiz?
Türkiye’de yaşanan sınıfsal dönüşüme ve yapılanmanın çözümlenmesine dayanarak bu sorulara cevap verilebilir. Bu materyalist bakış açısı, sınıfsal-toplumsal gerçekliğe dayalı bir bakış açısına işaret eder. Ancak, sınıfın sosyolojisine dayanan bakış açısının yanına, sınıfın politikasına dayanan başka bir bakış açısını da eklemek son derece meşru. Örneğin, mevcutta yaşanan dönüşümün başını tutacak türde örgütlenmeler -çevre koruma örgütleri, sendikalar, platformlar gibi- kurmak bu stratejinin parçasıdır. Ancak, dönüşümün karşısında duracak olan sınıf örgütlerinin yanında, devrimci hareketin tarihinde yer alan, kurucu, sınıfın daha ofansif örgütlenmelerinin de stratejinin parçası kılınabileceğini düşünüyorum. Kooperatif, yerel yönetim, komite, konsey, meclis gibi yapılar bunların örneği.
Bunların temelinde, esasında strateji tartışmasına nereden başlayacağımız meselesi geliyor. Buradaki temel öneri, sınıfın her neresinde isek orada, ait olduğumuz dinamikleri kolektif, kurucu, dayanışmacı bir örgütlenmeye çevirmek; bunun yaratıcı, dayanışmacı, kolektif araçlarını bulmak, temel stratejik yaklaşımımız olmalı. Hangi aracı geliştirecek olsak da, bunun temelinde müşterekçi ruhun, yani meclis örgütlenmesinin yer alması gerektiğini öneriyorum. Kendini bulunduğu sektörün, alanın, havzanın, işyerinin, fabrikanın, köyün, mahallenin, ilçenin meclisine dönüştürmeyi hedeflemeyen; bu genişlikte bir müşterekçiliğe soyunmayan çabanın, dolayısıyla bizim stratejimiz açısından sorunsallaştırılması gerektiği açık.
Yukarıdaki itirazların peşinden gittiğimizde, bir partinin üye sayısının artmasını sağlamanın, yahut toplumun bir partiyi “desteklemesini” sağlamanın doğru cevapları barındırmadığına lafı getirmek istediğim görülebilir. Yahut, esas olanın, toplumun her neresinde isek, onun kendisini bir siyasi özne olarak kurmanın, örgütlemenin esas olduğunu getirebilir. Yani, bir yandan hak mücadelesi yürüten, bir yandan da özyönetim araçları geliştirebilen, kapsamlı bir bakışa sahip sınıf örgütleri oluşturmak zorundayız. Kent ve gıda hakkı mücadelesi yürütürken kendini örgütleyebilen bir mahalle komitesi de; özlük hakları ve ücret için mücadele ederken bir fabrikayı nasıl yönetebileceğini düşünmek de bunun bir parçası. Farklı yerlerden açılan cepheleri aşırı yüceltmeden ve -ama- değersizleştirmeden; bunların başka yerlere nasıl güç verip güç taşıyabileceğini, nasıl başka şeyleri değerli kılabileceğini düşünmek, sınıfın politik kuruluşunun stratejik önceliğidir.
Nihayetinde, devrimciler, yolu açar. Örgütlenmeyi bilmeyen kitlelerin örgütlenmesi için, örgütlenme faaliyeti yürütür. Muhtemel ki, “kendi” örgütlerini de bunun dışında bir şey olarak görmezler. Buna hazırlık yapıp, buna organize olmaya çalışırlar.
Kaba tabirle “teşkilatların”, kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarıymış gibi görme bakış açısından kurtulmak ve gerçek halk örgütlenmeleri inşa etmek gibi bir görevleri var. Kendilerini örgütlemeye, yani “konsolide” etmeye yöneldikleri her noktada, halkın örgütlenmesini gerçekleştirmeye çabalamadıkları için, aslında devrimciliklerinden çalmaktalar. Bu da, onları eleştirilir kılmaya bir alan açıyor.
Bu yapılabildiğinde, yani “kendini” tek gerçek odak olarak tanımlamak yerine, ısrarla sınıfın farklı katmanlarında açılacak cephelerin esas olduğu sınırında durulduğunda, bunların güçlü dayanışmalarını kurmaya emek harcandığında, “dışarıda” duran birçok devrimci “içeri”, yani sosyalizmin müştereğine tekrar dönmenin heyecanını yaşayabilir.
Dolayısıyla, strateji, devrim içerisinde “erimeye” gönüllü; yani “kendi siyasal çıkarından” vazgeçmeye gönüllü devrimciliğin, yani mülkiyetsiz bir devrimciliğin, komünistliğin, kendini vücuda getireceği toplumsallığın nasıl örgütlenebileceği sorusudur.
Somutta şöyle öneriler sunulabilir:
Devrimciler, mücadele alanlarının neler olduğunu berraklaştırmak; güncellemek; işaret etmekle yükümlüdür. Dolayısıyla; teorik-ideolojik çalışmaya devam etmek;
Bugün, küresel bir fabrikaya dönüşmüş Anadolu coğrafyasında, sınıf siyasetini kurabilecek onlarca sorunsalın içinde, iğneyle kuyu kazarak yol almaya devam etmek; konformizme, popülizme düşmeden, çabalamak;
Gelişen halk tepkilerine kaba bir teşkilatçı pragmatizmle yaklaşmadan, onlarla hemhal olabilmek, öğrenmek, öğrenmek;
Bu tepkilerin dönüşebileceği yaratıcı örgütlenmelerin bulunmasına çabalamak; bu örgütlerin katılımcı, özyönetimci olabilmelerinin garantörü olmak; bunlara kendilerini ikame etmemek…
Mevcutta, bunları yapan örgütlenme deneyimleri elbette var. Bağımsız sendikalar, dernekler, kooperatifler, enformel inisiyatifler, sayısız organizasyonda, devrimcilerin, halkın içerisinde konumlanacağı örgütlenmeler yaratma çabasında.
Bunları daha “müşterek” hale getirmek, temel muradımız. Solun bu açıdan, zihinsel ve örgütsel bir rönesansa ihtiyacı var. Halk içerisinde çalışma yapan, kendi kişisel, örgütsel, topluluksal çıkarlarının yerine halkın çıkarlarını ön plana koyan tüm samimi çabaların bu imbikten geçmesi gerektiği açık. Halkın kendi çıkarlarını korumalarının tek yolu, kendi özörgütlenmelerini inşa etmeleridir. Devrimciler de, stratejik olarak bulundukları her yerde, bu örgütlenmelerin kurulması ve devam etmesine emek harcamakla yükümlüdür.
Kaynak: temsiliyetsiz.wordpress.com
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.