Sahte suretler

Sahte tablonun peşinde geçen romanın finalinde yazar dikkatimizi asıl büyük sahtekarlığa çekmek istercesine Avrupa’da finans eğitimi gören, faiziyle borç veren, lüks içinde yaşayıp sıkıştığında şeriatla yönetilen ülkeler yerine gavur ellerine kaçan bir şeyhe konuyu bağlıyor

Sahte suretler

“Gelir bir el kırar bir gün kapıları
Karanlığın bahçesinde açar gülüm”

A.Kadir

İktisatçı olarak tanıdığımız Mahfi Eğilmez’in ikinci polisiye romanı Sahte Sultan adıyla yayımlanarak kısa sürede 3. basımı gördü. Baştan şunu söyleyelim ki İstanbul’daki bir müzeden Londra’ya sergilenmek üzere götürülen tablolardan birinin sahte olduğunun anlaşılmasıyla başlayan roman; Agatha Christie, Dan Brown ya da Ahmet Ümit’in romanları gibi heyecanı sürekli diri tutamıyor. Bunda yazarın eksikliğinden çok ülkemizin içine düştüğü foseptik çukurunun payı büyük. Başka bir dilde okunduğunda önemsiz gibi görünen ayrıntılar ülke sınırları içinde spoiler’a dönüşebiliyor. Kumpas kurmaktan, askeri darbe girişimine kadar her pisliğin altından kimlerin çıktığını bilen Türkiyeli okur için 82. sayfada Z. Cemaatinden bahsedildiği anda, Çehov’un duvarda asılı tüfeği patlıyor. Ancak yazarın kriminoloji, sanat tarihi, adliye muhabirliği, sigortacılık gibi alanların hakkını vererek kurduğu olay örgüsünün başarılı olduğunu teslim etmek lazım.

M.Eğilmez sıra dışı bir iş yaparak hırsızlık olayını polis ya da savcı yerine sigorta şirketinin hukuk danışmanlarına çözdürüyor. Okudukları romanlar, şiirler, dinledikleri şarkılar, içtikleri şaraplardan seküler bir yaşam tarzına sahip olduğu anlaşılan Rüya ve Murat şahsında umudunu ilerici-demokrat kesime bağladığını belli eden M.Eğilmez, cemaatin yargı içindeki bağlantılarını hissettirirken, soruşturmayı yürüten alt düzeydeki komiser ve savcıyı başlangıçta aksi tipler olarak gösterse de romanın akışı içerisinde bu kişileri üstlerinden gelen ince tehditlere rağmen görevlerini yapan dürüst kişilere dönüştürüp iyi insanların sandığımızdan fazla olduğuna, enseyi karartmamak gerektiğine işaret ederek iyimser tarafını öne çıkarıyor.

Bir önceki polisiye romanına sık sık göndermelerde bulunan yazar, burjuva ahlakını eleştirmekten geri durmuyor. Ülkenin en üst düzey siyasi yetkilisinin, şeyhlerle yemek yerken çekilmiş fotoğrafını incelerken ulaşılan ipucuna bakarak teşbih sanatına kalkışacak okurlar bir an Silivri’nin soğuğunu hissediyor ama neyse ki kitabın başında gerekli önlem alınmış: “Olaylar, isimler ve unvanlarla ilgili olarak kurulabilecek benzerlikler ya tesadüftür ya da okuyucunun zihninde oluşan yanılsamalardan kaynaklanmaktadır.”

Sahte tablonun peşinde geçen romanın finalinde yazar dikkatimizi asıl büyük sahtekarlığa çekmek istercesine Avrupa’da finans eğitimi gören, faiziyle borç veren, lüks içinde yaşayıp sıkıştığında şeriatla yönetilen ülkeler yerine gavur ellerine kaçan bir şeyhe konuyu bağlıyor. Ancak bu sefer iyimserliğe kapılacak bir sonuç yaşanmıyor. Kader, şükür, fıtrat, hamd etme, öbür dünya için yaşama masallarıyla uyutulan müritlerin gördüğü şeyh suretinin arkasında haramdan, günahtan muaf tutulmuşçasına yaşayan sahtekarları ortaya çıkarma görevini Rüya ve Murat gibi bilimin, sanatın, edebiyatın aydınlık yolunda ilerleyen gençlerin yerine getireceğini biz söylemiş olursak kitabın ana fikrine ters düşmüş olmayız.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur