Enes Kara’nın intiharının ülke gündemini derinden sarsmasının altında yatan nedenleri, intiharın ardından verilen tepkileri ve gençlerin beklentilerini, dönemin başından beri üniversitelilerin barınma sorununu gündemine alan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu, Öğrenci Kolektifleri, Öğrenci Faaliyeti ve Gençlik Komiteleri’nden üniversitelilerle konuştuk
Cemaat yurdunda kalırken hayatına son veren Enes Kara için 20’den fazla eylem Türkiye’nin çeşitli yerlerinde gençlik örgütleri ve üniversite dayanışmaları tarafından yapılmış, barınma hakkı ile ilgili çeşitli yazılar yazılmıştı. Elazığ Üniversitesi Tıp Fakültesi önünde Enes Kara’nın sıra arkadaşları da bir anma eylemi yapmıştı. Enes Kara’nın babası Mehmet Kara, oğlunu intihara sürükleyen cemaat yurdunu savunmuştu. Ankara’da Eğitim Sen Ankara Şubeleri, Ankara Tabip Odası, VELİ-DER Ankara Şubesi, EĞİT-DER Ankara Şubeleri, ÖVDER; “Cemaat tarikat yurtları kapatılsın” diyerek eylem yapmıştı. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi ve Tıp Öğrenci Kolu (TÖK), tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın cemaat yurdunda gördüğü baskılar nedeniyle yaşamını sonlandırmasıyla ilgili açıklama yapmıştı. Üniversiteliler kaldıkları yurtlarda ses çıkartma eylemleri yapmış, Taksim Tünel’e yapılan çağrı ile birlikte barınma hakkı mücadelesi için kurulan Barınamıyoruz Hareketi ve Yurtsuzlar’ın da katılımıyla gençlik örgütleri ile üniversite dayanışmaları da bir araya geldi.
Gençlik örgütleri, Barınamıyoruz Hareketi, Yurtsuzlar ve üniversite dayanışmaları, İstanbul Valiliği ile Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasak kararlarına ve yoğun polis ablukasına rağmen Enes Kara için İstiklal Caddesi’ne çıkmıştı. Polis saldırısı altında düzenlenen yürüyüşte Enes Kara’yı intihara sürükleyen gerici neoliberal politikalara ve iktidarın tutumuna tepki gösteren üniversiteliler iktidara “Gençlik sizden nefret ediyor” diye seslendi. Üniversitelilere defalarca saldıran polis toplamda 83 kişiyi gözaltına aldı. İstiklal Caddesi saatlerce “Enes Kara isyanımızdır” sloganıyla yankılandı.
Ankara’da da üniversite öğrencilerinin yaptığı eyleme polis saldırmış, 11 kişi gözaltına alınmıştı. Üniversiteliler polisin saldırılarına rağmen Kızılay sokaklarında eylemlerini sürdürmüştü.
Daha öncesinde de Antalya’da İlim ve Kültür Derneği’nin yurdunda aşçı olarak çalışan İhsan Güney (38), yurdun yemekhanesinde üniversite öğrencisi Mehmet Sami Tuğrul’u (18) öldürmüş, haberlere yayın yasağı kararı ve dosyaya gizlilik kararı çıkmıştı. Sonrasında İhsan Güney, emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Güney, çıkarıldığı sulh ceza hakimliği tarafından tutuklanmıştı. Eğitim-Sen’den yapılan açıklamada “Üniversite öğrencilerinin barınma sorununa çözüm bulmak yerine onları dini cemaat yurtlarına mahkûm edenler bir gencimizin daha göz göre göre, vahşi bir şekilde katledilmesine neden olmuştur” denilmişti.
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan (SGDF) Okan Danacı, Öğrenci Kolektifleri’nden Doğukan Gürbey, Öğrenci Faaliyeti’nden Lizge Biter ve Gençlik Komiteleri’nden Mert Batur cemaat yurtlarında yaşananlar ile ilgili Sendika.Org’a konuştu.
Enes Kara’nın intihar etmesi nasıl bu kadar etkili oldu?
Okan Danacı: Kapitalizmin yaşamış olduğu kriz ve onun sonuçları emekçi sınıflar tarafından çok daha derinden hissedilir hale gelmiş durumda. Bununla birlikte rejimin artan baskıları da toplumda ciddi bir öfke yaratmakta. Bu yeni bir şey değil elbette ancak her geçen gün derinlik kazanıyor. Enes’in yaşamını yitirmesinin böylesi bir etki yaratması anormal değil elbette. Enes’in son sözlerinden herkesin kendine dair bir şeyler bulabilmesi çok mümkün. Herhangi bir üniversiteli Enes’in son sözlerinden pekala kendini görebilir. Barınma sorunundan bahsediyor, ailesi tarafından gördüğü baskıyı ve kalmak zorunda bırakıldığı tarikat yurdunda yaşadıklarını anlatıyor, özgürlüğünün elinden alındığını ve yaşama sevincini kaybettiğini söylüyor. Bu coğrafyada, Enes’in yaşadıklarını yaşayan milyonlarca genç var, hem de yıllardır. Enes, bu düzen değişmedikçe, böylesi ölümlerin artacağı gerçeğini ortaya koydu. Kapitalist sömürü düzeninde özgür bir geleceğin tesis edilemeyeceği ve hatta her geçen günün bir öncekinden çok daha kötü olacağı gerçeğinin altını çizdi. Enes’i intihara sürükleyen bu düzendir. Kapitalist sömürü düzeninin ve onun burjuva iktidarının yarattığı geleceksizlik ve dayattığı yoksulluk Enes’i aramızdan almıştır. İşte bu gerçekler milyonlar tarafından bilindiği, hissedildiği ve yaşandığı için böylesi bir etki açığa çıkmıştır.
Doğukan Gürbey: Enes’in böylesi bir etki yaratması içinden geçtiğimiz süreçte bağlantılı elbette. Pandemi sürecinde üniversiteleri kapalı olduğu aralıktan sonra patlayan barınma problemini hepimiz takip ettik. Bu barınma sorununa dair mücadele edenlere saldırılar ve gözaltılar oldu. Ancak bu saldırılar sorunun kendi gerçekliğini ortadan kaldırmamış oldu. On binlerce üniversiteli barınma problemini Enes gibi cemaat ve tarikat yurtlarına sığınarak çözmüş oldu. Benzer şekilde birçoğu barınma hakkı için borçlandı, işe girmek zorunda kaldı veya üniversite kaydını dondurup şehrine geri döndü. Sorunun mücadele edenleri ortadan kalktı ve sorunun çözülmesini umduğumuz kanallar yeni problemler yaratmaya başladı. Bugün Türkiye’nin dört bir yanındaki yurt sorunları ertelenen problemin yansıması. Enes de başta üniversitelilerden doğan tepkinin yüzeye çıkış noktası olarak aslında mektubunda da belirttiği üzere bugünün gençliğinin bir özeti niteliğindeydi. Barınmaya dair sorundan başlayalım da geleceksiz olma, gündelik faaliyetlerin tahakküm altına alınmış olması, aile baskısı vb. Birçok detay okuyan her üniversiteli kendi yaşantısından bir parça görmüş oldu. Bu bir yanıyla da bugün ekonomik krizin yarattığı ve etkilediği çok büyük üniversiteli kesimleri için de sınırlandırılan veya engellenen öfkenin yansımasını da barındırıyor bir yönüyle.
Lizge Biter: Ensar Vakfı’nda yaşananlardan Aladağ’daki yangına kadar devlet tarafından beslenen cemaat ve tarikatların yaptıkları hukuksuzluklar yine hep devlet tarafından hep temize çekildi. Enes Kara’nın intihar etmesi ise cemaat ve tarikat yurtlarına mecbur edilen gençlerin gerçekliğini en yakıcı biçimiyle ortaya koyduğu için bu kadar etkili olmıuş olabilir. Fakat Enes ilk ve son değil bunu da biliyoruz. Bu nedenle geleceksizliğin kıyısına itilmeye baş kaldırıyoruz.
Mert Batur: Enes’in intiharı gençlerin nasıl bir geleceksizlik içinde olduğunu, gençlerin üzerinde nasıl çok katmanlı bir abluka kurulduğunu gösterdi. Bu intiharın özellikle gençlik için bu kadar sarsıcı olmasının sebebi, Enes’in kendi yaşadığı sorunları anlattığı videoda ortaya koyduğun gerçeklerin çok yaygın biçimde yaşanıyor ve hissediliyor olması. Anlattığı sorunlar bütün bir gençliğin her gün yaşadığı, karşılaştığı, mücadele ettiği sorunlar. Enes gençliğin üzerindeki bu ablukanın bütün mekanizmalarını, bu ablukanın dağıtılmasının önündeki engelleri açıkça ifade etti. Cemaatler, aile, sermayenin bütün dolayımları, yalnızlaştırma, şahsiyetsizleştirme, baskı ve bütün bunların koruyucu, kollayıcısı, örgütleyicisi niteliğinde bir devleti işaret etti Enes’in anlattıkları. Daha önce karşılaştığımız intiharlarda da benzer dinamiklere işaret ediliyordu, örneğin yine Elazığ’da intihar eden bir genç “Bir ev, bir araba için ömür boyu çalışmak istemiyorum.” demişti. Geleceksizlik tarifi gereği yarına dair bir kaygıyı ifade etmek için kullanılıyor ancak Enes’in ortaya koyduğu gibi, geleceksizlik gençliğin bugün içinde yaşadığı rezil koşulların ömür boyu devam edeceğini düşünmesi. Yani geleceksizlik bugünden başlıyor.
Enes Kara’nın babası, durumlarının iyi olduğunu ifade etti. Tepkilerin önemli bir bölümünde üniversitelilerin barınma ihtiyacına yönelik devletin aldığı sorumluluğun yetersizliğine ve bu alanın tarikatlar ve cemaatler tarafından doldurulmasının teşvik edilmesine yönelik bir vurgu vardı. Sizce bu noktada bir çelişki var mı?
Okan Danacı: Enes ailesi tarafından yerleştirildiği yurtta kalmak istemediğini hem videosunda hem de mektubunda açıkça ifade etmiş, bu açık. Öncelikle bu gerçeği ve aile baskısını görmek gerekir. Coğrafyamızın birçok yerinde tarikat ve cemaat yurtları artık öğrenciler için zorunluluk haline getirilmiştir. Özellikle küçük şehirlerde devlet yurtlarının sayısı sınırlıdır ve öğrenciler bu özel yurtlara mahkum edilmektedir. Yüksek kira fiyatlarını da düşündüğünüz durumda, bu yurtlarda kalmak dışında başka bir seçenek bırakılmamıştır. Öğrenciler için barınma, ulaşım ve beslenme gibi temel ihtiyaçlar yakıcı sorun haline gelmiştir. Yapılan zamlar, aynı zamların yanında esamesi okunmayacak kadar az olan burslara yapılan zamlar(!) ve alım gücündeki düşüş gibi gerçekler gittikçe daha da gelişmektedir. Enes’in ailesi her ne kadar “biz kimseden şikayetçi değiliz, yıllardır bu cemaate gider gelirim” dese de, Enes’in anlattığı gerçekleri değiştirmiyor. Enes anlatmış yurtta yaşananları. Binlerce genç zaten yıllardır anlatıyor bu yurtlarında neler yaşandığını ve siyasi iktidarın bu yurtları nasıl arka bahçe olarak kullandığını. Devletin bu yurtlarla, gençliği siyasal İslamcı ideoloji etrafında şekillendirmek istediği bilinen bir gerçektir. Bir diğer gerçek de elbette devletin öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamayışıdır. Bu aynı zamanda neoliberal politikaların da bir sonucudur. Eğitimin piyasalaştırılması dediğimiz şey bunu da kapsar. Ayrıca bu devletin bütçe sorunu da yoktur. Pekala Diyanet’e, işgale ve sömürgeci savaşlara ayrılan bütçe eğitime ayrılabilir.
Doğukan Gürbey: Enes’in babası devlet yurduna başvurmadığını söylemiş ama bugün bir cemaat yurdunda kalan üniversiteliyle bir devlet yurdunda kalan üniversiteli arasında ne kadar fark olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Bugün sıradan bir üniversiteli için de bir devlet yurdu, manevi danışmanlık adı altında diyanetin memurlarının görevlendirildiği, yurt yaşamının yoğun baskı ve denetim altında olduğu, yurt içindeki etkinliklerin de dini bir tahakküm biçimiyle kuşatıldığı ortama denk düşüyor. Cemaat ve tarikat yurtları burada gençliğin tümünü koordine etme planından öte, kendine eleman yetiştirme alanları olarak kullanıyor bu evleri. Son süreçte devlet ve cemaat ilişkilerinde Fettullahçıların yarattığı ortam da düşünüldüğünde, ‘bir daha böyle şeylere izin vermeyeceğiz’ diye meydanlarda vaat veriyordu iktidar. Tam bu sürecin arkasından bütün cemaatlerin tekrar kamusal yurtların barındıramadığı üniversitelilere yönelmesi tesadüf değil. Yine iktidar ve cemaatler arasında bir işbirliğinin yansımasını yaşıyoruz. Enes’in babası hiç devlet yurduna başvurmamış olabilir ama çocuğunu gönderdiği cemaat grubunun devlet kaynaklarından ne kadar nemalandığı ve bu cemaat evlerini ekonomik olarak nasıl döndürdüğü işin bir başka yönü.
Lizge Biter: Tarikat ve cemaat yurtları en temel insani haklardan olan barınma hakkını karşıladıkları için aileler nezdinde devletleşiyor. Bunu kendi siyasallaştırdıkları din ekseninde yaptıkları için ortaya çıkan elbette çelişki oluyor. Devletin kendisinin sorumluluk alması ulaşılabilir, nitelikli yurtlar inşa etmesi gerekirken bu görevini tarikat ve cemaatlere para akışını ise özel yurtlara bırakıyor. Bugün bu şartlarda özellikle metropollerde yurt arayan herhangi bir gencin karşısında aslında iki seçenek oluyor; paran varsa özel yurt yoksa cemaat ve tarikat yurtları. Çelişki burada derinleşiyor.
Mert Batur: Burada devletin izlediği esaslı iki yol var. Birincisi, kendisinin sağlaması gereken imkanları, özellikle Anadolu’da cemaatler eliyle bir nevi taşeronlara gördürüyor. Enes’in intihar ederken bahsettiği cemaat yurdu, aslında bir sitedeki evlerin bir kısmının bir cemaat tarafından kiralanarak öğrenci evi usulüyle gençlerin buralara yerleştirildiği bir sistemi ifade ediyor. Bu durum devlet tarafından biliniyor, görülüyor ve destekleniyor. Böylece arkasında bir sermaye gücü olan cemaatler eliyle devlet barınma hakkından elini çekiyor. Cemaatler, gençlere kıyaslanamayacak kadar ucuza barınma sağlarken bunu kendilerini büyütmek ve beslemek için kullanıyor. Enes’in anlattığı durumda bu ilişkiye bir de ailenin katıldığını, muhtemelen kendisi de Enes’in yaşlarından beri cemaat mensubu bir babayı da görüyoruz. Bu açıdan çelişkili değil, birbirini tamamlayan ilişkiler bunlar. İkincisi, dini referanslarla (buna KYK yurtlarındaki “manevi rehberler” de dahil) gençlerin yaşamı yeniden dizayn ediliyor. Olağan zamanlarda din yoluyla gençlerde rıza üretilirken olağanüstü zamanlarda da (örneğin yurtlarda örneklerini gördüğümüz eylemler) yine aynı esaslara dayanarak baskı kuruluyor.
Gençlik hareketi dönem başından beri barınma problemini gündeme getiriyor. Sizce Antalya’da bir tarikat yurdunda Mehmet Sami Tuğrul’un öldürülmesi ve Enes Kara’nın intihar etmesi talepler, eylemler, mücadeleye olan ilgi açısından bu mücadelenin seyrini nasıl etkiler?
Okan Danacı: Başta da söylediğimiz gibi, kapitalizmin krizi ve rejim krizi büyük bir buhran gibi emekçi sınıfların, gençlerin, kadınların ve toplumun bütün kesimlerinin üzerine gölge gibi çökmektedir. AKP-MHP faşizminin milyonları politik özgürlükten mahrum bırakması, tüm demokratik hak ve özgürlükleri gasp etmesi ve her geçen gün artan baskısı karşısında büyüyen ve biriken bir öfke olduğunu görmek gerekir. Coğrafyamızda bir ayaklanmanın, bir isyanın veya hareketin hangi anda ne biçimde gelişeceğini söylemek zor elbette, bu tahmin edilemez ama bununla birlikte, aniden gelişebilecek hareketlerin maddi zemini fazlasıyla vardır. Bu bir talep etrafında da gelişebilir, bir itiraz veya hedef etrafında da olabilir. İşte bu maddi zemin üzerinde Enes ve Tuğrul gibi veya Sibel ve Furkan gibi üniversitelilerin intiharları bir anda gençliği çok büyük hareket etrafında birleştirebilir ve kitlesel eylemlerle buluşturabilir. Gençliğin bir hafızası var, bu ölümler ve yaşananlar, daha doğru bir ifadeyle de söylemek gerekirse “yaşatılanlar” elbette unutulacak değil. Bu biriken sitem, itiraz ve öfke elbette belli bir anda veya etkin bir müdahaleyle birlikte daha ileri bir düzeye sıçrama yaratacaktır.
Doğukan Gürbey: İlk soruda değindiğim gibi, barınma sorunu ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmıştı. Buna dair ilk müdahalelerimiz o süreçte büyük bir kazanımla sonuçlanamadı. Bu durumun arkasından binlerce üniversiteli kendi başının çaresine bakmış oldu. Bugün yaşadığımız ve daha da artarak devam edeceğini düşündüğüm bu olaylar aslında kendi başının çaresine bakmış olan üniversiteliler için gerçekleşiyor. Memleketin dört bir yanından yurt problemlerine dair her gün onlarca şikayet yağıyor. Bugün için barınma probleminin ekseni, bir şekilde kalacak yer sorununu çözmüş üniversitelilerin yaşadığı alanın niteliği sorununa dönüşmüş durumda. Üniversitelilerin hayatını kaybettiği veya barınmaya dair her geçen gün artan kötü örnekler üniversitelilerin de kendi sorunlarına dair yaygın bir biçimde her yerde aynı problemlerin olduğu algısı oluşturuyor. Herhangi bir tepkinin gelişmediği ortamda bir üniversiteli için bu sorun yumağının kendisi sonucunda umutsuzluk ve yılgınlığa doğru sürüklenebilir, lakin bu eylemler ülkenin dört bir yanındaki üniversiteliler için bir umut ışığı görevi görüyor. Bu sürecin devamında da mücadelenin seyri, bu umutsuzluğa temas edecek bir odak olmayı kendine görev çıkartabilir.
Lizge Biter: Sami Tuğrul’dan Enes’e kadar barınma sorunu üniversitelilerin en yakıcı gerçekliklerinden bir tanesi. özellikle pandemi sonrasında büyük bir gündem haline gelen barınma sorunu için bizler, sıra arkadaşlarımız geceyi sokaklarda geçirip meydan meydan taleplerimizi sıralamıştık. En yakıcı haliyle arkadaşlarımız okuduğu şehre gelemiyorlardı. Gelindiğinde de karşılaştığımız tablo geleceksizliğin kıyısında pençeleşmek oluyor. Buna yönelik gençliğin geliştirdiği taleplere devlet tarafından verilen cevap ise polis saldırısı, gözaltı, tutuklama oluyor. Fakat mücadele seyri şu yönde değişiyor: Ya hayatımız yok olacak ya mücadele edeceğiz. Artık kaybedecek hiçbir şey yok. Başımızda kaybedeceğimiz bir çatımız bile yok.
Mert Batur: Mehmet Sami kardeşimizin öldürülme haberi duyulduğunda benzer bir öfkeye sebep olmuştu gençlik kesimlerinde. Mehmet Sami de Enes de tek başına barınma sorununu ifade etmiyor elbette ancak barınma sorununun neden yaşamsal olduğunu ortaya koyuyor. Mehmet Sami, yine aile ilişkileri üzerinden yerleştirildiği bir cemaat yurdunda öldürüldüğünde oluşan tepki ailenin cemaate sahip çıkmasıyla ve oraya haber yapmaya giden gazeteci Hazar Dost’un gözaltına alınması örneğinde olduğu gibi operasyonel durumlarla dağıtıldı. Ancak Enes geniş gençlik kesimlerine ailenin de nasıl bu ilişkinin bir parçası olduğunu anlatmış oldu. Böylece yaygın hissiyat ailesine rağmen Enes’in hatırasına sahip çıkmak, onun ve bütün gençlerin içinde bulunduğu ablukayı dağıtmaya yönelik hareket geçmek biçiminde dönüştü. Bunlar şüphesiz gençlerin benzer durumlarla ilk karşılaşması değildi, ancak yakın zaman içerisinde barınma hakkı için mücadele eden gençler için özellikli anlamlar ifade etti. Bu sebeple özellikle son eylemde ve bu eyleme gelen tepkilerde görülen birbirine sahip çıkma, bu ablukayı cemaat, aile, devlet vs. her katmanıyla dağıtmaya yönelik gösterilen bir irade oldu.
İstiklal Caddesi’nde polis terörüne rağmen konuya ilişkin bir eylem yapıldı. Bu eylem barınma hakkı mücadelesinin genişlemesi açısından olumlu bir etki sağladı mı, yaygınlaştırılabilir mi?
Okan Danacı: Açıkça ifade etmek gerekir ki, Taksim’da örgütlenen eylem son yılların en kuvvetli gençlik eylemlerinden biridir. Katılımından tutalım da biçimine kadar, güçlü bir enerji ve irade açığa çıkardığını görmek gerekir. Eylemden bir gün önce kaymakamlık tarafından yapılan yasak duyurusu, eylemin iradesini ne zayıflatmıştır ne de kırabilmiştir. Yasağa rağmen gençliğin eylemdeki ve Taksim’de ki ısrarı döneme damgasına vuran bir nitelik olarak hatırlanmalı ve böyle okunmalıdır. Abluka altına alınan bir kent merkezi, bir yasak ve onun karşısında kararlı, militan bir eylem. İşkenceli gözaltı saldırısına karşı alandan ayrılmaması, yaratıcılığı ve enerjisiyle polisi şaşkına çevirişi önemli bir veridir, göz ardı edilmemelidir. Ve elbette bir diğer önemli nokta ise, eylemin birleşik biçimde örgütleniyor olmasıdır. Gençlik mücadelesinin en önemli görevlerinden biri olan birleşik gençlik mücadelesinin örgütlenmesinin acil bir ihtiyaç olduğu ve geliştiği oranda da nasıl sonuçlar yaratabileceğini Taksim’de görmüş olduk. Kenetlenen öğrenciler, polis karşısında direnişçi tutum, eylemin sürekliliği ve yayılması, her yerin eylem alanına dönüştürülmesi, Taksim sokaklarında bir saat boyunca ajitasyon konuşmaları yapılması ve sloganların yankılanması, gençlik mücadelesinin gelişimi bakımından yakalanmış bir eşik olarak değerlendirilmelidir. Bu eylem hem faşizme karşı özgürlük mücadelesi kapsamında direnişçi bir zeminle buluşmuştur hem de barınma hakkı gibi bir meseleyi geniş kitlelerin önüne koymuştur. Gençliğin bu eylemi büyük bir enerji yaratmış ve düşman karşısında psikolojik üstünlüğün ele geçirildiği bir an olmuştur. Ancak demokratik gençlik hareketi, o günde kalmamalı ve o nitelikle yetinmemelidir elbette. Daha güçlü mücadelelelerin örgütlenmesi için bu pratiğin üzerinden yükselmeli, değişik sorunları ortak talepler etrafında birleştirmeli ve mücadelenin bütün araç, yöntem ve biçimleriyle buluşup kendi yolunu açmalıdır. Açılacak bu yol, aynı zamanda toplumsal mücadeleye de kan taşıyacaktır, gençliğin en önemli görevlerinden biri de budur ve Taksim pratiği, bu düzeyin yakalanmasına bir vesile olabilir. Bu ancak, iyi değerlendirilebildiğinde başarılabilir.
Doğukan Gürbey: Bugün polisin memleketin her tarafından yükselen en temel taleplere dahi yaklaşımı problem konusu. İktidarın kendini sürdürmesini garanti altına alır biçimde şekillenmiş durumda. İstiklal Caddesi’nin baştan aşağı her sokağının polislerle dolu olduğu bir ortamda, İstiklal’e çıkıp Enes’e dair bir yürüyüş gerçekleştirebilmek, sonraki süreç açısından üniversite mücadelesini olumlu etkilemiş durumda. Yasaklama kararına rağmen üniversitelilerin İstiklal’de olması, polis şiddetine rağmen sıra arkadaşlarından doğru duydukları öfkeyi sokağa yansıtmaları gençliğin potansiyeline dair olan boyutu gösteriyor. Bir bütün olarak ülke problemlerini incelediğimizde yurttaşlar için de problemlerin artık her yerden yamalı bohça misali patladığı bir görüntü mevcut. Bu açıdan bu sorunların ortak bir kesişim kümesi olarak da eylemin kendisi doğalında bulunduğu alanın en meşru hareketini oluşturdu. Barınma sorununa dair çokça eylem olsa da, eylem süreci kesintili ve biriktirmeden ilerliyor durumda. Lakin her eylem bu konunun ne kadar büyük bir problem barındırdığını gösterir nitelikli. Barınma hakkı mücadelesini genişleten, yaygınlaştıran bir etki sağlamasa da mutlak biçimde barınma problemine dair kesintisiz ve sonuca ulaşabilen bir eylem tarzının acil ihtiyaç olduğunu gösterdi bizlere.
Lizge Biter: Gençlik yapmış olduğu eylem ile İstiklal’i zapt ederken polislere de sokakları dar etmiş oldu. Buz kırıcı görevini bir kere daha gösterdi ve uzun süredir olmadığı kadar olumlu bir etki bıraktı ardında. Dediğim gibi artık kaybedecek hiçbir şeyimiz yok o nedenle hesap yapmayacağız, hesaplaşacağız. Bir kırılma noktasındayız o nedenle bu mücadelenin de yaygınlaşabileceğini düşünüyorum.
Mert Batur: Daha önce ifade ettim ama biraz ayrıntılandırayım. Barınma gündemli mücadele, tek başına şüphesiz bu durumları açıklamıyor. Ancak barınma nöbetlerinden Ankara eylemine giden süreçte “Barınamıyoruz” itirazı hızlıca “Borçluyuz, geçinemiyoruz, görmezden geliniyoruz, baskı görüyoruz…” gibi itirazlarla buluştu. Bu doğal bir süreç aslında çünkü bütün bu sorunları yaşayanlar aynı insanlar, yani yurdun dört bir yanınan milyonlarca genç. Bu sebeple sadece barınma gündemiyle değil ama şu soruyla hareket etmenin imkanları var: Gençler kendi kaderlerini eline almak için ayağa kalkıp bu ablukayı dağıtabilir mi? Başka bir deyişle, devlet bizim rezil bir geleceğin kölesi olduğumuzu sanıyor, buna karşı gençler ayağa kalkıp “Yanılıyorsunuz” diyebilecek mi? Barınma nöbetlerinden İstiklal Caddesi’ndeki eyleme kadar geçen süreçte henüz yeni mücadeleye katılan gençlerdeki dönüşümün ayakları bu zemine basıyor. Bu noktada bu dönüşümün hala çok sınırlı ve ilişkisel olduğunu ifade etmek önemli. Ama yurt çapında ayakları yere sağlam basan, iç dayanışması güçlü, söylediğini yapan, güçlü, caydırıcı bir gençlik hareketi yaratmanın ve bunun için örgütlenmenin dayanakları da bu deneyimler içinde aranmalı.
Sendika.Org (Derya Saadet)